Zamanın şahitleri mezar taşları
Milli kültürümüzün önemli unsurları arasında yer alan, Türk sanatının farklı dönemlerinin özelliklerini barındıran ve bu nedenle de her biri, zamanlarının birer şahidi ve temsilcisi konumunda olan mezar taşları, özellikle Osmanlı zamanında çok farklı bezemelere sahip taş işçiliği ile ön plana çıkıyordu.
Dünya üzerinde pek az toplum, mezar taşlarını usta işi bezemeler, lâle, sümbül, hurma dalı ve diğer nebâtat ile süsleyip mezarlıklarını Osmanlılar kadar şenlendirebilmiştir.
Osmanlı mezar taşı kitâbeleri, hayatlarında toplumun herhangi bir kesiminin rükünlerinden olmakla birlikte, ölümleri neticesinde yaşayanların belleğinden silinmeye başlayan hatıralarını birkaç nesil sonrasına duyurma isteğinin en müşahhas ve estetik bir ifadesi olmuştur.
Mezar taşlarının muhtelif hususiyetleri itibariyle kültürel varlıklarımız arasında önemli bir yeri vardır. Yapıldıkları dönemlerin sosyo-kültürel özellikleri, maddi ve manevi değerleri ve hayat anlayışları gibi pek çok konuda bilgi veren bu taşlar ayrıca Türk süsleme sanatı motif ve kompozisyon uygulamalarının yoğun olarak görüldüğü yerler arasındadır.
Mezar taşı kitâbelerinde üç önemli sanat özelliği göze çarpıyordu. İnce taş işçiliği, yazı sanatı ve mezar taşlarında bulunan dinî ve edebî ifadeler...
Osmanlı dönemi mezar taşları araştırmacılar tarafından çeşitli çalışmalara konu edildi ve söz konusu taşlar form, süsleme kompozisyonu ve muhteva gibi farklı açılardan incelendi. Tespit edilen kadarıyla henüz herhangi bir çalışmada ele alınmamış, bir miktar mezar taşı da Vezirköprü yöresinde bulundu.
Yapı olarak mezar taşları birbirlerine benzer özellikler gösterirdi. Ana farklılık erkek ve hanım mezar taşı kitâbelerinde görülürdü. Erkek mezar taşlarında ölünün statüsüne göre bir başlık bulunmasına karşın, kadın mezar taşlarında çiçek motifleri başlık olarak yer alırdı.
Osmanlı'da batılı anlamda bir heykel geleneği yok. Batı'da en, boy ve derinliği olan insan ve hayvan figürleri çalışılmasına karşılık, Osmanlı'da özellikle mimarî unsurlarda çok farklı bezemelere sahip taş işçiliği kullanılıyordu. Bunun yanında mezar taşı kitâbeleri, taş işçiliği olarak da zengin örneklerle karşımıza çıkıyordu. Genelde, kadın ve erkek mezar taşı olarak iki grupta toplanan bu taşlar, kendi içinde de farklılıklar gösterirdi. Erkek mezar taşları başlık taşımalarına karşılık, kadın mezar taşlarında daha çok kadın zerâfetini yansıtan çiçek motifleri bulunurdu.
GENEL OLARAK İKİ AYRI TAŞ BULUNUR
Erkek veya hanım mezarlarında genel olarak iki ayrı taş bulunur. Bunlar, baş ve ayak şâhidesidir. Erkek mezar taşlarının baş şâhidelerinde başlıklar bulunur. Ayak şâhidelerinde ise çok farklı ağaç ve meyve motifleri yanında çeşitli desenlerin varlığı bilinir.
Bugün İstanbul'daki büyük camilerin hazîrelerinde, Karacaahmet, Eyüp Sultan ve Merkez Efendi gibi tarihî mezarlıklardaki – yıllardır yaşanan kıyımlardan, her nasılsa kendilerini kurtarabilmiş – mezar taşları, bir toplumun estetik ve sanat değerlerini yansıttığı gibi, ölüm gibi acı bir olaya, ne şekilde yaklaştığının ipuçlarını verir.
Herhalde dünya üzerinde pek az toplum, mezar taşlarını usta işi bezemeler, lâle, sümbül, hurma dalı ve diğer nebâtat ile süsleyip mezarlıklarını Osmanlılar kadar şenlendirebilmiştir.
Osmanlı mezar taşlarının, ilk bakışta dikkati çeken unsurları, ince taş işçiliği ve bir kültürün özelliklerini tüm güzelliği ile yansıtmalarıdır. Heybeti ile bir anda kendini gösteren bir mezar taşı, itinalı süslemesi ve usta bir hattatın kaleminden çıkan kitâbesi ile gelip geçeni kolaylıkla tesiri altına alabilir.
EN ÇARPICI UNSUR BAŞLIKLAR
Osmanlı mezar taşlarının en çarpıcı unsuru ise başlıklarıdır. Hayatta iken ilmiye ve devlet kadrolarında görev sahibi olanların, tasavvuf hayatında mühim bir yer işgal edenlerin, beşerî hayatta söz sahibi konumda olanların, basit sarıklar ya da keçe başlıklar takanları sıradan halktan ayıran en önemli husus, giyim kuşamından çok, taktığı başlıktır. En basit anlamı ile kişinin sosyal statüsünü ve kariyerini topluma ilân eden bir simge olan başlığın önemi, şüphesiz sadece yaşayanlar arasında değildir.
Erkek mezar taşı kitâbelerinde ayak şâhidesinde genel olarak başlıklar, kavuklar ve tâclar bulunur. Bazı erkek mezar taşı kitâbelerinin kavuklarında çiçek motifinin işlendiği görülür.
Zeytinburnu özelinde Yedikule Mezarlığı'nda kâtibî bir kavukta ters bir çiçek motifi işlenmiştir.
Bunlara çeşitli anlamlar yüklendiği de olur. Genellikle yapılan yorum, yarım kalan bir saadetin bu şekilde taşa yansıtıldığıdır.
Öte yandan bu serpuşların bazılarında görülen gül bezemesinin, bir süsleme olmaktan ziyâde henüz genç yaşta iken vefatı belirten bir simge olduğu görülür. Destarın sarılma şekli buna benzemekle birlikte, alt kısmı daha toplu olan bir başka türde farklılaşan bir diğer özellik ise, üzeri baklava şekilleri ile bezeli olan diğerinin aksine, kavuğun yivli oluşudur. Yine bu türün bir başka varyantında ise, kavuğun üzeri yıldızlarla bezeli ve destar kavuğun alt kısmına düz olarak sarılır.
KADINLARIN KULLANDIĞI ÖZEL BAŞLIKLAR
Belirlenmesi kolay olan bir başka başlık veya süs unsuru ise, kadınların kullandığı "Hotoz" adı verilen özel başlıklar olmuştur. Bu hotoz başlıklarda hanım zerâfetini yansıtacak şekilde vazo içerisinde güller, çiçekler bulunur. Genellikle basık yarım küre şeklinde olan bu başlıklar, bazen dilimli ya da halkalı olabilmekte, bazı örneklerde ise yüzey kısmın dönemin üslûbunda desenlerle bezendiği görülür. Boyun kısımları çoğunlukla çiçek demetleri ile bezeli olmakla birlikte, maddî gücünü yansıtmak isteyenlerin, muhtemelen sağlıklarında sahip oldukları kolye, gerdanlık gibi ziynet eşyalarını nakşettirdikleri de görülür. Onlar da kendi sosyal statülerini, bu şekilde belirtirler.
HACI OLDUĞUNU BELİRTEN HURMA AĞACI
Osmanlılarda mezar taşlarının asıl amacının bir insan tasviri ortaya koymak olmadığı, aksine, o insanın pâyesini, daha alt katmanda kimliğini ortaya çıkarmak, kısacası taşın sahibini tanıtmak olduğu görülür. Kişinin genç yaşta ölmüş olduğunu belirten çiçek, hacı olduğunu belirten hurma ağacı, idam edildiğini anlatan boyun kısmındaki kement, mesleklerini yansıtan tulumba, çapa, ok-yay -ki namlı bir kemankeş olduğuna işaret eder- ve okur-yazarlığına delalet eden kalem-divit gibi simgelerde de, kişinin kimliği ile ilgili daha özel bilgiler verilmeye çalışılır. Bu yüzden, serpuşun ve diğer simgelerin mezar taşlarındaki anlamı, son derece büyüktür.
Osmanlılarda sosyal statünün en önemli göstergesi olan kavuklar, bu nedenle mezar taşlarının da en belirleyici özelliği haline gelmişlerdir.
İstanbul'daki Osmanlı mezar taşları ve mezarlıkları, her ne kadar temelde İslâmi olsa da, kendinden önceki veya çağdaşı olduğu toplumların mezar kültüründen ve sanatından birçok noktada ayrılan, şahsına münhasır bir kültürün ürünleri olarak karşımıza çıkar. Sosyal hayattaki gelişmeler ve ortaya çıkan yeni modaların, ölüm kültürü ve bunun yan ürünleri olan sanat ve estetik değerler ile mimarîdeki etkileri ilk olarak İstanbul'da ortaya çıkmış ve buradan imparatorluğun dört bir yanına ihraç edilir.
İSLÂM MEDENİYETİNDE LÂLE VE GÜLÜN YERİ
Mezar taşı kitâbelerinin ayak şâhidelerinde hurma ağacı ve üzüm salkımları ile çeşitli bitkiler ve yaprakların işlendiği görülür. Bunun yanı sıra çeşitli motifler, üslûplaşmış şekilde ayak şâhidelerini bezer. Mezar taşı kitâbelerine işlenen yegâne çiçekler ise gül ve lâledir. İslâm medeniyetinde lâlenin Cenâb-ı Hakk'ın, gülün ise Hz. Peygamber'in remzi kabul edilmesi bunların bolca kullanılması neticesini vermiştir.
İSTANBUL'UN İLK MÜSLÜMAN MEZARLIĞI
İstanbul'un ilk Müslüman mezarlığı Karacaahmed, eskiden Üsküdar'dan Söğütlüçeşme ve Kızıltoprak'a uzanırdı. Meşhur tarihî şahsiyetlerin medfun bulunduğu ve çoğu yok edilen kabristan, âdeta Osmanlı tarihî müzesidir. Avrupa yakasının en eski kabristanı Rumelihisarı'ndadır. İlk fetih şehitlerinin gömülü olduğu kabristanın büyük bir kısmı ortadan kaldırılmıştır. Mübarek sahabinin hatırası sebebiyle çokları Eyüp Sultan Kabristanı'na gömülmeyi arzu ederdi. Bakımsızlıktan harab olmuş; büyük kısmı ortadan kalkmıştır. Eskilerden Topkapı, Edirnekapı ve Merkez Efendi mezarlıklarının bir kısmı çevre yolu sebebiyle sökülmüştür.
Derlenmiştir.
Z Dergisi, Süleyman Berk/Mustafa Yılmaz- Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci