Bir şifa medeniyeti : Osmanlı
İslâm dininin tebliğinden sonra Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) işaret ve teşvikleriyle dinî ilimlerin yanında tıp bilimi de gelişmişti. Cihan İmparatoru olan Osmanlı imparatorluğu ise tıbbiye konusunda Avrupalılardan çok öndeydi.
İnsanoğlunun varlığından itibaren sağlık ilgi alanı oldu. Batı yüzyıllardır tedavisi mümkün olmayan hastalıkların tedavisinde şeytan çıkarma yöntemini kullandı. Osmanlı ise o dönemde günümüz modern tıbbına ait birçok yöntemi kullanıp modern olarak teşkilatlanmaya gitti. Osmanlı hekimleri bilim yerine araç olarak şifayı tabiatın kendisinde buldu. Günümüzde değişen bu yöntemler sadece olumlu yönde mi olmuştur?
KİMLERİ ÖRNEK ALDILAR
İbn-i Sina'nın El-Kanun Fi't-Tıb adlı eseri tıp dünyasında eşsiz bir kaynaktır. Bu eser, tüm dünyayı etkileyen, eserleri Avrupa'daki tıp fakültelerinde yıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur. İbni Sina'da, kişinin dört mizacına göre hastalıklara çare bulur. Mizacı aynı olan insanların majör özellikleri benzerdir. Ancak her insanın mutlaka saf safravi, demevi, balgami veya sevdavi olmayabilir. Kişinin bedeninde birden fazla hılt baskın olabilir. Bu tiplere karışık mizaç denir. Böyle bir kişi baskın olan iki veya daha fazla hıltın karma özelliklerini gösterecektir.
İnsanda dört hıltın dengesinin bozulması ile hastalık oluşur. Tedavi şekillerinden en göze çarpanlar müshil, lavman, kusturma, hamam, masaj, egzersiz, hacamat, sülük beslenme tarzı değişikliği ve tıbbi bitkilerdir. Günümüzde hala kullanılan başarılı tedavi şekillerindendir. Bütün bu uygulamaların ana fikir detokstur. Bozukluğu tespit edilen hıltların bedenden uzaklaştırmak asıl amaçtır. Bedenin çalışma yeteneğinin önünde engel teşkil eden toksinler vücuttan uzaklaştırılınca bedenin kendini yeniden yenilemesi beklenir.
Bazı tıbbi bitkiler bozuk hıltları vücuttan boşaltmaya yararken, bazı bitkiler doku ve organların yenilenmesinde kullanılır. Kullanılan her bir bitki, yiyecek ve içeceğin de kendine has bir yararı vardır. Kimi ısıtıcı, kimi soğutucu, kimi nemlendirici, kimi kurutucudur. Hastanın ve hastalığın mizacına uygun reçeteler hazırlanır.Bİr diğer önemli ve örnek alınan hekim ise Altıncızade'dir. İdrar tutulmasını ve idrar yolunda oluşan et parçasını sonda ile tedavi etmiştir. Gümümüzde bu yöntem hala kullanılmaktadır.
Dönemin en önemli tıbbı eserlerinden biri de Edirne Beyazıd Darüşşifası olmuştur. Bu bina Türk İslam ve dünya hastane mimarlığı bakımından büyük önem taşır. O güne kadar hastaneler medreseler gibi koğuş şeklinde yapılırken, dönemin ünlü mimarı Hayreddin tarafından yapılan bu Darüşşifa'da merkezi sistem denen bir hastane mimarisi ortaya konmuştur.
Kanuni'nin kendi adına yaptırmış olduğu Süleymaniye Külliyesi ve bunun içinde yer alan Süleymaniye Darüşşifası ve Tıp Medresesi ise Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük gelişmiş külliye ve hastanesidir. Diğer hastanelerden en önemli farkı, özel bir asabiye servisinin olmasıdır. Burada da hastalara müzikli tedavi uygulanmıştır. Bu tedavi tekniği Avrupa'dan en az iki yüzyıl sonra kullanılmaya başladı.
