Köpeklerin ahı
Vaktiyle İstanbul halkı, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında başa gelen felaketleri, belediyenin köpeklere reva gördüğü muamelenin âhı olarak görmüştü...
Kültürümüzde köpeğe, kedi kadar itibar edilmemiştir. Kedinin idrarı elbisede necis bile değilken, köpeğin yaladığı yer bile pis olur; hatta bazı âlimlere göre biri topraklı suyla olmak üzere yedi defa yıkanması icab eder. Bu sebeple köpek Müslüman cemiyetinde ürkülen, uzak durulan bir hayvan olmuştur.
Tirmizî'de geçen bir hadîs-i şerifte, "Hiçbir ev halkı yok ki, evde köpek bağlasın da her gün sevabından bir kırat eksilmesin. Ancak av, bekçi veya koyun köpekleri hariç" buyuruldu. Hatta insanlara zarar veren fare, akrep gibi hayvanlarla beraber saldırgan köpeğin de öldürülmesine cevaz verilmiştir.
Bir ara vahiy kesilmişti. Bunun sebebi sorulduğunda Cebrail aleyhisselâm şöyle dedi: "Biz, suret ve köpek bulunan eve girmeyiz." Sonra küçük yaştaki Hazret-i Hasan'ın oynadığı köpek yavrusunu eve getirdiği anlaşıldı.
Hâkim'de geçen bir hadîs-i şerîf, kıyâmet yaklaştığında, bir adama köpek yetiştirmenin, çocuk yetiştirmekten daha cazib geleceğini haber verir.
KİNOFOBİ
"Korkma, bir şey yapmaz" sözüyle mesele bitmiyor. Köpek korkusunun bir de adı var: Kinofobi. Eskiden köpek bir insanın kendisinden korktuğunu anlarsa, saldırır derlerdi. Hatta güya köpekler bunu, o kişinin kulaklarının arkasından çıkan herkesin göremediği dumandan anlarlarmış. Şair demiş ki,
En saadetli günüm bilirim şu gündür ki
Köpeği görmedim, köpek de görmedi beni.
Köpeği görünce çömelmenin ve elde değnekle gezmenin faydasına inanılırdı. Köpeği görünce okunacak dualar bile öğretilirdi. Köpek deyince akla hemen kuduz gelirdi.
Herkes köpek sevecek diye bir kaide yok. Deborah Rodriguez'in A Cup of Friendship kitabında şöyle bir cümle geçer: "Köpekler pis ve aptal olurlar. Sanki vermeye mecburmuşsunuz gibi sevginizi ve ilginizi talep ederler." Zamanımızda köpeklerin değil ama sahiplerinin, herkesten köpeklerini sevmesini, onlara katlanmasını egoistçe beklediği de bir hakikat.
Köpeklerden ürküntü duymak, onlara merhametli davranmaya aykırı değil elbette. Hazret-i Peygamber, eski ümmetlerden kötü namlı bir kadının, susuzluktan ölmek üzere kuyunun başında bekleyen bir köpeğe ayakkabısıyla su çıkarıp verdiği için affedildiğini söyler.
ÇÖPÇÜ VE ZABITA GÖREVİ!
Sokak köpekleri, eskiden beri Osmanlı şehirlerinin mümtaz sakinleridir. İstanbul'u ziyaret eden hiçbir ecnebi seyyah veya yazar yoktur ki, sokak köpeklerinden bahsetmiş olmasın. Bunları, şehir sosyolojisinin bir parçası olarak görmüşlerdir. 1655'te İstanbul'u gezen Thevenot, halkın köpekleri koruduğunu; hatta bazı zenginlerin köpeklerin geçimi için vasiyette bulunduğunu yazar.
Âdeta aralarında teşkilat kurup, sokakları paylaşmışlardır. Birbirlerini muhitlerine asla sokmazlar. Çoğu evin kapısı önünde oyuk bir taş vardır. Evlerde artan yemekler, sokak köpeklerinin yemesi için buraya dökülür. Köpekler, aynı zamanda çöpçü vazifesi görürlerdi. Köpekler, geceleri kendi mahallelerine giren yabancılara havlayarak zabıta işi yaparlardı.
Binlerce sokak köpeğine rağmen, şehirde kuduz hastalığına hiç rastlanmaması hayret vericidir. Yabancılar, yiyeceklerinin az oluşunun, sınırsız bir cinsî serbestlikle bir araya gelince, kuduza karşı muntazam gıda ve barınaktan daha tesirli bir antidot ortaya çıkardığı fikrindedir. Saray tabibi Mavroyeni Paşa, sokak köpeklerine dair bir kitap yazmış; orada da bu sebepler üzerinde durmuştur.
KÖPEKLERİN SÜRGÜNÜ
XIX. asırda İstanbul'da 40-50 bin kadar sokak köpeği olduğu zannedilmektedir. Modern şehirleşme ile beraber sokak köpeği meselesi ortaya çıktı. Avrupa şehirlerinde böyle bir mesele kalmamış; köpek besleyenlere vergi getirilmişti. Hatta köpek sevgisiyle tanınan şair Lamartine, bu vergiye karşı çıkmıştı.
Sultan II. Mahmud, yeniçerilerden sonra şehri köpeklerden de temizlemeye teşebbüs etti. Sivriada'ya sürülmek üzere köpeklerle doldurulan tekne, fırtınaya yakalanmış, dalgalar tekneyi geldiği yere fırlatmıştı. Bunun ilahî bir ihtar olduğu düşünülerek vazgeçildi.
Sultan Aziz zamanındaki teşebbüs muvaffak oldu. Ancak bu sefer İstanbul'da çıkan peş peşe yangınlar, bir intikam olarak görüldü; köpekler apar topar geri getirildi. 1889'da Alman İmparatoru İstanbul'a geleceği zaman, sokak köpeklerinin temizlenmesi konuşuldu. Ancak halkın protestosu üzerine vazgeçildi.
Meşrutiyet devrinde İstanbul şehremâneti (belediyesi), sâri hastalık endişesiyle sokak köpeklerini bir bir toplattı. 1910'da Çingeneler tarafından tahta kıskaçlarla toplanıp, kafeslere yerleştirildi. Mavnalarla Sivriada'ya götürüp bıraktı. Köpeklerin uğultusu günlerce İstanbul halkını rahatsız etti, vicdanlarını parçaladı. Gelip geçen teknelerden adaya yiyecek atanlar oldu. Bir müddet sonra köpekler açlıktan öldü; sağ kalanlar ölü arkadaşlarını yediler. Köpek leşlerinin kokusu, semaları sardı. Uyanık bir Fransız, bu köpeklerden kalan deri, kemik tozu, yağ ve gübre malzemesini toplayıp Marsilya'ya sattı.
1911'de sayıları yine on binleri bulan sokak köpekleri, şehremini Dr. Cemil Topuzlu'nun emriyle yavaş yavaş imha edildi. Gerçi "İtin duası kabul olsa, gökten kemik yağardı" derler ama, kısa bir zaman sonra başa gelen Trablusgarb, Balkan ve nihayet Cihan Harbi felaketlerini, halk, bu köpeklerin âhına bağlamıştır.
SADEDDİN KÖPEK
Köpek de, it de Türkçe kelimelerdir. Yavrusuna da enik denir. Hepsi hakaret mahallinde de kullanılır. Barak da köpek demektir. Barak-ı Hüseyn, Hüseyn'in köpeği demektir.
Selçuklu tarihinde vezir Sadeddin Köpek meşhurdur. Bu isimle anılması, eski Türklerde, düşmana korku salmak adına, yırtıcı hayvanların isminin çocuklara verilmesi an'anesindendir. 12 hayvanlı Türk takviminde köpek yılı vardır.
BOĞA KÖPEĞİ
Köpek, insanlığın başından beri ehlileştirilmiş bir hayvan. Yunan mitolojisinde insanın koruyucusu sayılmıştır. Rönesans'tan itibaren Avrupa günlük hayatının her sahnesinde köpeklere rastlanır.
İngiltere'de XVI. ve XVII. asırlarda boğaları köpeklere parçalatmak bir çeşit eğlenceydi. Buldog, boğa köpeği demektir. II. Cihan Harbi'nde Alman ordusunda 50 bin köpek vazife yapmıştı.
KITMİR
Köpek, sadakat ile tanınır. "Köpeğin olayım" sözü meşhurdur. Ârifler, bu sadakati tabasbus (yaltaklanmak) olarak görür ve beğenmez. Namık Kemal,
"Muîni zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten" diyerek, zâlim avcıya hizmetten zevk alan köpekteki aşağı tabiata dikkat çeker.
Böyleyken bir köpek vardır ki, Kur'ân-ı kerimde isim verilmeden zikredilir. O da Eshab-ı Kehf'in köpeğidir. Hatta cennete girecek birkaç hayvandan biri sayılır. İsa aleyhisselâmın ümmetinden 6 genç, zalimlerin elinden kaçıp hicret etmekten başka çare bulamamışlar; yolda rastladıkları bir çoban da onlara iştirak etmişti. Kendilerini ele verir diye çobanın köpeğinin gelmesine razı olmamışlar; dile gelen köpek yalvarmıştı.
İşte Kıtmir diye bilinen bu köpek, Şark edebiyatının sembollerinden biri olmuştur. İyilerle beraber olan köpeğin bile mahrum kalmayacağına delalet eder. Necib Fâzıl, Şeyh Safî'nin Farsça mısralarını, "Sonsuzluk kervanı peşinizde ben, üçayakla seken topal köpeğim" diyerek Türkçeleştirmiştir. Eshâb-ı Kehf'in ardından bir iki adım yürüdüğü için övülen Kıtmir'e işaret vardır.
Türkiye Gazetesi
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci