Osmanlı'nın Hint Okyanusu'ndaki hâkimiyeti
Osmanlı Devleti’nin, Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere verdiği tepkinin önemini, kurduğu Süveyş ve Hint donanmalarında ve bu donanmaların başına atanan önemli komutanların yanı sıra, söz konusu komutanların, amirale değil, doğrudan doğruya Divan-ı Humayun’a bağlı olmasında görmek mümkün…
Osmanlı Devleti'nin Hint Okyanusu politikasından söz edildiğinde aklımıza ilk olarak Kızıldeniz, Umman Denizi, Basra ve Aden Körfezleri gelir. Bunun yanı sıra Batı Hindistan kıyıları ve Sumatra'ya kadar uzanan boyutunu da unutmamak gerekir. Osmanlı Devleti'nin bir kara devleti olduğu inancı asırlardır dillerde olmasına rağmen, bunun derinlerine inildikçe aslında bu kanının doğru olduğunu görürüz.
Yine de Osmanlı'nın denizlerdeki varlığını hepten yok saymamak gerekir. Osmanlı'nın bir kara devleti mahiyetinde görülmesi, donanması ile stratejik faaliyetlere girmediği anlamına gelmez. Hint Deniz Seferleri bu faaliyetlerin en açık örneklerinden birisi olmakla birlikte Osmanlı ileri gelenlerinin, devrin sarsıcı gelişmeleri hakkındaki tutumları ve fikirleri konusunda aydınlatıcı rol üstlenebilecek mahiyettedir.
Osmanlı denizcilerinin egemenlik kurmaya çalıştıkları alan temel olarak Akdeniz oldu. Fakat 16'ncı ve 17'nci yüzyıllarda Osmanlı denizcilerinin hem batıda Atlas Okyanusu'nda hem de doğuda Hint Okyanusu'nda dikkate değer etkinlikleri oldu.
OSMANLI DENİZCİLERİNİN BİLİNEN İLK FAALİYETİ
1585 tarihi, Osmanlı denizcilerinin Koca Murad Reis öncülüğünde Cebelitarık'ı geçtikten sonra Atlas Okyanusu'nda Kanarya adalar topluluğundan Lazarot adasına baskın yaparak 300'den fazla esir aldığı tarihtir. Bu Atlas Okyanusu'nda Osmanlı denizcilerinin bilinen ilk faaliyeti olarak tarihe g eçer. Daha sonra 17'nci yüzyılda da bu yöredeki faaliyetlerini sürdürürler. 1620, 1621 ve 1622 yıllarında Türk korsanlarının 400'den fazla İngiliz gemisini ele geçirdikleri bilinir. Türk denizcileri Atlas Okyanusu'nu boydan boya geçerek Newfoundland adasına kadar giderler. Bu etkinliklerinin temelinde Amerika kıtasının keşfinden sonra Atlas Okyanusu'ndaki korsanlığın Akdeniz korsanlığından daha karlı olması yatar. Çünkü Amerika'dan getirilen değerli madenler Akdeniz kıyılarından değil, okyanus kıyılarından kıta Avrupa'sına götürülmekteydi...
Osmanlı Devleti'nin, Mısır'ı ele geçirmesiyle başlayan Hint Okyanusu politikası, sırasıyla Selman Reis, Hadım Süleyman Paşa, Piri Reis, Seydi Ali Reis komutasındaki Süveyş ve Hint Donanmalarının Portekizlilerle önemli mücadelesine sahne oldu. Bu süreçte, Selman Reis'in Cidde'nin savunulmasındaki başarısı, Aden'i alması olumlu bir başlangıç sayılabilir. Hadım Süleyman Paşa'nın Diu önlerinden geri dönmesi; Piri Reis'in Hürmüz'de başarısız olması ve Umman Denizi'ne hakim olma çabalarının Portekizlilerce engellenmesi, Seydi Ali Reis'in Portekizliler karşısında mağlubiyeti başarısızlık olarak telakki edilebilir. Bunun sonucu olarak, Osmanlı Devleti sadece Süveyş'in ve Kızıldeniz'in kontrolünü elinde tutarken, Hint Okyanusu'nda Portekizlilerin etkin olduğu görülür.
HİNT OKYANUSU'NUN TARİHTEKİ ÖNEMİ
Hint Okyanusu, yüzyıllarca Doğu-Batı ticaretinde önemli bir suyolu olarak dikkat çeker. Roma İmparatorluğu döneminden başlayarak gerek Çin-Hindistan-Basra Körfezi-Kızıldeniz-Süveyş- Kuzey Afrika ve Avrupa limanları arasındaki ticarette gerekse Basra-Halep-Suriye veya Kızıldeniz'in iki yakasında, Arabistan ve Afrika sahillerinde gerçekleştirilen doğu-batı ticaretinde doğunun zengin kaynaklarını batıya taşıyanlar Asyalı denizciler oldu. İslam öncesi dönemden başlayarak Arap denizcilerinin yoğun olarak ticari faaliyette bulundukları bu coğrafyada, İslam'ın yayılmasıyla birlikte Müslüman tüccarlar bölgedeki ticari faaliyetleri devam ettirdiler. Böylece 9. yüzyıla gelindiğinde, Müslüman denizcilerin hâkimiyet alanları en geniş sınırlarına ulaştı. 10. yüzyılda Arap tüccarların Kanton'da önemli bir azınlık grubunu oluşturmaları bu gelişmenin bir sonucudur.
Ekonomik ve kültürel zenginliğe konu olan Hint Okyanusu civarındaki toplumların kaderi, 16. yüzyıl başlarından itibaren Batılı güçlerin Hint Okyanusu'na komşu devletler üzerinde hâkimiyet kurma istekleriyle bölgenin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısında geri döndürülemez bir dönüşümün yaşanmasına yol açtı. Batılı ülkelerin Güneydoğu Asya'daki sömürgecilik tarihi Portekiz (1511) Hollanda (1598), İngiltere (1600) ve Fransa (1602) tarafından yazıldı. Avrupalı devletlerin doğuya gerçekleştirdikleri deniz seferlerinde, bu coğrafyanın baharat ve ipek gibi kıymetli mallarının ticaretine hakim olma arzusu yatıyordu. Bu ilgi zamanla bölgedeki diğer yeraltı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesine kadar gitti. Bu süreç, aynı zamanda, Avrupalı sömürgeci devletlerin ekonomilerinin giderek düzelmesi nedeniyle dünya tarihinde önemli değişikliklere neden olmasıyla modern zamanlarda ayrı bir öneme sahiptir.
Hint Okyanusu'nun bir diğer önemi Hıristiyanlığın İslam'a karşı verdiği küresel mücadelede yatar. Keşifler çağında Amerika'da rakipsiz olan Avrupalı Hıristiyanlar, Asya Kıtası'nın Hint Okyanusu bölümünde Müslüman devletlerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Bu bağlamda, Osmanlı Türklerinin, Avrupa'nın ortalarına ve Akdeniz'in batısına kadar ulaşması, kadim rakip Avrupa'nın, Osmanlı'yı arkadan çevirmek suretiyle kıskaca alma stratejisini hayata geçirmesine yol açtı.
OSMANLI'NIN OKYANUS'TAKİ GELİŞMELERE VERDİĞİ TEPKİ
Osmanlı Devleti, özellikle Moğol istilası ile büyük bir çöküş yaşayan İslam medeniyetinin temsilcisi olma vasfını yüklenerek, gerek Ortadoğu, gerek Kuzey Afrika ve gerekse Avrupa topraklarında önemli siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmelere yol açtı. Temelde bir kara devleti olan Osmanlı Devleti, özellikle Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinin ardından, gerek iç denizlerde gerekse de okyanus sularında varlığını ispat etmeye başladı ve giderek önemli bir deniz gücü haline geldi. Osmanlı donanmasının Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu'ndaki varlığı bunun en açık kanıtıdır. Osmanlı Devleti, özellikle Akdeniz'de Venedik, Ceneviz, Fransa ve Malta gibi Avrupa'nın önemli denizci milletlerine karşı tek başına mücadele verdiği gibi, Portekiz gibi Atlantik Okyanusu'na kıyısı olan ülkelerin dünya deniz yollarına hakim olma mücadeleleri karşısında tepki vermekte de gecikmedi. Bu bağlamda, 16. yüzyılda Hint Okyanusu'nda önce Portekiz, daha sonra da Hollanda ve İngiltere'ye karşı bir cephe oluşturduğunu ifade etmek gerekir. Özellikle okyanustaki batılı güçlerin egemenlik mücadelesinde, gerek kendi coğrafyasını, gerek Hint Okyanusu civarındaki İslam sultanlıklarını ve gerekse de Hac yolunu ve kutsal toprakların güvenliğini sağlama adına Süveyş, Cidde, Basra, Moha ve Aden'de donanma bulundurmaya başladı.
EN ÖNEMLİ İKİ TİCARET YOLUNDAN BİRİ: İPEK YOLU
Tarihte karşımıza çıkan en önemli iki ticaret yolundan İpek Yolu, o dönemde aktif şekilde kullanılmakla birlikte o yola adını veren ipek ve dolayısıyla çeşitli tekstil ürünleri Avrupalılar için hayati bir önem taşımıyordu. Meşhur ikinci yol olan Baharat Yolu'nun ise esas ticaret metası olan baharat çok kritik bir işlevi yerine getiriyor. Bundan dolayı dönemin şartları için oldukça önemliydi. Kesilen hayvan etlerinin uzun süre yenilebilir kalmasını sağlayan baharatlar; günlük hayatta insanlara büyük fayda sağlamakla birlikte aynı zamanda ticareti de çok kârlı bir üründü.
Osmanlıların Kızıldeniz ve Umman denizindeki etkinliklerinin dinamiği daha farklıydı. Bu bölgede Osmanlı denizcilik faaliyetleri, Mısır'ın 1517'de Osmanlıların egemenliği altına girmesinden sonra başladı. Bu bölgede denizde egemen güç, 1497'de Afrika'da Ümit Burnu'nu geçerek Hint Okyanusu'na girmeyi başaran Portekiz denizcileriydi. 1517'de ilk defa 37 gemiden oluşan bir Portekiz donanması, Selman Reis tarafından Cidde'de püskürtülmüştü. Portekiz kuvvetlerinin amacı, Kızıldeniz'in giriş çıkışlarını denetim altına alarak, Hindistan ve Uzakdoğu mallarını Akdeniz limanlarına taşıyan Müslüman gemilerini engellemek ve İpek Yolu ticaretinin yönünü Güney Afrika'yı dolaşan okyanus trafiğine çevirmekti. Osmanlı İmparatorluğu, Kızıldeniz'e ulaştığı yıllarda işte böyle bir deniz gücüyle de yüz yüze gelmiş oluyordu.
HİNDİSTAN'A ULAŞAN İLK AVRUPALI DENİZCİ
Portekiz'de bulunan bir köyün kendisine gereken baharata ulaşması için; ticaretimizin metası Hindistan'da üreticilerden yerli ve komşu Müslüman ülke tüccarları tarafından satın alınır, genelde gemiyle Hürmüz Boğazı'ndan geçilip Basra'ya veya Kızıldeniz'den Süveyş'e getirilir, bu bölgede yüksek olasılıkla İtalya kökenli Avrupalı tüccarlara satılır ve onlar tarafından Avrupa'nın içlerine ulaştırıldı. Bu yol özellikle tüccarların koyduğu kar marjları ve devletlerin aldığı vergiler gibi ürünün fiyatına, maliyeti dışında ek ücretler eklenmesine neden oluyor ve baharatı hayli pahalı bir madde haline dönüştürüyordu. Portekizli denizcilerin bilmedikleri denizlere yelken açmalarının ardındaki temel neden de bu ticaret yolunun başı olan Hindistan'a doğrudan ulaşmaktı.
Takvimler 1497'yi gösterdiğinde Vasco de Gama, Bartolomeu Dias'ın 1488 yılında keşfettiği Ümit Burnu'nu dolaşarak Hindistan'a ulaşma başarısını gösteren ilk Avrupalı denizci olmayı başararak ileride gerçekleşecek büyük değişimlerin temelini de atıyordu.
Vasco de Gama'nın seyahatinden sadece on yıl gibi görece kısa bir sürede Portekizliler keşfettikleri yola dört kolla sarıldılar. Öyle ki Mısır Sultanı Kansu Gavri, ilgili ticaret yolundaki diğer yerel Müslüman liderlerin yardım talebi sonrası Portekizlilere karşı bir mücadeleye girişme kararı alacak duruma gelmişti. 1515 yılında Kansu Gavri'nin Hindistan'da bulunan Gucerat bölgesine gitmesini emrettiği donanmanın başında Osmanlı'dan gelen Selman Reis kaptan olarak görev yapmaktaydı. Selman Reis başında bulunduğu gemilerle birlikte Gucerat bölgesine gidip yerel liderle iş birliği halinde Portekizlileri bölgeden uzaklaştırmaya çalışmışsa da Portekizli denizciler çoktan okyanus sahillerinin kilit noktalarına ve yine aynı önemi haiz adalara müstahkem mevziiler inşa etmiş ve böylece ticaret hattının önemli noktalarını kontrolleri altına almayı başarmışlardı. Nitekim Selman Reis de bu seferinde Goa'da bulunan Portekiz kalesini kuşattıysa da müspet bir sonuç elde edememişti.
Selman Reis'in 1525 yılında döneminin Osmanlı sadrazamına sunduğu bir rapora göre Cidde'de bulunan Osmanlı deniz kuvveti, 6 baştarda, 8 kadırga, 3 kalyata ve 1 kayıktan oluşuyordu. Osmanlıların Kızıl Deniz'e ve Umman Denizi'ne açılan gemileri, Süveyş Tersanesi'nde inşa ediliyordu.
HİNT OKYANUSU'NDAKİ EN BÜYÜK DONANMA GÜCÜ
Osmanlı Devleti'nin Hint Okyanusu'ndaki en büyük donanma gücü, 1538'de Batı Hindistan kıyısındaki Diu kalesine karşı yapılan bir sefer için hazırlanmıştı. Preveze Deniz savaşı ile aynı tarihte gerçekleşen bu kuşatma için hazırlanan donanmada 80 kadar gemi bulunuyordu. Donanmanın 3000 askeri ve büyük topları vardı. Hadım Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı donanması 22 Haziran 1538'de Süveyş'ten hareket etti. Ancak topların desteğinde Diu'ya yapılan kuşatma başarılı olamadı. Osmanlı kuvvetlerini Portekizlilere karşı yardıma çağıran Gücerat Şahı donanma gelinceye kadar ölmüştü. Bu yüzden donanma karadan gerekli desteği alamadı. Her an denizden gelecek bir Portekiz saldırısına karşı korunmasız bir durumda olmaları da kuşatmayı sürdürme iradelerini zayıflattı. Süleyman Paşa 6 Kasım 1538 tarihinde geri dönüş emrini verdi. Osmanlılar Diu seferinde başarılı olamadılar ama donanma, dönüşü sırasında Yemen eyaletinin temellerini atarak Osmanlıların Kızıldeniz'deki egemenliklerinin güçlenmesinde önem bir rol oynadı. Yemen'e Beylerbeyilik statüsü verildi, Aden'e 1500 yeniçeri yerleştirildi ve bazı kadırgalar Aden limanında bırakıldı.
BÜYÜK DENİZCİYİ İDAMA GÖTÜREN YOL
Osmanlılar Bağdat'ı fethettikten sonra 1546'da Basra'yı da ele geçirdiler ve böylece 1515'te Hürmüz'ü zapteden ve daha sonraları da Basra Körfezi'nde hareket etmeye başlayan Portekiz kuvvetleriyle karşı karşıya gelmiş oldular. Körfezden geçen ticaret yolu taraflar açısından çok önemli bir rekabet konusunu oluşturuyordu. Osmanlıların Hint Okyanusu sınırındaki Basra Beylerbeyiliği'ni kurmaları,
Hint Okyanusu'na yönelik faaliyetlerini de hızlandırdı ve genişletti. Bu doğrultudaki en büyük girişim, 1552 yılında gerçekleşti. 25 kadırga, 4 kalyon ve 1 gemiden oluşan ve 850 asker taşıyan donanma Süveyş Tersanesi'nde sefere hazır hale getirildi. Ünlü Osmanlı denizcisi ve coğrafya bilgini Piri Reis'in yönetimindeki donanma Nisan ayında denize açıldı. Donanma, Portekizlilerin egemenliğindeki limanları bombalayarak ve bazı limanları ele geçirerek ilerlemesini sürdürdü. Eylül ayında Hürmüz kalesi bombalandı. Ancak bu stratejik kale ele geçirilemedi. Hem mühimmat ve erzak kıtlığının başlaması hem de güçlü bir Portekiz donanmasının yola çıktığı haberi üzerine Piri Reis kuşatmaya son verdi ve donanmayı Basra'ya götürdü. Osmanlı Sultanı'nın fermanında Hürmüz'ün ve Bahreyn adasının fethedilmesi emredilmişti. Emirlerinin yerine getirilmediği gerekçesiyle Kanuni Sultan Süleyman, donanmayı Basra'da bırakan ve Portekiz esirlerini ve ganimeti taşıyan üç gemiyle Süveyş'e dönen ünlü denizci Piri Reis'in idamına hükmetti.
OSMANLILARIN HİNT OKYANUSU'NDAKİ EN UZAK SEFERİ
Basra'da kalan Osmanlı donanmasını Kızıldeniz'e getirmek için harekete geçen Murad Reis 1553'te ve daha sonra da Seydi Ali Reis 1554 yılında, Portekiz kuvvetlerinin saldırıları karşısında bu çabalarında başarılı olamadılar. Böylece Osmanlıların Kızıldeniz'den ikinci çıkışları da sonuçsuz kalmış oldu.
Osmanlıların Hint Okyanusu'ndaki en uzak seferi 1567'deki Sumatra seferidir. 17 gemiyle Sumatra'daki Müslüman Açe Sultanlığı'na yapılan bu yardım seferi, Kurdoğlu Hızır Reis komutasındaydı ve donanmada 500 asker, ağır toplar ve bol miktarda cephane bulunuyordu. Ancak bu kuvvet, Yemen'de çıkan bir isyanla uğraşmak zorunda kaldığından, Sumatra'ya Portekizlilere karşı yardım için gidemedi. Fakat yine de iki gemiden oluşan bir kuvvet Açe'ye ulaştı.
SEYDİ ALİ REİS VE UZUN YOLCULUĞU
Piri Reis'in idamı Basra'da tıkılıp kalmış bir Osmanlı donanması olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Basra'da sıkışan donanmanın önemi, Kızıldeniz'i koruyacak başka bir donanmanın mevcut olmadığı düşünülürse daha iyi anlaşılacaktır. Sultan Süleyman buradaki donanmanın bir kısmının İran ile yapılacak mücadeleler için o bölgede kalmasını, geri kalan on beş gemilik kısmının tekrar Süveyş'e getirilmesini emretti. İlk başta bu göreve tayin edilen Murat Bey denemesinde başarısız olunca görevden alınarak yerine Seydi Ali Reis atandı.
2 Temmuz 1554 tarihinde Seydi Ali Reis; körfez bölgesinde az sayıda Portekiz gemisinin bulunduğu haberini alınca, donanmayı Süveyş'e götürmek için doğru zaman olduğuna karar verdi. Hürmüz'ü geçip Umman kıyılarına ulaşan Seydi Ali Reis ve donanması burada 25 parçadan mürekkep Portekiz donanması ile 10 Ağustos günü çarpıştı. Bu ilk deniz çarpışması Seydi Ali Reis'in stratejik açıdan galebe çalmasıyla sonuçlandıysa da üslerine yakın olan Portekiz donanmasının destek güçlerle kuvvetlenmiş bir şekilde tekrar zuhur etmesi geç olmayacaktı.
Bu sefer otuz dört parçadan oluşan Portekiz donanması ile karşılaşan Seydi Ali Reis ve kumandasındaki Osmanlı donanması, Portekiz gemilerinin taarruzuna ve okyanusun dalgalarına toplamda altı gemi kaybederek geri kalan dokuz gemi ile bölgeden kendilerini kurtarmaya muvaffak oldular. Okyanusun fırtınaları donanmanın istikametini değiştirince, donanma Gucerat bölgesine doğru ilerlemeye başlamıştır. Fırtınalı sularda güç bela Gucerat'a ulaşmayı başaran donanmanın üç gemisi de bu bölgede karaya oturdu.
OSMANLI GEMİLERİ TAMİR EDİLEBİLECEK DÜZEYDE DEĞİLDİ
İstikametinden çok uzaklara sürüklenen donanmanın mücadelesi burada da bitmedi. Kendilerini takip eden Portekiz gemileriyle bir müddet de burada mücadele edildi. Artık Osmanlı gemilerinin tamir edilebilecek düzeyde olmadığına kanaat getirildi. Bunlara ek olarak uzun süredir denizde olan mürettebatın büyük bir kısmı da yerel yöneticilerin hizmetine girmeyi tercih etmişti. Bu kısımda şunu da belirtmek gerekir ki; bu mürettebatın takındığı bu tutum şaşırtıcı değil, dönemin dünyasında gayet olağandır. Nitekim askerlerin müşkül durumlarda aynı bu şekilde başka bir devletin hizmetine girmeleri sık karşılanan bir olaydır.
Gemisiz kalan Seydi Ali Reis,26 Kasım 1554 gününden itibaren yanında az sayıda sadık adamıyla birlikte kara yolu üzerinden İstanbul'a doğru yola çıktı. Bu ilginç yolculuğunda yeri geldi yöneticilik teklifi aldı, diğer sultanlar tarafından göreve alınmak istendi; yeri geldi hiçbir alakasının bulunmadığı iki ülkenin mücadelesine müdahil olmak zorunda kaldı, bir müddet yolundan alıkonuldu. Neticede Kasım 1554'de Kuzeybatı Hindistan'dan başladığı yolculuğunu Mayıs 1557'de İstanbul'a ulaşarak sonlandırmaya vakıf oldu. Seydi Ali Reis, Mir'atü'l-memâlik adlı eserinde Hind Kapudanlığı'na tayininden itibaren tüm yolculuğunu yazıya geçirmiştir.
1538 senesi Osmanlı tarihi açısından önemli bir tarihtir zira Osmanlı bu tarihte, Akdeniz'de Preveze, Hint Okyanusu'nda Diu Kuşatması ve Balkanlar'da da Boğdan Seferi olmak üzere üç ayrı büyük sefer tertip edecek seviyede bir imparatorluk haline gelmiş ve dünyayı (en azından bilinen dünyayı) domine edebilecek en olası güç halini almıştır. Osmanlı'nın Hint Okyanusu'da vermiş olduğu mücadelede arzu edilen başarının yakalanamamasında, Akdeniz'e uygun inşa edilen kadırgaların Hint Okyanusu'nda etkisiz kalışının bir rolü olduğunu söylemek mümkün. Sonuç olarak, Osmanlıların egemenlik kuramasalar da Batı'da Newfounland sahillerine, Doğu'da ise Sumatra kıyılarına denizden ulaşmış olduklarını görüyoruz.
OSMANLI'NIN MÜCADELESİ PORTEKİZ'İN SONUNU DA GETİRDİ
Meseleye uzun vadede bakıldığında, 16. yüzyıl başlarından itibaren Kızıldeniz ve Basra Körfezi'nde Osmanlı Devleti'nin, aynı yüzyılın her iki diliminde de Açe Darusselam Sultanlığı'nın Malaka Boğazı civarında Portekizlilere karşı verdiği mücadele sadece Hint Okyanusu'da değil, aynı zamanda, Avrupa'da da Portekiz'in sonunu getirdi. Gerek Doğu'da gerekse Batı'da Portekizlilere karşı girişilen mücadelede Gücerat Sultanlığı anahtar rol oynadı. Gücerat, sadece askeri alanda değil, ticari ilişkiler bakımından da Açe ile Osmanlı arasında bir köprü vazifesi gördü. Hint Okyanusu'nda yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra, Portekiz'in Hint sularında yüzyılı aşkın devam eden varlığını sona erdiren temel amillerden biri, Osmanlı'nın Fas'ı Portekiz'den alması oldu. Portekiz, doğudaki ticari faaliyetinden elde ettiği geliri, Atlas Okyanusu'nda Osmanlı ile mücadelesinde harcamak durumunda kaldı. Portekiz'in buradaki mağlubiyetinin akabinde İspanya, Portekiz topraklarında hâkimiyeti ele geçirdi.
Derlenmiştir.
Tarih-i Kadim, Deniz bülten