Osmanlılarda tasavvufî hayat
Anadolu topraklarında tasavvuf faaliyetlerinin temeli, Osmanlıların kuruluşundan önce Anadolu’ya gelen göçler sırasında atıldı. Köylere, tenha yerlere yerleşerek ziraat ve hayvancılıkla meşgul olan dervişler, iskâna elverişsiz yerlerde kurdukları zâviyelerin etrafını imar edip iskâna elverişli hale getiriyorlardı. Gazilerle birlikte fetihlere de katılan bu dervişlerin sınır boylarında kurdukları tekkeler seferler esnasında orduların harekâtını önemli ölçüde kolaylaştırmaktaydı. Osmanlı’nın kuruluşuyla birlikte tasavvufi faaliyetler sûfî dervişler vasıtasıyla giderek arttı.
İslâm'ın özüne inersek, onu en iyi şekilde anlayıp duygu, düşünce ve davranışlarını tam manasıyla Allah ve Rasûlü'nün iradesine tabî kılmayı gaye edinen tasavvuf mensuplarının dinimizi, gayrimüslim toplumlara tebliğ edip yaymayı en önemli vazifelerinden biri olarak kabul ettiklerini görürüz. Nitekim bu yolda ilerleyen Osmanlı'da da sûfî dervişler, pek çok bölgelerde yoğun bir tebliğ faaliyeti sürdürerek, insanlara İslâm'ı tanıtıp sevdirmişler ve müslüman olmalarına vesile olmuşlardır.
"Hz. Peygamber (sav)'in 7/628 yılında Heraclius'a gönderdiği mektupla, Müslümanlar, Anadolu'yla ilk kez irtibat kurmakla kalmamış; bizzat Efendimiz tarafından bu coğrafî bölgenin de İslâmlaştırılması gerektiği ortaya konulmuştur."
Sûfî dervişler kitlelerin dînî, ahlâkî, içtimâî ve kültürel bütünlüklerini temin etme yanında İslâm'ın hizmetkârı ve hâmîsi olarak gördükleri devlete bağlılıklarını da sağladılar. Dervişler, devletin kuruluşu sırasında ortaya koydukları bu davranışları sebebiyle yönetim tarafından desteklendi, imar ettikleri topraklara resmen yerleşmeleri hususunda kendilerine beratlar verildi, bazıları için yeni zâviyeler oluşturulup vakıflar tahsis edildi. Bu karşılıklı anlayış ve yardımlaşma da içinde bulundukları toprakların kısa süre içerisinde İslâmlaşmasına vesile oldular.
OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİNDE DİNÎ-TASAVVUFÎ GRUPLAR
Osmanlılar, dengeli yönetim anlayışları sayesinde tekke çevreleriyle medrese çevrelerinin yakınlaşmasını sağladılar. İznik'te 1331'de kurulan ilk medresenin başına Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin görüşlerini benimseyen Ekberiyye mektebinin önemli temsilcisi Dâvûd-i Kayserî'nin getirilmesiyle tasavvuf düşüncesi Osmanlı medrese kültürü bünyesine girmiş oldu. İlk şeyhülislâmlık makamına yine aynı mektebin mümessili durumunda olan Molla Fenârî tayin edildi. Devletin bu tercihi toplumda mutasavvıf âlim tipinin yaygınlaşmasını sağladı.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşu öncesi 13'üncü yüzyıl Anadolu'sunda faaliyet gösteren mutasavvıflar arasında Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Sadreddin Konevî, Fahreddîn-i Irâkī, Müeyyidüddin Cendî, Saîdüddin Fergānî, Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Evhadüddîn-i Kirmânî, Necmeddîn-i Dâye, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre gibi değişik tarikatlara mensup ünlü şahsiyetler bulunuyordu.
Osman Gazi'nin kayınpederi Şeyh Edebâli ahîlerin reisiydi. Âşıkpaşazâde, Osman Gazi'nin mübarek günlerde Edebâli'nin Bilecik'teki tekkesine giderek dinî ve idarî konularda onun görüşlerine başvurduğunu belirtir. I. Murad'ın kendi döneminde ahîlerin reisliğini üstlendiği kaydedilir. Bazı kaynaklarda "alpler" ve "alperenler" diye anılan Anadolu gazileri fütüvvetin seyfî kolunu, Anadolu bacıları da kadınlar kolunu teşkil etmekteydi. Anadolu abdalları ise Türkmen kabileleri arasında faaliyet gösteren dervişlerin oluşturduğu bir teşkilâttı. "Abdal" veya "baba" unvanını taşıyan bu dervişlere Horasan erenleri de denilmekteydi. Bu gruba mensup dervişlerden Abdal Kumral'a Osman Gazi'nin, Bursa fethine katılan Abdal Mûsâ, Geyikli Baba ve Abdal Murad'a Orhan Gazi'nin, Postinpûş Baba'ya I. Murad'ın, Abdal Mehmed'e II. Murad'ın birer zâviye yaptırarak faaliyetlerine destek oldukları bilinir.
OSMANLI'DA GAYRİ SÜNNÎ UNSURLAR
Osmanlılar tarafından desteklenen abdalân-ı Rûm içinde gayri Sünnî unsurların bulunduğu bir gerçektir. Nitekim kuruluş döneminde beylerin zaman zaman bunları teftiş ettirdikleri, Ehl-i sünnet dışı hareketleri belirlendiği takdirde beylik dışına çıkarıldıkları kaydedilir. Öte yandan Kalenderîlik daha çok "çârdarb" uygulaması, ayrıca ibadetlere karşı kayıtsızlık sebebiyle eleştirilir.
Fâtih Sultan Mehmed ile İstanbul kuşatmasına katılan Kalenderîler'e fetihten sonra sultan tarafından Şehzadebaşı'ndaki Hristos Akataleptos Manastırı zâviye olarak verildi. Kalenderîler için İstanbul dışında da bazı zâviyeler tahsis edilmişti. 16. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı merkezî yönetimi, bu dönemde Anadolu'da görülmeye başlanan Şiî-Safevî propagandası sebebiyle Kalenderîler'e karşı daha sert bir tavır almaya başladı. 16. yüzyıl müelliflerinden Vâhidî ve Kalkandelenli Fakîrî'nin kayıtlarına göre bu devirde Kalenderîler ve Rum abdalları gayri Sünnî tasavvuf zümreleriydi. Anadolu'daki Kalenderî zümrelerin 17. yüzyıldan itibaren Bektaşîlik içinde eriyip tarihe karıştığı belirtilir.
Bütün bu faaliyetlerin üzerine doğudan Hz. Mevlânâ (v. 672/1273) ile batıdan Muhiddin Arabî (v. 638/1240) ile gelen derinlikli tasavvuf anlayışı, Sadreddin Konevî (v. 673/1274), Müeyyidüddîn Cendî (v. 691/1292), Sadeddin Fergânî (v. 699/1300), Seyyid Burhâneddin Muhakkik Tirmizî (v. 639/1241), Evhadüddîn Kirmânî (v. 634/1237), Şeyh Necmeddin Dâye (v. 654/1256), Fahreddin Irâkî (v. 688/1289), Afifüddîn Tilemsânî (v. 690/1291), Hacı Bektaş Velî, Ahî Evren, Yunus Emre ve daha pek çok Hak aşığı ile de desteklenerek bu insan topluluklarının hâkim rengini ve İslâm anlayış ve yorumunu meydana getirmiştir.
Anadolu'daki bu tasavvufî hareketlilik bütün halk tabakalarına da yayılarak kısa sürede büyük bir hıza kavuşmuş her tarafta tekkeler, zâviyeler inşâ edilmiş, insanları kemâlâta yönlendiren çok sayıda tasavvuf mektebi mantar gibi biter olmuş, Anadolu âdetâ bir sûfîler ve dervişler yatağı haline gelmiştir.
Osmanlı sultanlarının çoğu, herhangi bir şeyhe intisâb etmişler, devlet adamlarının hemen hemen tamamı tasavvuf ve tarîkat erbâbına karşı hüsnü kabul göstermişlerdir. 15. yüzyıl başlarından itibaren hızlı bir yayılma dönemine giren, Mevleviyye, Nurbahşiyye, Kâdiriyye, Bayrâmiyye, Halvetiyye, Bektâşiyye ve Nakşibendiyye tarîkatı ileri gelenleri de devletin bekâsı ve İslâm dîninin yayılması için idâreciler, ilim adamları ve ordu mensupları ile elbirliği içinde çalışmayı kendileri için ibâdet saymışlardır.
Osmanlı tasavvuf ricâli, genel tasavvuf kültürüne, fikir ve düşünce yeniliği olarak çok fazla şey katmamakla birlikte, tasavvufu ferdî cihaddan çıkarıp, içtimaî cihad haline sokan, tekke anlayışını müesseseleştirerek bunu toplumun her ferdine ve her ihtiyacına uzanan bir anlayış haline getirmişlerdir. Bu dönemde tekkeler, gönül terbiyesi mektebidir, güzel sanatlar akademisidir, bilgi ve iletişim merkezidir, spor alanıdır, şifâhânedir, siyâsî, askerî, içtimâî ve iktisâdî ahlâkın, birlik ve berâberlik ruhunun ilmek ilmek işlendiği yuvalardır.
TASAVVUFÎ DÜŞÜNCENİN 17'NCİ YÜZYILDAKİ DURUMU
17. yüzyıl Osmanlısı ve bu yüzyıla gelinceye kadarki tasavvufî düşüncenin durumuna genel olarak baktıktan sonra bu dönem tasavvufî hayatı hakkında görülen manzarayı şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Tasavvuf târihinde önemli bir yer işgal eden Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi'nin tesis ettiği Celvetiyye Tarîkatı bu yüzyılda ortaya çıktı.
Mevleviyye Tarîkatı İstanbul'da bu yüzyılda etkin ve yaygın olarak temsil edilirken, idârecilerin kendilerine yakınlığından dolayı âdetâ bir devlet tarîkatı haline geldi. Yine Kâdiriyye Tarîkatı bu yüzyılda İstanbul'a girme imkânı buldu.
