İbni Arabî ile sistemli bir düşünce şekli “Vahdet-i vücûd”
Bütün mevcudatın mutlak vücûdun-gerçek varlık sahibinin yani zat-ı Ahadiyet'in isim ve sıfatları olduğu ve onda müstehlik bulunduğu nazariyesi, başka bir deyişle varlıkların özde bir ve tek olduğu inancı, her şeyin tek olan Allah'ın değişik tecellileri, zuhurları, taayyünleri olduğuna inanmak.
Farabî ve İbni Sina gibi meşsaî İslâm filozoflarına göre vücud zaruridir ve vacipte Zât mahiyetin aynidir. Mümkünde ise Zat ve vücud başkadır. Bu ayrılığı yapan da akıldır. Kelamcılara göre ise vücud vacipte Zat'a sonradan katılmıştır. Allah'ın Zât ve vücud'u ayrıdır. Nitekim imkân âleminde de zât ve vücud ayrıdırlar. Allah'ın Zât'ı tahakkuk etmemiş bir mahiyetten ibarettir. Vahdet'i vücut'çularda ise vücud, vacipte de mümkünde de zât ve mahiyetinde aynidir.
Varlık, mutlak vücuttur: Nispetler halinde alınınca tabiat; nispetleri kuşatan mutlak ve ezellilik olarak alınınca Allah'tır; mahiyet olarak alınınca Zât'tır; mahiyeti tahakkuk etmiş fiil halinde alınınca da vücut'tur. Mahiyet ve fiil aynıdır. Plotin'in Panteizmi bu görüşten ayrıdır. Onda Aristo ve Eflatun'un bir terkibi olan fiili kuvve nazariyesi bir kabiliyetler mecmuunun feyezanından ibarettir ki, vahdet'i vücud olup ancak batından zahire çıkar ki bu, kuvveden fiile çıkış değildir.
Vahdet-i vücud anlayışı malzemesini Sühreverdi'nin nur-zulmet felsefesinin de bulunduğu birçok din ve felsefelerden almış ve İbni Arabî ile sistemli bir düşünce şekli olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla vahdet-i vücud'u İbni Arabi'nin fikirlerinde izlemek yerinde olur.
KENDİSİNDE ÇOKLUK OLAN BİR VAHİD "HAK"
Allah'tan gayri olan bütün şeyler (masiva) O'nun tecelli ve zuhur eseri olan bu şeyler, görünürde görünmezde mevcud olan bütün âlemler, bu var olan, tek olan, varlık (vücud) yalnız kendisine mahsus olan Allah'ın kendisidir.
Vücud (varlık) birdir; yalnız o mevcuttur; O da Allah'tır. Allah sözü külli (üniversel) bir kavramdan ibarettir.
Vücud aleminde, bir müessir yani, eseri yaratan, bir de eserin mahalli olan eşya olmak üzere iki türlü varlık düşünülmektedir. Ancak, müessir, her veçhile Allah'tır. Bu müessirin eseri de her veçhile ve her halde ve her hazret (presence) ve mertebede âlemdir. Hak, kendisinde çokluk olan bir Vahid'tir. O, ancak, suretlerle çoğalır, ayn (entite) ve vücudiyle tek ve eşsizdir. Hak, tecellî (emanation) eden tek varlıktır, her surette beliren O'nun hüviyyetinden başka bir şey değildir.
Eşya, Hakkın rahmetinin veya sıfatlarının meydana çıkmasından (tecellî ve zuhur) ibarettir. Her ayn için bir vücud gerekince, o ayn, varlığı Allah'tan dilemiş ve bundan dolayı da Allah'ın rahmeti her şeyi içine almıştır. Allah'ın eşyaya rahmet etmesiyledir ki her şey varlık âlemine gelmiş ve böylece O'nun rahmetini kabul etmiştir.
HAYAT HAREKETTİR
Vücud'un bir takım mertebelerde meydana çıkışı, hareketin neticesidir. Çünkü vücud, hayatın aynidir. Hayat ise harekettir. Hareket olan yerde de hareket ettiren vardır. Hayat, bir sıfattır, sıfatta sıfatlandırdığı şeyden ayn olmadığından onun kendi demektir.
Zât sıfatla, sıfat ta isimle meydana çıkar. Bu meydana çıkışta isim sıfatın ve sıfat zat'ın dışı (zahiri) olduğu gibi zat'ta sıfatın, sıfat'ta ismin içi (batını) olur. Ayni suretle şey ismin dışı ve isim şey'in içi olur. Çünkü isimlenmiş olan (müsemma) şey meydana çıktığı vakit isim o şeyde yok olur.
"Hiçbir şey hiçbir şeye nüfuz etmedi. Ancak o şeyle perdelenmiş olarak birleşti. Şu hale göre, nüfuz etmedi. Ancak o şeyle perdelenmiş olarak birleşti. Şu hale göre, nüfuz etmedi. Ancak o şeyle perdelenmiş olarak birleşti. Şu hale göre, nüfuz ve sirayet eden şey iç (bâtın) ve bu sirayete mahal olan şey de dış (zahir) tır. Eğer Hak meydana çıkacak olursa halk, onunla perdelenir. Şayet halk meydana çıkacak olursa Hak ile örtünür ve onda iç olur. Bu suretle Hak, halkın kulağı, gözü, eli, ayağı ve bütün kuvvetleri durumuna girer." (Fususu'l-Hİkem)
Bu dışlar ve içler arasında her ne kadar gayrilik varsa da sıfat, zât'ın görünüş mertebesinde, has bir meydana çıkışından ibarettir. Kısaca, varlık (vücud) birdir. Âlem, onun tecellî (Emanation) ve zuhur (procession)udur. Bu meydana çıkma (tecellî ve zuhur), bir takım taayyün (determination) dereceleri ve iniş (tenezzül) mertebelerinden geçer. Yani, yaratılış bir meydana çıkıştır ve iniş mertebeleri de sıfatlarda bil-kuvve mevcud olan istidatların derece görüşünden başka bir şey değildir.
İbni Arabî tarafından ileri sürülen, onun peşinden giden İslâm mistikleri tarafından da pek ince bir şekilde işlenen bu iniş (tenezzül) teorisi Ahad olan Zât'ın ancak külliyat itibariyle olan mertebeleri bildirmesi bakımından altı iniş (tenezzülât-ı sitte); bu külliyatın (gerek iç gerek dış) birbirleri arasındaki münasebet ve ahengi bildirmesi bakımından da beş hazret diye adlandırılmıştır.