Bugün Macaristan sınırları içindeki Budin'in 45 kilometre kuzeybatısında, kendi adını taşıyan ırmağın Tuna nehri ile birleştiği bir noktada, Ciğerdelen (Parkany) karşısında bulunan kalenin adıdır Estergon.
MACARLARIN KUTSAL MEKÂNIYDI
Eskiden başpiskoposluk merkezi olan Estergon'da Macar piskoposluk mahkemesi çalışırdı. Arpad sülalesinden Wajk, 996 yılında Hıristiyanlığı kabul etmiş ve 1000 yılında Estergon'da Papa II. Sylvester tarafından Macar krallık tacını giymekle Szent İstvan adını almıştı. Bu olay dolayısıyla Estergon, Macar kardinallerinin merkezi olduğu gibi, Macar tacının saklandığı ve taç giyme törenlerinin yapıldığı bir yer olması nedeniyle Macarlar arasında kutsallık kazanmıştı.
Estergon'un Türklerle ilgili tarihi ise, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1529 yılında gerçekleştirdiği Budin Seferi ve onu izleyen I. Viyana kuşatmasıyla başladı.
SAVAŞMADAN OSMANLI'YA TESLİM EDİLDİ
1529 yılının Eylül ayında, Budin fethedildikten sonra batıya, Viyana üzerine doğru yürüyüşe karar verildi.
Semendire sancakbeyi Yahya Paşazade Mehmed Bey, öncü birlikleriyle beraber ilerlemeye başlamış, Osmanlı kuvvetleri karşısında dayanamayacağını anlayan Estergon Kalesi muhafızı Pal Varday ile Macar krallık tacı muhafızı Pal Perenyi, kaleyi savaşmaksızın Osmanlı kuvvetlerine teslim etmişlerdi.
KANUNİ'NİN ÖNCELİĞİ ESTERGON'DU
Estergon Kalesinin bu ilk fethi oldukça kısa sürdü. 1530 yılında General Von Roggendorf tarafından Estergon geri alındı.
Estergon'u öncelikleri arasına alan Kanuni, Kral Ferdinand tarafından 1532'de gönderilen elçiye, Estergon Kalesinin anahtarlarının gönderilmesini başlıca şart olarak ileri sürdü.
Macar Kralı János Szapolyai'nin 1540 yılında ölümünün ardından Avusturyalılar ile Osmanlılar arasında Macaristan'ın yönetimi konusunda bir rekabet başladı. Daha önce Budin ve Peşte'yi fetheden Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, 1543 yılı Nisan ayı sonlarında Edirne'den yola çıktı ve 25 Temmuz 1543'te ordusuyla Estergon Kalesi'ni kuşattı.
Kalenin kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmesi, bu kuşatma ile oldu. Estergon, Osmanlılar Budin'e yerleştikten sonra, Avusturyalılar tarafından büyük ölçüde tahkim edilmişti. Alman, İspanyol ve İtalyan olmak üzere 1300 kadar yardımcı asker de kaleyi muhafaza ediyordu.
CAMİYE ÇEVRİLEN KATEDRALDE 'PÎR-İ MİMARAN' İMZASI
25 Temmuz'da başlayan kale kuşatması, 6 Ağustos'ta yapılan hücumla şiddetlendi. Katedralin tepesinde, altından yapılmış haçın bir gülle ile yıkılması, kuşatanların maneviyatını yükseltti.
Bunun üzerine İspanyolların teslim talebiyle kale kapıları 10 Ağustos 1543 tarihinde, Kanuni Sultan Süleyman'a açıldı. Büyük katedral, Mimar Sinan tarafından, gotik özelliklerine müdahale edilmeden camiye çevrildi.
Cihan sultanı, ilk cuma namazını burada kıldı. Kale, yeniden tahkim edilerek bir sancakbeyliği haline getirildi ve Budin Beylerbeyliğine bağlandı.
ESTERGON SANCAĞI İÇİN KANUN HAZIRLANDI
Kanuni, Budin eyalet kanunu ile birlikte Estergon sancağı kanunu da hazırlattırdı ve buradan Avusturya'ya ihraç edilecek veya Avusturya'dan ithal edilecek mallar için de ayrı bir gümrük kanunu düzenlettirdi.
Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul'a dönüş sırasında Saruhan sancakbeyi olan oğlu Şehzade Mehmed'in, Manisa'da vefat ettiği haberini aldı. İstanbul'a gedikten sonra da oğlunun cenazesinin Manisa'dan İstanbul'a getirilmesini emretti ve cenaze, Şehzade Camii yanına defnedildi.
"KELLE VERİR, KALE VERMEYİZ!"
Kanuni'nin Estergon zaferinden yaklaşık elli yıl sonra kale, Alman, Leh, Çek ve İtalyanlardan oluşan 80 bin kişilik bir Haçlı ordusu tarafından kuşatıldı. Bu sırada Estergon Kalesi'nde yalnızca 5 bin Türk askeri bulunuyordu.
Durum gerçekten çok kötüydü ve yardım alma ihtimali de yoktu. Düşmanın teslim olma teklifi Estergon muhafızı Kara Ali Bey tarafından kabul edilmedi.
Kara Ali Bey ve yanındakiler, "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!" diyorlardı. Bu inancı taşıyan er kişilerin savunduğu kaleyi düşürmek elbette kolay olamazdı.
"ŞU MEL'UN KUMANDAN YERE DÜŞERSE…"
Nitekim kuşatmanın uzaması, düşman askerlerini yöneten kumandanları çılgına çevirdi ve askerlerini kırbaçlatmaya başladılar.
Bu durumu gören Kara Ali Bey yüksek bir sesle bağırdı: "Şu mel'un kumandan yere düşürülürse, düşman askerlerinin hepsi geri dönecektir. Kim onu vurursa, kendisine dilediği verilecektir!"
Bunun üzerine Osman adında bir yiğit "Ya Allah" diyerek, düşman kumandanını yere serdi. Ancak, bu sırada kale kumandanı Kara Ali Bey de şehit oldu. Onun yerine kumandayı, o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı.
"KEMİRİR GÖNLÜMÜ BİR SİNSİ FİRAK!"
Kıtlık ve susuzluğun başladığı kalede, durum gerçekten vahimdi. Kalede bulunan tarihçi Peçevi İbrahim Efendi durumu şöyle özetliyordu: "Sarnıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için çırpınan elsiz ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu"
Durum gittikçe kötüleşiyordu. Bu sırada Yeniçeri askerlerinin ayaklanması her şeyi alt üst etti. Artık teslim olmaktan başka çare kalmamıştı. Aralarında, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler, Tuna nehrindeki gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldüler…
Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve orada verilen şehitler, bütün milleti yürekten yaraladı. Kaleden geriye nesilden nesile söylenen "Estergon Kalesi" adlı türkü kaldı…
"Estergon Kalesi subaşı durak
Kemirir gönlümü bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde gezer koşar kara bahtlıyım"