Câbir bin Hayyân bilinen en eski kimya kitabının yazarı olup, atomun parçalanacağı görebilecek kadar ileri görüşlü bir bilim adamıdır. Câbir bin Hayyân, maddelerin atomik yapısını inceleyip deneyler yaparak, tepkimelerin belirli kütlelerin belirli kütlelerle reaksiyona girdiğini söyler. Atom hakkında, ancak asırlar sonra algılanabilecek şu sözleri söyledi: "Maddenin en küçük parçası olan "el-cüz'ü la yetecezza" da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom parçalanabilir. Parçalanınca da öyle büyük bir güç oluşur ki bir anda Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü Tealanın kudret nişanıdır."
Biruni ise, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece yirmi yedisi günümüze kadar gelebilmiştir.Özellikle Bîrûnî'nin eserlerinin Ortaçağ'da Latince'ye çevrilmemiş olması, kitaplarının ağır bir dille yazılmış olmasının bir sonucudur. Ancak Bîrûnî kendisinin de dediği gibi, yapıtlarını sıradan insanlar için değil bilginler için yazmaktaydı. Yunan ve Hint tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.
Farabi'nin tıp, mantık, felsefe ve hatta müzik alanında birçok yapıtı vardır. Tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili eser yazdı. Farabi, gerek insan fizyolojisi ve anatomisi, gerek nöroloj ve biyoloji, gerekse psikoloji gibi konularda çeşitli çalışmalar yapmış ve eserler kaleme almıştır.Kendisi onuncu yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir. Tıp üzerine yazdığı Kitab Kamilü-s Sina adlı eseriyle bilinir, bu eser daha sonra 980 yılında tamamlanan The Complete Art of Medicine olarak adlandırlmıştır.Ali bin Abbas bu eserini Emir'e ithaf etmiştir.Bunun yanında cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır. İnsan organizması üzerinde etkili olan faktörleri araştırdı. Tıbbî tedaviden çok, hastalıkların ana sebepleri üzerinde durur. Tıpta hastalıkların sebepleri üzerinde ilmî çalışmalar yapan ve eserler veren ilk âlimdir. Tıp konusundaki en önemli kitabı, "Hamse-i Şanizade" dir. Beş ciltten oluşan bu eser; anatomi, fizyoloji, hastalıklar, ilaçlar ve cerrahi konuları hakkında bilgi vermektedir.
Akşemseddin dinî ilimlerin yanı sıra tıbbî ilimlerde de geniş bilgiye sahipti. Taşköprüzade¸ Şakâik adlı kitabında; Emir Hüseyin Enisî ise¸ Menakıb-ı Akşemseddin isimli eserinde, onun için "Lokman-ı Sânî" (İkinci Lokman) ve "Tabib-i Ebdân" (Beden Doktoru) tabirlerini sarf etmişlerdir. Bu alimlere arasına Kindi ismini de ekleyebiliriz.Orta çağda tıp alanında çok meşhur olan ve geriye kendinden çok büyük bir külliye bırakan bir isimdir.El Razi ise o dönemde cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır, tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder.
1936-1013 yılları arasında Endülüs'te yaşayan Ez-Zehrâvî (Ebü'l-Kâsım Halaf ibni Abbas) o kadar meşhur olmuştu ki Avrupa dillerinde bir düzineden fazla ismi vardır. "Cerrâhînin babası" lakabı vardır. Cerrâhî sanatını çok iyi kavramış ve onun çeşitli dallarını büyük bir başarıyla elde etmiştir. Pek çok cerrâhî âlet keşfetmiş ve nasıl kullanıldıklarını en ince noktalarına kadar açıklamıştır. Cerrâhî, dahiliye, göz hastalıkları, ortopedi, beslenme, eczâcılık, kısaca tıbbın bütün dallarını ihtiva eden otuz ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazmıştır. Et-Tasrif ismini verdiği bu kitap öyle meşhur oldu ki, Avrupa'nın pek çok üniversitesinde 12. asırdan 17. asra kadar, tıp eğitiminde İbn-i Sînâ'nın Kânun kitabının yerini aldı.
OSMANLININ ATAĞI
Oyun kurucu Fatih Sultan Mehmet, Fatih Darüşşifası bünyesinde bir nevi tıp akademisi oluşturdu. Bu dönem Osmanlının bilim ve tıp alanında en iyi olduğu dönemdir. Kurduğu vakfiye ve yaptırdığı medreseler , Osmanlıyı modern yöntemlerle tanıştırmıştır.Dönemin en ünlü hekimlerinden Hamza Akşemsettin , Maidetül-Hayat adlı eserinde bugünkü mikrop ve bulaşma fikrine öncülük ede "hastalıkların çeşidi itibariyle nebat ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve asılları vardır" tezini ortaya attı.Yaşadığı çağda onunla yarışabilecek çapta fazla bir kimse olduğunu söylemek herhalde mübalağa olmaz. Hastalıkların teşhisini yanılmadan hemen koyar¸ ilacını da bizzat kendisi hazırlardı. Sabuncuoğlu Şerafettin ise, Cerrahname-i İlhan'siyle tıp camiasında meşhur oldu. Kitabında cerrahi aletlerin resimleri yanında, hastaların duruşunu gösteren resimlere de yer vererek eğitim yaptı. Bu anatomi görselleri dönemde çok büyük bir yenilikti.
DEVADAN ÇOK GIDAYA ÖNEM
Hekimler aslında bilime uygun olarak hareket etti. Gözlem ve deneylerden yararlandı. Çevreyi hava şartlarını günlerce gözlemleyerek insan vücudundaki tesirini test etti. Günümüzde ünlü doktorların birçok tavsiyesini Osmanlı hekimleri Ortaçağda verdi. "Ey Allah'ın kulları, tedavi olun. Çünkü Allah, yarattığı her hastalık için mutlaka bir şifa ve ilaç yaratmıştır." (Tirmizi, Tıb,2) hadisinde desteklediği gibi Osmanlı, batının aksine şifayı doğada aradı ve buldu. Hz. Peygamber (sav)'in tıp ile ilgili hadislerine büyük ihtimam gösterilerek Kütüb-i Sitte olarak bilinen 6 hadis kitabında Tıbb-ı Nebevî için ayrı bölüm açılmış, Osmanlı hekimleri yiyeceklerin dengeli tüketilmesini önerir. Örneğin kebabın yanında yoğurdun getirilmesi bu yüzdendir.
DÖRT HILT
Osmanlı hekimlerine göre evrende bulunan ateş, su, hava, toprak elementleri insan da ahlat-ı erbaa olarak bulunur. Bunlar; kan balgam sevda safra olarak ayrılır. İnsan bedeninde yenilen, içilen gıdalar da bu dört ana maddeye dönüşür ve hekimlere göre ilkbahar kanı, yaz safrayı, sonbahar sevdayı, kış ise balgamı harekete geçirirdi. Osmanlı hekimlerine göre sağlık, bu dört sıvı bir dengenin bulunmasıyla mümkündü. Hastalıklar ise bunlar arasındaki dengenin bozulmasından kaynaklanıyordu . Mizaçlar "temperements" bu unsurların o insandaki oranına bağlıydı. Böylece insanlar "balgami", "demevi", "safravi" ve melankolik tiplere ayrılmış oluyordu.
Hekimler insan vücudunu dört kısıma ayırırdı. 'Hılt'a (kan, safra, sevda ve balgam) göre tedavi yöntemleri geliştirirdi.Varlık hakkında sistemli bir kavram olarak ortaya çıkan vahdet-i vücûd Zevk, keşf ve şühûd ehli sufîlerin açıklamalarına göre bizatihî kaim olan vücûd birdir, o da Hakk'ın vücûdudur.
NEDEN HASTA SAYISI ÇOK AZ?
Osmanlıda hasta olan kişiler toplumda nadir görülürdü. Günümüzde kullanılan ilaçların birçok yan etkisi dünyaca kanıtlanmıştır. Burada beslenme faktörü çok önemliydi. Örneğin Türk toplumunda sıklıkla içilen hoşaf ve şerbet geleneği hekimler tarafından bir reçete olarak yazılırdı.
PADİŞAHI ZİNDE TUTAN SPOR: GİRYA
Girya aslında insanlık tarihinin ilk sporlarından biridir. Demir bir gülleye bağlı olan kulp ile oluşturulan ve "kettlebell" adı da verilen girya, vücudun neredeyse tüm iskelet ve kas sistemi için harika bir destek sağlıyor. urmaksızın yapılabilecek 10 dakikalık bir girya antrenmanı, spor salonlarında harcayacağınız 1,5 saate bedeldir.
