Çağının edebiyat ve kültür ürünü olan eserler: Tezkireler
Çağının bir edebiyat ve kültür ürünü olan tezkireler aynı zamanda dönemin sosyal ortamından da özellikler barındırırken; ayrıca günümüz araştırmaları için de değerli birer belge ve kaynak durumundadırlar. Eskiden belli bir meslekte yetişmiş kişilerin yaşam öykülerinin anlatıldığı eserlere verilen genel ad olan tezkire, Osmanlı kültüründe şair biyografilerini içeren eserler anlamında kullanılıyordu. Türk Edebiyatında tezkire yazma geleneğinin temelini ise Ali Şir Nevaî, Mecâlisü'n-Nefâis adlı eseri ile attı.
Sözlükte "anmak, hatırlamak" mânasındaki zikr kökünden türeyen tezkire (çoğulu tezâkir) "hatırlamaya vesile olan şey" demektir. Terim olarak eski dönemlerde yazılan biyografik-antolojik eseri ifade eder. Çeşitli ilim dallarında yetişmiş âlimler ve şairlerin biyografilerine dair eserler Arap ilim çevresinde "tabakāt" adıyla ortaya çıkmış, Fars edebiyatında özellikle şairler için yazılan tabakat kitaplarına tezkire adı verilmiştir. İslâm telif geleneğinde zamanla farklı özellikler kazanarak gelişen tezkireler, esas nitelikleri bakımından günümüzdeki biyografik/antolojik sözlüklere benzer özelliklere sahiptir.
Osmanlı kültüründe tezkire denildiğinde öncelikle şair biyografilerini içeren eserler (tezkire-i şuarâ/tezkiretü'ş-şuarâ) akla gelir. Türkçe tezkirelere İran'da yetişmiş Avfî, Ferîdüddin Attâr, Abdurrahman-ı Câmî, Devletşah gibi müelliflerin kitapları örneklik ve kaynaklık ettiğinden Türkçe'deki bu tür eserler Farsça'dakilerle ortak özelliklere sahiptir.
İlk Türkçe tezkireler Anadolu sahasında yetişen isimlerin bu eserlere yaptıkları ilâvelerle ortaya konulduğundan tercüme-ekleme-telif denilebilecek bir yapıya sahiptir.
Abdurrahman-ı Câmî'nin Bahâristân'ı ile Nefeĥâtü'l-üns'ü başta Ali Şîr Nevâî ve Sehî Bey olmak üzere Türkçe tezkire müelliflerini büyük ölçüde etkilemiştir.
Nevâî'nin Nesâyimü'l-mahabbe adlı eseri Nefeĥât'ın, 170 kadar Türk ve Hint sûfîsinin biyografisinin eklenmesiyle hazırlanmış Çağatayca tercümesidir. Nefeĥât, Lâmiî Çelebi tarafından Fütûhu'l-mücâhidîn li-tervîhi kulûbi'l-müşâhidîn adıyla ve bazı ilâvelerle Anadolu Türkçesi'ne çevrilmiştir.
DEVRİN ŞİİR DİLİ VE ŞİİR ANLAYIŞINA DAİR AÇIKLAMALAR
Tezkirelerde, biyografik mâlûmat yanında Türkçe'nin Anadolu'da edebî bir dil olarak gelişim süreciyle ilgili dolaylı bilgiler yanında, devrin şiir dili ve şiir anlayışına dair önemli açıklamalar da yer alır. Ayrıca tezkire müelliflerinin bazı şiirleri değerlendirirken yaptıkları açıklamalarda divan şiiri dünyasını kavramaya yardımcı bilgiler bulunabilir. Özellikle mahallî tabirler, kelimeler ve bunların mânalarıyla ilgili açıklamalar tezkirelerin değerini arttıran hususlardır.
Kendisi de Kastamonulu olan Latîfî, tezkiresinde Necâtî'den bahsederken onun Kastamonu'ya has bazı kelimeleri şiire kattığını belirtip bunların dayandığı âdetlere dair bilgi vermekte, bunlar bilinmeden şiirlerinin anlaşılamayacağını söylemektedir. Dikkat çekici bir diğer husus da tezkire müelliflerinin şiir dilinde mesel kullanımı üzerinde durmalarıdır. Nitekim Türk şiir dilinin Fars etkisinden kurtulmasında ve halkın şiire büyük ilgi göstermesinde Necâtî'nin şiirlerinde atasözleri kullanmasının etkisinin bulunduğu Latîfî tezkiresinden öğrenilmektedir. Ayrıca "Sâfî" mahlasıyla şiir yazan Cezerî Kasım Paşa'dan bahsedilirken onun Anadolu'da şiirde ilk mesel kullanan kişi olduğu ve bu tarzın Necâtî Bey'de kemaline erdiğinin belirtilmesi de bu türden bir bilgidir.
KİŞİLERİN MESLEKLERİNE GÖRE ADLANDIRILAN TEZKİRELER
Tezkireler konularına, kapsadıkları kişilerin mesleklerine göre şöyle adlandırılır:
Tezkiretü'l-Şuara (Şairler Tezkiresi),
Tezkiretü'l - Hattatin (Hattatlar Tezkiresi),
Tezkiretü'l - Evliya (Evliyalar Tezkiresi).
Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin Mecâlisü'n-Nefâis adlı eserine dayanır; edebiyatımızdaki ilk tezkire budur.
