Postkolonyal Teori
Büyük Devletlerin coğrafi keşif hareketleri ile başlayan maceraperestlik ve egemen olma duygularıyla dünyanın güzellik ve zenginliklerini ele geçirme istekleri emperyalist dönem sonrasında da devam etmiştir.
Postkolonyalizm, "kolonileşme sonrası", bir başka deyişle "sömürgecilik sonrası" demektir. Sömürgecilik sonrasını anlayabilmek için önce sömürgeciliği anlamak gerekir.
Sömürgecilik denilince aklımıza gelen ilk şey, bir toplumun ya da devletin, başka toplum ve devletler üzerinde hâkimiyet kurarak; onları açık veya gizli yollarla sömürmesidir. Sömürgecilik ve emperyalizm kavramları sıklıkla birbirinin yerine kullanılmakta olup; emperyalizm kavramıyla genellikle Avrupa devletlerinin on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından bu yana devam eden yayılmacı faaliyetleri kastedilmektedir.
EMPERYALİST DÖNEMİ SONRASINDA
Büyük Devletlerin coğrafi keşif hareketleri ile başlayan maceraperestlik ve egemen olma duygularıyla dünyanın güzellik ve zenginliklerini ele geçirme istekleri emperyalist dönem sonrasında da devam etmiştir.
1945 sonrasında ise, Büyük Devletler II. Dünya Savaşı'nın sebep olduğu ağır tahribat ve sömürgelerindeki dekolonizasyon hareketlerine bağlı olarak sömürgelerini bırakmak zorunda kalmıştır. Avrupa devletlerinin başını çektiği büyük devletlerin, II. Dünya Savaşı'ndan sonra da çeşitli yollarla sömürgeci politikalarını gizleyerek sürdürdüğü döneme Postkolonyal dönem adı verilmiştir.
POST-KOLONYAL TEORİNİN DOĞUŞU
Yirminci asrın ortaları kolonyal İmparatorlukların çöküşünün ve yeni ulus devletlerin ortaya çıkış dönemi oldu. İkinci dünya savaşı sonrası ekonomik buhran yaşayan birçok Avrupa ülkesi eski sömürgelerinden ucuz işçi çekmek için politikalar yürütmeye başladılar. 1940'ların sonunda itibaren göçmen dalgaları biri diğerinin peşi sıra Batı Avrupa kıyılarını vurmaya başlıyordu. Göçmenlerin karşılaştığı kültürel kimlikler sorunu aynı zamanda toplumsal düşüncede yoğun şekilde kendini belli etmeye başlayan Doğu-Batı etkileşimi meselesi eşlik ediyordu. Bu durum Post kolonyal sendrom sömürgeciliğinin doğası ve daha geniş anlamda egemenlik ve itaat mekanizmaları konusunda gergin müzakerelere neden oluyordu.
POST-KOLONYAL TEORİNİN GELİŞİMİ
Bir yandan sömürgeciye karşı yabancılaşma devam ederken, diğer yandan ona romantik bir hayranlık duyma Postkolonyol dönemin karakterize edici özelliğidir. Kolonyal araştırmalarındaki bu analizler psikanalist Franz Omar Fanon'un çalışmalarıyla başladı. Melez kimlik konusunu Siyah Deri, Beyaz Maskeler ve Yeryüzü Lanetlileri kitaplarında işledi.
Sömürgenin yerlileri kendilerini hem " içeriden'' hem ''dışarıdan'', sömürgecilerin gözüyle kabullenmeliydiler. Bu tarz yabancılaşma her şeyden önce "yerlilerin'' kendileri hakkında konuştukları dil seviyesinde gerçekleşiyordu. [Fanon 1967].
Fanon'dan başlayarak anti-kolonyal mücadelenin teorisyenlerine göre sömürgeleştirilmişlerin vermesi gereken mücadele, sömürgecilerden kurtulmak yerine aşağılık bilincinden, kompleksinden başlanmalı idi. Ana hatlarıyla Yeryüzü Lanetlileri kitabında belirtilen Postkolonyal düşünce dünyanın birçok yerindeki devrimi yapacak liderler üzerinde ciddi etkisi oldu; Latin Amerika'dan Che Guevara, Amerika'dan Malkolm X, İran'dan Ali Şeriati, Güney Afrika'dan Steve Biko gibi isimler bunlara örnek verilebilir.
Postkolonyalizm dekonstriksiyonculuk ve postyapısalcılık (Derida, Foucault, Deleuze), psikanaliz(Lacan), Félix Guattari'nin kültürel konseptinde gelişmeye devam ederek postmarksist solu kendisine doğru çekti, hatta onu temelden yapılandırdı.
Michel Foucalt'nun çalışmaları postkolonyal düşüncenin teorik ve felsefi bazının gelişimine yardım etmektedir. Postkolonyal anlayış kendi söyleminin temelini Onun iktidar-bilgi fikirlerinden alıyor. Foucault birçok egemenlik/iktidar merkezlerin ve direniş/muhalefet'i inceleyerek iktidar ve bilginin ayrılmaz birliğinin ve etkileşiminin ilkesini ortaya koydu. Ayrıca Foucault sıklıkla postkolonyal çalışmalarında kullanılan maskülenlik ve feminenlik, sömüren ve sömürülen, beyaz ve siyah, Batının Doğu'ya bakıştaki emperyalist söylemleri gibi örneklerle kimliğin söylemsel empozesi düşüncesini ortaya koymuştu.
TÜRKİYE VE POSTKOLONYALİZM
Türk milletinin geçmişi ve devlet anlayışı, sömürgecilikle bağdaşmayan bir yapıya sahiptir. Osmanlı Devleti'nin yönetim anlayışında, kendisinden önce kurulmuş diğer Türk devletlerinde olduğu gibi, toplumun bütün üyelerinin yönettiklerinden sorumlu olduğu inancı hâkimdir. Buna göre, yönetenlerle yönetilenler arasında zorbalık değil, sorumluluk ilişkisi vardır. Bu anlayış, Gök Tanrı inancı ile başlayıp; Türklerin İslâm dinini kabulüyle devam eden bir sürecin ürünüdür. Halil İnalcık, Osmanlı Devleti'nin fethettiği yerlerde, hiçbir zaman eski nizamı birden ve toptan kaldırmadığı; Osmanlı kanun ve nizamlarının zorla uygulanmadığı üzerinde durmuştur. İnalcık, Osmanlıların fethettikleri yerlerdeki dinî kurumları, sınıfların statülerini, idarî taksimatı, vergileri, yerli âdetleri ve askerî zümreleri esas itibariyle koruduklarını ifade etmiştir. Türkiye'de hiçbir zaman Avrupa tarzı bir sömürgecilik anlayışı olmadığı için, sömürgecilik sonrası yazının da fazla etkili olduğu söylenemez.