Osmanlı bürokrasisinde rapor veya taslak türü belgeye verilen ad
Lâyiha adı verilen yazın türü Osmanlı’dan önceye uzanan bir geleneği ifade etmektedir. Klasik Fars ve İslam siyaset geleneğinde sultan ve emirlere tavsiye babından çeşitli zamanlarda bazı kitaplar (nasihatname - siyasetname) kaleme alınmıştır.
Ahlak ve Siyasetname geleneği içinde tasnif edilebilen lâyihalar ilk dönem nasihatnameleriyle benzer özellikler taşısalar da önemli bir fark lâyihaları ahlak ve siyasetname kitaplarından ayırmaktadır.
Lâyihalarda mevzu daha çok "pratik" bir özellik arz ederken, siyasetnamelerde mevzunun "teorik" yönü ağır basmaktadır. Bu ayrım lâyihaları siyasetnamelerden ayıran temel özellik olarak temayüz etmektedir. Osmanlı devletinde de çeşitli zamanlarda ahlak gibi teorik mevzularda tavsiye kabilinden eserler (Ahlak-ı Alai - Kınalızade) ortaya çıktığı gibi, bilhassa 16. Yy' dan itibaren spesifik mevzulara dair nasihatnameler de kaleme alınmıştır.
Arapça asıllı bir kelime olan lâîha "düşünülen bir şeyin yazı haline getirilmesi" anlamına gelir. Osmanlılar lâyihayı rapor ve taslak olmak üzere iki ayrı belge türü için kullanmışlardır. Rapor mahiyetindeki lâyihalar kendi içlerinde de birkaç gruba ayrılır. Bunların arasında belki en çok kullanılan ve en çok bilineni ıslahat lâyihaları olup herhangi bir konuda düşünülen ıslahatın bir kişi veya daire tarafından kaleme alınmış metni ve belgesidir.
İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ TİP LÂYİHALAR
Osmanlı tarihinde bu tür birçok lâyiha hazırlanmıştır. En meşhurları Tatarcık Abdullah Efendi, Koca Yûsuf Paşa, Abdullah Birrî Efendi, Sâdullah Enverî, Faik Paşa gibi şahıslar tarafından yazılmış olanlardır. Bu gruba giren ikinci lâyiha tipi bir memuriyet veya teftiş sonrasında tesbit edilen hususların kaleme alındığı belgelerdir. Bu tür lâyihalar içinde yabancı bir devlet nezdine gönderilen memurların intihalarını bildirdikleri lâyihalar da vardır. Yaver Süleyman ve Yüzbaşı Âsaf beylerin İran memuriyetleriyle ilgili lâyihaları bunlardandır.
Üçüncü tip lâyihalar bir mesele hakkında görüş bildirir ki bunlara örnek olarak Mustafa Reşid Paşa'nın Paris Muahedesi ve gayrimüslim tebaaya verilen imtiyaz fermanı hakkındaki itirazlara cevap mahiyetinde olan lâyihası gösterilebilir. Esbâb-ı mucibe lâyihaları İse yeni konulacak bir kanun veya bir kanunda yapılacak değişikliğin sebeplerini açıklamak üzere kaleme alınır.
Elviye-i selâse ile ilgili olarak hazırlanan lâyiha bu gruba örnek olarak verilebilir. Taslak mahiyetindeki lâyihalar kanunnâme, nizâmnâme, talimatname, mukavelename, şartname gibi belgelerin taslakları niteliğindedir. Bunlar, resmî daireler tarafından hazırlanabildiği gibi devletle bir mukavele yapacak şirket veya şahıslar tarafından da kaleme alınıp resmî makamlara sunulabilirdi.
LÂYİHALARDA ELKÂB BULUNMAZ
Lâyihaların bütün diğer belgeler gibi kâğıdın üst kenarına yakın bir yerinde "nüve" İşareti yer alır. Biraz boşluk bırakıldıktan sonra lâyihanın neye dair olduğu yazılır. Lâyihalarda elkâb bulunmaz. Ancak yazılan makama göre takdim ifadesi değişik olur.
Lâyihalar mahiyetlerine göre kâğıdından tertip şekline kadar farklılık gösterir. Rapor mahiyetinde olanlarda kullanılan kâğıtların büyüklüğü raporun uzunluğuna göre değişir. Çok uzun olanlar birkaç sayfa halinde ve defter şeklinde yazılmıştır. Tek takrirlik kâğıt kullanıldığında marj sağda, çift takrirlik kâğıt kullanıldığında marj yaprağın "b" yüzünde sağda," a" yüzünde soldadır. Taslak niteliğindeki lâyihalar üzerinde düzeltmeler yapılabileceğinden kâğıdın kullanılışı da farklıdır.
Lâyiha metni ya karnıyarık denilen şekilde, yani kâğıt uzunlamasına ikiye bölünerek bir yarısına yazılır veya defter şeklinde yaprağın "b" yüzüne yazılıp sonraki yaprağın "a "yüzü boş bırakılırdı. Bunun sebebi çıkartma, ilâve ve düzeltmelerin çıkmalar şeklinde buralara yapılmasıydı.
OSMANLI BİR İDEAL ÇERÇEVESİNDE DÜNYAYI YORUMLAMAKTAYDI
Geleneksel zihin algısında içinde iktisadi meselelerin tali öneme haiz olması modern öncesi topluluklarda olması gereken bir durumdur. İktisat hayatın tanziminde ana etken olarak değil de sahip olunan dünya görüşü çerçevesinde şekillenen bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel fikriyatın dünyanın akış mecrasını tayin ettiği bir ortamda lâyiha müelliflerinin tavrı pekâlâ makul karşılanabilir.
Her ne kadar bozulmadan bahsedilse de Osmanlı hala devrinin en güçlü devletlerden biridir. Rakipleri karşısında zor duruma düştüğünde dahi üstünlüklerini kabullenmek kolay olmamıştır. Zira Osmanlı bir ideal çerçevesinde dünyayı yorumlamaktaydı ve bütün gayreti bu idealin tekrardan hâkimiyetini tesis etmek olmuştur. Lâyiha müelliflerinde de bu hususiyet ön plana çıkmaktadır.
İlk devir lâyiha müelliflerinden Ahmet Cevdet Paşa'ya kadar geçen süre zarfında bir bütün olarak İnhitat mefkûresine bakıldığında ana etken olan inhitat sabit kalmakla beraber inhitata sebep olan şeyler ve çözüm önerileri değişmiştir. İlk devirde "kanun-ı kadim" vurgusu zamanla yerini "nizam-ı cedid"e bırakmıştır.