Yedinci sanatın başarı öyküsü
Sinema, bir sanat olmasının yanı sıra aynı zamanda da büyük bir endüstriydi. Hatta dönem dönem modayı, gelenekleri ve karakterleri bile etkiledi. Sinema ciddiye alınınca, yönetmenler filmlere has görsel bir dil yarattı. Böylece sinemacıların üslupları da ayırt edilmeye başlanmıştı. Günümüzde de büyük bir endüstri halinde devam eden sinema, teknolojik diğer gelişmelerin desteğiyle hızlı bir şekilde ilerliyor.
Varlığını yeni fizyolojik gözlemlere ve teknik ilerlemelere imkân tanıyan, optik bilimlere borçlu olan sinema; orta sınıfa hem kendilerine ayıracak vakit hem de refah sağladı. Büyülü fener gösterilerinden tutun da kaleydoskop makinelerine kadar gözde bir eğlence şekli olduğunu cümle âleme kanıtladı.
Edward Muybridge ve Etienne –Jules Marey gibi bilimciler harekete yönelik fotoğraf çalışmalarına öncülük etti. Thomas Edison'ın dikiz kutusu formundaki Kinetoscope'u büyük bir başarıydı. 1895'te Fransız Lumiere kardeşler ilk uygulamalı kamarayı ve toplu gösterim kavramını keşfetti. Film 1900'lerde de bir yenilik olmaya devam ediyordu.
'Sinema' kelimesinin kökeni Yunanca'da hareket anlamına gelen 'Kinema' ve yazmak anlamına gelen 'Grafeion' kelimelerinden türetildi. Sinema tarihte yokken bir durumun birçok seri fotoğrafı çekilir ve hızla ilerletilirdi. Tıpkı hepimizin çocukluk yıllarımızdan hatırladığı hareketli kitapçıklar gibi. Lucretius adlı filozof bir kitabında gölgelerin hareket etmesine dayanan fikrini anlatmıştı. Sinematografın ortaya çıkmasına kadar birçok cihaz yapılsa da hiçbiri işe yaramadı. Sinemaya dair gelişmeler ve tarihleri şöyle:
1824 yılında İngiltere'de, Roget hareket eden cisimlerle ilgili bir incelemesini akademiye gönderince, ardından Herschel ve Faraday'ın araştırmaları başladı.
1833 yılında Dr. Plateau ve Prof. Stampfer 'Zoetrop' adında bir cihaz yaptı. Bu cihaz göz aldanmasıyla ilgiliydi: Silindir şeklindeki aletin içinde bir hareketin her aşamasında çekilmiş fotoğraflar yer alıyordu. Döndürüldüğünde ise bakan kişi sanki hareket edermiş gibi görüyordu. Bundan 20 yıl sonra, Baron Franz Von uchatius adındaki bir subay, bu tasarıma ışık yansıtarak resimlerin duvarda görülmesi sağladı. 1860 yılında adını 'Kinematoskop' koyduğu, çekilmiş fotoğrafların yan yana göründüğü aleti üreten Coleman Sellers, aletin ismini satın aldı.
10 yıl sonra Henry Renno Hey, kinematoskopu geliştirerek görüntüleri duvara yansıttı ve adını 'Fasmatrop' koydu. Cihazındaki hareketli resimler vals yapan bir kadın ve adamın 6 adet fotoğrafından oluşuyordu.
1872 yılında bir sporcu ve arkadaşı atının hareketlerini yakalayabilmek için ip bağlı makineleri aralıklarla alana koydular ve at önünden geçerken makineleri aktif hale getirince o güne kadar alınmış harekete en yakın fotoğraflar yakalanmış oldu. Aynı şekilde duvara yansıtılan görsellerde at yerinde havaya zıplıyor gibi bir görüntü oluşturuyordu. Sonraki tarihlerde bu cihazın üzerinden gelişmeler üretildi.
İLK ÖYKÜLER
İpuçların vodvil oyunlarından alan ilk programlar envai çeşit eğlence sunuyordu. Erken dönem filmleri çoğunlukla tek çekimden oluşuyordu. Ne zaman ki filmlerin süreleri uzadı salon sahipleri çekimlerin bir seferde mi yoksa art arda mı gösterileceğine karar vermek durumunda kaldı. Bunlar günlük haber filmlerinden mevcut olayların yeniden canlandırılmalarına ya da basit kurmacalara kadar farklılaşıyordu.
Lumiere kardeşler yolculuk filmlerine odaklanırken, Georges Melies ve Edwin S. Porter gibi ilk sinemacılar öykü anlatmayı denedi. Bir stüdyo kuran Melies film yanılsamaları ve efektleri konusunda ilerleme kaydetti. Edison için çalışan Porter ise Life of an American Fireman ile anlatı sınırlarını genişletti. Oldukça karmaşık çekim sekansları içeren bu filmde hayalinde bir yangın canlandıran bir itfaiyeci vardı. Arayazıları –yazı kartlarını- Amerikan sinemacılığına sokan da oydu.