UYKU SADECE YORGUNLUK ATMAK DEĞİL
Uyku düzeni sağlıklı bir bedenin ilk koşullarından biridir. Hangi yönde, pozisyonda yatacağımız organlarımız açısından oldukça önemlidir. Osmanlı hekimleri bu konuya değinip, unutkanlığı olan bir hastanın yüz üstü yatmasını böylece kanın beynine daha fazla giderek dolaşımı etkilemesini önerir. Bununla birlikte yemek yedikten sonra hemen uykuya geçmememiz nasihatinde bulunurlar. Çünkü mideye hazmetmesi için zaman tanınmalıdır.
KANSERİN PANZEHİRİ ZERDEÇALIN OSMANLIDA KULLANIMI
Her ilacın prospektüsün de sayfalarca görülebilecek yan etkilerini görürüz. Örneğin kanser hastaları kemoterapi radyoterapi gibi modern tıbbın yöntemlerinden yararlanarak tedavi görüyor. Yapılan son araştırmalarda kanserin değil kemoterapinin insanı öldürdüğü görüldü. Kitle yok edilmek isterken çevre organlarda tahribat yaratıp bağışıklığı düşürerek vücudu bir bebek gibi savunmasız halde bırakır. Zerdeçal bugün dünyaca kanıtlamış ve kanser tedavisinde de kullanılan mucizevi bir bitkidir. Zerdeçalın aktif maddesi curcumindir. Bu antioksidanın DNA'mıza zarar verip hızlı yaşlanma ve kansere sebep olabilen serbest radikallere karşı hücrelerin korunmasına destek olur. Kayıtlarda Osmanlıda bu bitkinin faydalı bulunup yemekleri konulduğu görüldü.Hekimler günümüzde modern tıbbın yetmediği noktada çareyi alternatif tıp dediğimiz bitkilere yöneltiyor.
ZERDEÇAL KÜRÜ
Bu mucizevi bitkiyi kullanırken emilimin vücut tarafından en iyi şekilde sağlanması gerekir.
- 1 çay kaşığı zerdeçal
- 2 su bardağı su
- 1 çay kaşığı zencefil
- Limon
- Bal
OSMANLI HEKİMİNDEN TAVSİYELER
Uykuya dalarken normalde önce sağ, sonra sol tarafa yatmalısınız. Bunun nedeni midenin üzerine karaciğerin gelmesini sağlamaktır. Böylece midenin içindeki artıklar onun sıcaklığıyla temizlenecek.
Az yemek. ( sofradan tam doymadan kalkılmalı.) Çünkü vücuttan fazla gıdayı atmak için, efor gösterip yoruluyor ve organ tahribatına gidiyor.
Yemeklerde kuru meyveler kullanın.
Hekimler rüzgarın ve hava akımlarının şifasına inanılır ve sallanmayı vücuda oksijen gitmesinden ötürü tavsiye ediyor.
Su kaynak suyundan değil, akarsu suyundan tüketilmedir.
GÜNÜMÜZ : GERİYE DÖNÜŞ TIBB-I NEBEVİ
Tıbb-ı Nebevi, "Peygamber Tıbbı" anlamını taşıyan iki kelimeden oluşur. Peygamberimizin (s.a.v.) uyguladığı ve çevresinde bulunanlara öğrettiği bir dizi tavsiyelerden oluşur. Yeni bir bilim alanı olarak tıp doğmuş ve "Tıbb-ı Nebevî" adını taşıyan eserler yazılmaya başlanmıştır. Hatta "Tıbb-ı Nebevî" kitabı yazma geleneği oluşmuştur diyebiliriz. İlk Tıbb-ı Nebevî H.120. yılında yaşamış olan Abdulmelik b. Habib tarafından yazılmıştır. Bunu, daha sonra yazılan İbni Nuaym'ın "Tıbb-ı Nebevî" adlı eseri takip etmiştir. Bunların dışında aynı adı taşıyan birçok eserin kaleme alındığını görmekteyiz. Örneğin, Brokelman ve Kâtip Çelebi 10'dan fazla Arapça Tıbb-ı Nebevî kitabının olduğundan bahseder. Bundan başka Farsça, Urduca ve Türkçe Tıbb-ı Nebevîler mevcuttur.Sadece İstanbul kütüphanelerinde 20'nin üstünde Türkçe Tıbb-ı Nebevî kitabı var.