2. Halvetiyye Tarîkatı'na bağlı Ramazâniyye, Sivâsiyye, Cihangîriyye, Câhidiyye, Karabâşiyye, Nasûhiyye ve Mısriyye, Kâdiriyye Tarîkatı'na bağlı Rûmiyye (İsmâiliyye) şûbesi bu dönemde kurulmuştur. Tekkelerin sayısı hızla artmıştır. Devlet adamları tekke inşâ etmek için âdetâ bir yarış içerisindedirler.
3. Kurulan bu şûbeler vasıtasıyla tarîkatların toplumda tesir ve yaygınlığı artmış, mürid halkaları genişlemiş ve her bir şûbe başkent İstanbul'da temsil edilmek için gayret göstermiştir. Mutasavvıflar halktan, münevver kesimden ve devlet adamlarından büyük saygı görmüşlerdir.
4. Bu dönem meşâyihinin büyük bir kısmı medrese tahsîli görmüş, azımsanmayacak bir bölümü müderrislik ve kadılık gibi pâyeleri hak etmekle birlikte İslâmî ilimlerin her alanında eserler ortaya koymuşlardır.
5. Tekkeler edebiyat, mûsikî ve hat sanatının en büyük hâmîsi olmuş, birçok mutasavvıf bu alanlarla ilgilenmiş, sonuçta bu alanlarda büyük inkişâf sağlanmıştır.
6. Sesli zikir meclislerinin ayrılmaz bir parçası olan mûsikî ile devran ve semâın dinî sınırları aşıp aşmadığı tartışma konusu olmuştur.
7. Muhiddin Arabî ve Mevlânâ Celâleddin'in fikirleri bu asrın mutasavvıflarınca büyük bir kabul görmüş, bu iki mutasavvıfın eserleri üzerine şerhler yazılmıştır.
8. Şiir ve şiirde işlenen tema açısından Yunus Emre'nin tesiri XVII. yüzyıl sûfîleri üzerinde kendini kuvvetle hissettirmektedir.
Derlenmiştir.
Osmanlı Araştırmaları Vakfı
TDV, Osmanlılar - Reşat Öngören
BİR KİTAP:
OSMANLILARDA TASAVVUFÎ HAYAT
Türkler'in İslâmiyet'i kabul edişlerinden hemen sonra, Türk toplumları içerisinde büyük bir hızla yayılan "tasavvuf" cereyanının, Türk edebiyatı üzerinde yapmış olduğu müspet etkiyi anlamak adına yazılmış olan bu kitabı TveK mağazalarımızdan temin edebilirsiniz.
TveK'dan satın almak ve konuyla ilgili diğer kitapları incelemek için tıklayınız…
BİR USTA:
OSMANLI TARİHİNDE İSLAMİYET VE DEVLET
Halil İnalcık
Osmanlı tarihinde İslamiyet ve Devlet gibi kadim bir meseleyi, usta bir Osmanlı tarihçisinin kaleminden okumak isteyenler için…
Osmanlı Devleti bu geleneğin bir parçasıydı. Yaygın popüler kanının aksine, her devlet gibi başlangıçta belli bir kalıpla kurulmuş, çöküşüne dek de bu kalıba harfiyen uymuş değildi. Halil İnalcık, Osmanlı tarihinin geçmişe uzanan köklerini de göz ardı etmeden, 600 yıl boyunca devlet ve İslamiyet arasındaki değişken ilişkinin bir dökümünü bu kitapta sunuyor.
Kutadgu Bilig'deki devlet anlayışından başlayarak, Uc'larda bir yanda gazi beylerle, bir yanda dervişlerle başlayan kuruluş öyküsünü anlatıyor. Devlet kurumsallaştıkça Uc'ların, gazilerin ve dervişlerin önemlerini kaybedişini, bu arada yeni kurumların ve anlayışların yükselişini gözler önüne seriyor. Fatih Kanûnnamesi'yle örfün hukuk alanına resmen girişinin, ulemanın devlet yapısındaki diğer unsurlardan giderek ayrışmasının uzun zamana yayılmış öyküsünü ayrıntılarıyla sunuyor. 17. Yüzyılda Avrupa'daki tasfiyeci akımlarla aynı sıralarda ortaya çıkan selefi Kadızadelilerin hem toplum hem de devlet ve İslamiyet üzerindeki etkilerini mercek altına alıyor.18. yüzyılda başlayan Batılılaşma eksenli modernleşme hareketinin Cumhuriyet'in kuruluşuna dek uzanan seyrini takip ediyor. Osmanlıların kuruluş yıllarından beri süren Hıristiyanlık İslam tartışmalarını da bu çerçevede ele alıyor.
TveK'dan satın almak için tıklayınız…
BİR ÖNERİ:
OSMANLI DÜŞÜNCE DÜNYASI VE TARİH YAZIM
İlber Ortaylı
"Tarih bilim değildir, bilimin de üstünde bir şeydir."