EDİSON'IN DİKİZ KUTUSU FORMUNDAKİ KİNETOSCOPE'U
Edison, fotoğraf filmleri üretilince cihaza büyüteçle bakıldığı bir makine icat etti. 15 metrelik bu film icadı 1889 yılında gösterildi. Bir yanında mercek olan, önünden film geçirilen bu tasarım bir nevi kameranın ilkel haliydi. Lombard bu icatla ilgilenince Broadway'de bir salon açtı ve gösterimler düzenlemeye başladı. Sinemanın mucidi Lumiere Kardeşler'in perdede seyrettirdiği gösterimler de eklenince sinema sektörü gelişmeye başladı. Gelişen cihazla ilk gösterdikleri film bir trenin gara gelişiydi: İzleyenler trenin onları ezeceğini düşünerek kaçmaya başladılar. Bir süre sonra biraz daha uzun bir film yapıldı. Lumiere Kardeşler dünyayı gezerek filmleri her yerde göstermeye ve sinema sektörünü genişletmeye başladılar. 1800'lerin sonlarında artık biraz daha uzun filmler çekilmeye başladı.
Thomas Edison'ın dikiz kutusu formundaki Kinetoscope'u büyük bir başarıydı. 1895'te Fransız Lumiere kardeşler ilk uygulamalı kamarayı ve toplu gösterim kavramını keşfetti. Film 1900'lerde de bir yenilik olmaya devam ediyordu.
İLK SİNEMALAR
Nickelodeon'ların (nikel beş sentle girilen gösterim salonları) ve diğer "meşru" film salonlarının ortaya çıkışıyla sinema daha ciddi bir eğlence türü olarak görülmeye başlandı. Yapımcılar anonim şirketler kurdu, seyirciler perdede izledikleri oyuncuları tanır oldu. Vitagraph'ta hem oyuncu hem de terzi olarak çalışan Florence Lawrence, Biograph serisinin çok sevilen birkaç filminde rol alınca hayranları ismini öğrenebilmek için yapım şirketine mektuplar yağdırdı. İsimleri öğrenilen yıldızların daha fazla para isteyeceğinden endişelenen stüdyo yetkilileri ona "Biograph Kızı" adını verdi.
Lawrence'ın Biograph'taki ilk yönetmeni "sanatsal" filmlerin yaratıcısı olarak ünlenen D.W. Griffith'di. Kameraman Gottfried Wilhelm "Billy" Bitzer, Blanche Sweet, Lillian Gish gibi oyuncuların desteği ve Avrupa filmlerinin etkisiyle Griffith birçok yeni tekniği popülerleştirdi.
1900'lere gelindiğinde eskiden 1-2 kısımlık olan filmlerin yerine artık 16 kısımlık uzun filmler gösteriliyordu. Film sektörü iyice gelişince senaristler, oyuncular da çoğalmaya başladı. İlk önce tiyatro varken bir makinenin önünde rol yapmayı kimse kabul etmese de film sektörünün genişlemesi ve oyuncuların ünlenmesiyle herkes sinema oyuncusu olmak istemeye başladı. O dönemde sessiz filmler çeviren Charlie Chaplin, ardından gelişen Hollywood sektörü sinemanın günümüzdeki haline gelmesinin adımlarını attı. Günümüzde büyük bir endüstri haline gelen sinema, teknolojik diğer gelişmelerin desteğiyle akıl almaz bir hal aldı.
KÜLTÜR OLARAK SİNEMA
Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Avrupa film sanayii ABD'dekilerle eşit seviyedeydi, hatta onlardan bir gömlek üstündü. Her ülke farklı bir tarzla özdeşletirilmeye başlanmıştı. İtalya La Caduta di Troia (1910) gibi klasik epik filmler yaptı. Fransa, L'assassinat du duc de Guise (1908) gibi dönem filmleri ve Max Lİnder komedileri çekti. Danimarka, Atlantis (1913) gibi dramları seçti. Almanya ise ünlü yazarlar tarafından kaleme alınan Der Student von Prag gibi saygın Autorenfilme eserlerini popülerleştirdi.
1910'ların en popüler formu, dizilerdi. Her bölüm kendi başına bir öyküden oluşmakla beraber ucu açık kurguyla konunun aylarca sürmesi sağlanıyordu. Fransa'da Louis Feuiilade Fantômas ile başlayan birkaç cinayet dizisi yaptı. Pearl of Pauline (1914) ile Amerika'nın "dizi kraliçesi" oldu.
TÜRKİYE'DE İLK SİNEMA GÖSTERİMİ
Ülkemizde yapılan ilk sinema gösteriminin tarihi 1896. 29 Aralık 1895'te, Lumiere kardeşlerin yaklaşık 50 saniyelik "Trenin Gara Girişi" filmi ilke kez Paris'te seyirciyle buluştuktan sonra da ülkemize geldi. Bu film gösterimi II. Abdülhamid zamanında 1896'nın sonlarında Yıldız Sarayı'nda Bertrand adından bir Fransız tarafından ayıldı.
Saraydaki herkes merakla sinematograf denilen bu sıradışı cihazın sihrini görmek istiyordu. Sultan Abdülhamid sabırsızlıkla hazırlıkları bekliyordu. Bertrand hemen sarayda bir salona perde gerip tarihe geçen ilk sinema gösteriminin startını verdi. Başta Sultan Abdülhamid olmak üzere herkes hayranlıkla izledi.
FİKRİYAT
Derlenmiştir.
NTV- Film