Anadolu sahasında ilk tezkire Sehi Bey'e ait olup Heşt Behişt (sekiz cennet) ismini taşımaktadır. Bunun dışında Latifi tezkiresi, Ahdi'nin Gülşen-üş Şuara isimli tezkireleri de ünlüdür.
16.yy'da yaşayan Latifi (1491-1582) şiirleri de bulunmasına rağmen edebiyatımızda tezkiresiyle ünlü bir yazardır. Latifi tezkiresinde 310 şaire yer vermiştir. Latifi tezkiresinde şair ve sanatçıları objektif olarak değerlendirmiştir. Latifi tezkiresi bu yönüyle edebi tenkit örneğidir. Latifi'nin 1546'da tamamlayıp Kanuniye sunduğu kendi adıyla anılan tezkiresi, 1896'da Tezkiretü'ş-Şuara adıyla yayınlanmıştır. Tezkiretü'ş-Şuara süslü nesir şairidir.
ANADOLU'DA TEZKİRE KALEME ALMA GELENEĞİ
Şair Tezkiresi yazma geleneği XV. yüzyılda Çağatay sahasında Ali Şîr Nevaî tarafından kaleme alınan Mecalisü'n-Nefâis ile Anadolu sahasında ise Sehi Bey'in yazdığı Heşt Behişt ile başlayarak, asırlarca kesintiye uğramadan devam etmiştir.
Ali Şîr Nevâî'nin Mecâlisü'n-nefâis'i Türk edebiyatında bilinen ilk şuarâ tezkiresi olup Osmanlı tezkirelerine modellik etmiştir. Biyografisine yer verilen şairlerin büyük kısmı şiirlerini Farsça kaleme aldığı için her iki edebiyat bakımından önemli bir kaynak olan Mecâlisü'n-nefâis "meclis" adıyla sekiz bölüme ayrılmış, her bölümde şairler çeşitli gruplara ayrılarak ele alınmıştır. Fahrî-i Herâtî, Sâm Mirza ve Sâdıkī-i Kitâbdâr tarafından zeyil yazılan eserin çeşitli neşirleri yapılmıştır. Esere Sâdıkī-i Kitâbdâr'ın Mecmau'l-havâs adıyla yazdığı zeyilde daha çok hükümdar ve devlet adamlarından şiir söyleyenler anlatılmış, sekiz bölümden ikisi Türk ve İran şairlerine ayrılmıştır.
Anadolu sahasında kaleme alınan ve hemen tamamı müellif yahut eser adıyla ansiklopedide madde başı olarak yer bulduğundan aşağıda haklarında kısa bilgi verilecek başlıca şuarâ tezkireleri şunlardır:
Heşt Bihişt (Sehî Tezkiresi)
945 (1538) yılında yazılan eser Osmanlı sahasındaki ilk şuarâ tezkiresidir. Bir mukaddime ve "bihişt" (cennet) adını taşıyan sekiz bölümle bir hâtimeden meydana gelir. Eserin ilk bölümü Kanûnî Sultan Süleyman'a ayrılmıştır. İkinci bölümde Kanûnî'ye kadar şiir yazmış divan sahibi padişahlarla şehzadeler anlatılmakta, diğer bölümlerde devlet adamlarından şiir yazanlar, ulemâ sınıfından şairler ve tezkirenin yazılışı sırasında hayatta bulunmayan sanatkârlar tanıtılmaktadır. Tezkirenin en geniş bölümü olan altıncı tabaka müellifin bazıları ile bizzat görüştüğü şairlere dairdir. "Zikrü'n-nisâ" başlığı altında Zeyneb Hatun ile Mihrî Hatun'un tanıtıldığı bölümü Sehî'nin kabiliyetli bulduğu genç şairlerin anlatıldığı son tabaka izlemektedir. Önce Mehmed Şükrü tarafından yayımlanan eseri Necati Lugal ve Osman Reşer Almanca'ya tercüme etmiş, tenkitli neşrini Günay Kut gerçekleştirmiştir.
Tezkiretü'ş-şuarâ (Latîfî Tezkiresi)
Bir mukaddime, üç fasıl ve bir hâtimeden oluşmaktadır. Tertip bakımından daha sonra yazılan tezkirelerin çoğunda görülen bir geleneğin kaynağı olmuştur. Eser iki ana bölüme ayrılmış, birinci bölümde Türk ve İranlı şairlerle şair padişah ve şehzadelere yer verilmiş, ikincisinde eserin yazıldığı tarihe kadar ölmüş bulunan şairlerle düzenlendiği sırada hayatta olanlar anlatılmıştır. Tezkireyi ilk defa İkdamcı Ahmed Cevdet yayımlamış, Osman Reşer Almanca'ya çevirmiş, ilmî neşrini Rıdvan Canım gerçekleştirmiştir.
Gülşen-i Şuarâ (Ahdî Tezkiresi)
Ahdî, adının ebcedle karşılığı olan 971 yılında (1564) yazmaya başladığı eserini Şehzade Selim'e ithaf etmiş ve Kütahya'da kendisine sunmuştur. Yalnız çağdaşı olan şairleri ele alması bakımından diğer tezkirelerden ayrılan eserin ilk tertibinden sonra değişik zamanlarda yapılan ilâvelerle şair sayısı değişiklik gösteren birbirinden farklı nüshaları ortaya çıkmıştır. Ahdî önce üç bölümden oluşan kitabını yeni isimler ekleyerek dört bölüme çıkarmış ve mevcut bilgileri geliştirmiştir.