ANNE BABAM NE ZAMAN GELECEK?
Eğer sıklıkla psikoloji temalı yazılar okuyorsanız, bu yazılarda anneliğin ön planda olduğuna rastlamanız kuvvetle muhtemeldir. Rastladığınız bilgilerde, annenin çocuk yetiştirmedeki rolü ve önemi, 'ilk sevgi nesnesi olması' gibi anlamlı bir konumda yer alması yapılan tüm vurguların yerinde olmasına işaret eder. Peki, bu tabloda babanın yeri ve önemi nedir? Bu ayki yazımızda pek de sorulmayan bu önemli sorunun cevabını ele alacağız.
Babaların, ataerkil toplumlarda ve -hâliyle ataerkil izleri henüz güçlü biçimde koruyan toplumumuzda- şu rolleri üstlenmesi beklenir: Aileye ekonomik dayanak sağlamak, evde kural koyan ve karar veren kişi konumunda olmak, ailenin karşılaşabileceği herhangi bir tehdide karşı koruyucu rol üstlenmek.
Peki, bu beklentileri, günümüzde kadın ve erkek rollerinin değişiminden geleceğin meslekleri başlığına kadar uzanan bir çoklu değişkenler tablosuna bakarak yeniden gözden geçirmeye ihtiyacımız yok mu? Bugün, 'baba olmak ne demek' sorusunun cevabını, kişilerin beklentileri üzerinden değil de çocuk yetiştirmedeki doğrular ve yanlışlar üzerinden, biraz da geçmişi yüceltmenin yerli yersiz yönlerine değinerek ele almak gerektiğini düşünüyorum. Bunun başlıca sebeplerini; kentlere göçle birlikte toplumun yaşama biçiminin değişmesi, geniş ailelerin yerini çekirdek ailelere bırakması, komşuluk ilişkilerinin azalması, evlilik dinamiklerinin değişmesi olarak gösterebiliriz. Bu değişimler sonucu, özellikle şehirleşmeyle muhatap oldukları kitlenin daralması, çocukların kurdukları yakın ilişkileri azaltıyor ve anne babanın çocukların yakınlık ihtiyaçlarıyla ilgili rolleri de artıyor. Yani hem anneden hem babadan daha fazla oyun arkadaşı olma rolü bekleniyor. Eskiden kabul gören cezaya dayalı disiplin yöntemlerinin işlevi sorgulanıyor, babadan evdeki işlere ve çocuğun bakımına daha fazla katılım göstermesi isteniyor. Ebeveynler ellerindeki 'geleneksel otorite' modeli ile ne yapacaklarını bilemez hâlde kalabiliyorlar.
Aslında mesele; otoritenin, ihtiyaçları karşılama figürü olmanın ya da koruyucu rol üstlenmenin tümden değişmesi gerektiği değil; mesele hem eskiden hem şimdi var olan bu döngüden ne anlamamız gerektiği. Diğer bir mesele de geçmiş kuşaklardan gelip ihtiyaçlarımıza cevap vermeyen davranışları fark ederek benzer hatalara düşmemek. Öncelikle otoritenin babalıkla bağdaşmasına tümden karşı çıkmadan ve bu otoriteyi yok saymadan 'otorite ile neyi kastettiğimiz' üzerinden bir sorgulama yapmamız gerekir. Mesela, otoritenin değişmezleri yalnızca öfke ve mesafe midir? Her iki kavramın da toplumumuzda zaman zaman gücün temsili olduğu aşikâr. Kültürü ya da toplumun kutsallarını incitmeden, bu temsilin, öfke ve mesafenin, babalığa yansıyan yüzünün işlevselliği hakkında konuşmalıyız. Ne yazık ki "kızını dövmeyen dizini döver" kabulüyle var olan babalar da çocuğunun kaçıncı sınıfta olduğunu bilmeyecek kadar "meşgul" olan babalar da hâlâ gerçeğimiz. Bu gerçeğin ne kadar acı sonuçlara sebep olduğu hakkında söylenecek çok şey var. Oysa otoriteyi, paylaşımlı ve sıcak bir iletişimi, duyguların ifade edildiği bir ortamı reddetmeden tasvir etmek çocukların sağlıklı gelişimini destekleyecektir. Çünkü kıymetli Isabelle Filliozat'ın da vurguladığı gibi sağlıklı bir özgürlük için sınırlara ihtiyaç vardır.
AÇEV'in İlgili Babalık (2017) araştırmasında babaların çocuklarla sohbet etmeyi 'nasihat etmek' olarak algıladığı, çocuk bakımını 'annenin görevi' olarak tanımlayan babaların yüksek oranda olduğu, babaların ev dışında çocuklarla aktivitelere katılım oranlarının da düşük olduğu belirtilmiştir.
Aynı araştırmada sıcak, duyarlı ve ilgili babalarla büyüyen çocukların, psikolojik olarak daha uyumlu, daha az davranış bozuklukları gösteren ve akranlarıyla daha iyi iletişim kuran çocuklar olduğu vurgusu yer alır.
Kendilik psikolojisinin kurucularından Heinz Kohut, annenin patolojisine karşı babanın normalliğinin önemli bir koruyucu işlevi olduğundan söz etmiştir.
Harvard Üniversitesi'nde yürütülen bir araştırma, babaların uykudan önce çocuklarına okudukları kitapların özellikle hayal gücü ve dilsel gelişim açısından annelerin okumasına göre daha yararlı olduğunu göstermiştir.
Baba olmaya dair hatırı sayılır çalışmaları bulunan Paul Raeburn, çocukların özgüven artışından obezite riskinin azalmasına kadar birçok durumda babaların çocuk bakımına aktif katılımının önemli rol oynadığına işaret etmiştir.
Özetle; Baba olmanın; çocukların özgüven sahibi birer yetişkin olmalarına, hayatlarına cesaretle sahip çıkmalarına, ilişkilerinde sınır koyabilme, doğru evlilikler yapabilme, sağlıklı cinsiyet rolleri geliştirebilme kapasitelerine kadar etki eden güçlü bir anlamı var.
Peki babaların babalık yapmasına gerçekten izin veriliyor mu? Klasik kabuller çerçevesinde bu sorunun cevabını ele almak gerekir.
Anneler, babaların çocuk bakımına sağladıkları katkıyı 'sen yapamazsıncılık' ile ellerinden almamaya, kendi tarzlarında ebeveynlik yapmalarını kendilerine yetersiz hissettirmeden kabul etmeye yürekten varlar mı?
Herkesin ebeveynlik yapmadaki bireysel sorumluluğunu saklı tutarak soralım: Acaba o hep eleştirdiğimiz 'dışarıda kalan babalık' biraz da toplumun, 'çocukla ilgili her şeyden anne sorumludur' bakış açısını sorgusuzca yüklenen annelerin katkısıyla besleniyor olabilir mi?
Babalığı da tıpkı anneliği ele aldığımız gibi sosyoekonomik koşullar, toplumsal kabuller, erkek olmaya atfedilen anlam ve daha birçok başlıkta ele almamız yerinde olacaktır.
Yazdıklarımızla, tekamül etmenin biricik süreçlerinden biri olan babalığı, bu tatlı sert yolculuğu; ebeveynleri düşündürmek, kendilerini tanımalarına ve anlamalarına katkı sağlamak umuduyla ele aldık.
Süreç sizlerin… Kendiniz için 'en baba' çıkarımı da yine sizin yapacağınızdan umutluyum. 😊
🖌Klinik Psikolog Sena Kübra Çataloğlu