Allah’ın bizden muradı ve bizimle muradı
İmam Cafer-ı Sadık'ın şöyle dediği aktarılır: 'Allah'ın bizden bir muradı var, bir de bizimle (var olmamızla) bir muradı var. Bizden olan muradına dikkat ettik, bizimle neyi murat ettiğini ise ihmal ettik.' Var olmak ile birtakım emir ve yasaklarla muhatap yükümlü bir varlık olmak arasındaki ilişkiyi belki çelişkiyi daha iyi anlatabilecek ifade zor bulunur. İnsan yeryüzündeki serüvenini nasıl düşünürse düşünsün yükümlülükler, sürekli bir işe ve amaca yetişme mecburiyeti, koşuşturmalar hayatın tümü üzerinde düşünmeyi zorlaştırıyor. Nasıl ele alırsak alalım bütün bir hayat daha çok öteki insanlar için yaşadığımız, onlarla ilişkilerimizin bize icbar ettiği birtakım yükümlülükler üzerine kurula gelmiştir. Böyle bir hayatı tercih mi ettik buna mecbur mu kaldık, bahs-i diğer; fakat bunda çıkarlarımız ve faydalarımız olduğu muhakkaktır. Öyleyse menfaatler ve faydalar üzerine kurulu bir hayatı yaşamak, hayatın kendisini, insan olmanın anlamını ve var olmayı düşünmeye imkan vermiyor. İmam'ın sözleri günlük telaşelerin unutturduğu var olmanın anlam ve keyfiyetini hatırlamayı bir insanlık görevi haline getiriyor. Belki o da bir sorumluluktur, fakat bizi diğer sorumluluklarımız karşısında daha özgür, daha bağımsız kılabilecek bir sorumluluktur. Montaigne'nin avare bir günün sonunda bir şey yapmamış olmanın suçluluğunu hisseden insana söylediği 'yaşamaktan daha anlamlı ne olabilir' sözü İmam'ın sözlerini düşünürken bir basamak olarak kabul edilebilir.
Dindar bir insan için yeryüzündeki hayat daha büyük ve daha gerçek bir hayatın ön aşaması olabilir. Bu itibarla dünya hayatı 'fani' dünya olarak kabul edilir, onun geçiciliğini unutmamak ahlaki bir görev kabul edilir. Böyle bir dindarlık yükümlülük eksenli bir Tanrı-insan ilişkisi şeklinde tasavvur etmek mümkündür. İnsanın cennette ağaca yaklaşmasıyla başlayan yolculuğu, iyilik ve kötülük, hayırlar ve günahlar arasındaki tercihlerle veya bütün bunların ardında gerçek neden olmak üzere ilahi inayetin takdiriyle cennette veya cezada sonlanır. Böyle bir dindarlık anlayışının yanında başka yaklaşımlar, en azından yükümlülük eksenli dindarlığı bazen yumuşatan bazen Tanrı'nın sonsuz merhametini dikkate alarak eleştiren yaklaşımlar olagelmiştir. Tasavvuf dahilinde ortaya çıkan bazı cereyanlar normatif geleneğin temsil ettiği bu yükümlülük eksenli anlayış karşısında daha eleştirel bir tutumu benimseyerek din içindeki farklı bakış açılarını hatırlamamızı sağlamıştır. Bununla birlikte sorunu her zaman tespit etmek ve açıklıkla beyan etmek mümkün olmamıştır. Çünkü tasavvufta ortaya çıkan ana akımlar, yükümlülük eksenli anlayışı eleştirmekten daha çok, onu başka yönlerden tahkim etmek istemiş, buna mukabil tasavvuf içindeki öteki cereyanları genellikle etkisizleştirmişlerdir. Halbuki Tanrı ve O'nun maksadı üzerinde düşündüğümüzde, İmam Cafer'in söyledikleri bu eleştirinin dini hayatın sıhhati bakımından elzem olduğunu bize hatırlatıyor. Buradaki çelişkiyi Tanrı'nın alemden muradı ile insanın özne olarak yer aldığı dini hayat anlayışı arasındaki çelişki şeklinde görebilirsek, sadece dünya hayatını ve insanın durumunu değil, bütün varlığın Allah bakımından anlamını düşünmek mümkün olabilir.
Dini Nizamname Olarak Düşünmek
Dini bireysel ve toplumsal hayatı düzenleyen bir nizamname şeklinde düşünmek hemen bütün kelam kitaplarında yer verilmiş bir düşüncedir. Özellikle nübüvvetin gerekliliği üzerindeki açıklamalarda kelam bilginleri böyle konular üzerinde durmuş, dinin bu düzenleyiciliğini vurgulayarak buradan hareketle peygambere olan ihtiyacı dile getirmişlerdir. Özellikle fıkıh bilginleri işin bu kısmı üzerinde odaklanarak dinden bireysel ve toplumsal hayat için nizamlar ve kurallar çıkartmaya dikkatlerini vermişlerdir. Burada bir yanlışlık yoktur, hiç kuşkusuz İslam ana kaynaklarında birçok kuraldan söz etmiş, bu kuralların dereceli bir şekilde bir toplumsal düzen oluşturması amaçlanmıştır. Bu meyanda İslam Yahudilik gibi katı ve esnemez kurallar içermese bile Hristiyanlıkla kıyaslanamayacak kadar düzenleyici olmuştur. Öte yandan toplumsal hayat bireysel hayatı tanzim etmek dinden beklenen bir iş olarak kabul edilmiştir. O zaman bu yaklaşımla birlikte din 'dünyaya çeki düzen veren' bir nizamlar bütünü şeklinde telakki edilmiştir.
Dinin nizamcı yorumu Müslüman toplumların gelenekleriyle birleştiğinde iman ve Tanrı ile ilişkiye odaklanan kısmı ihmal edilmiştir. İmam Gazali'den hatta Hasan-ı Basri'den itibaren bu durum tespit edilmiş, birçok düşünür, dini hayatta ortaya çıkan bu dünyevileşme sorununa karşı Müslüman cemaati uyarmış, bunun yol açtığı sorunlara dikkat çekmişlerdir. İmam'ın sözleri Gazali'nin söylediklerinden biraz daha ileri ve dini hayatın doğası hakkında daha derin bir tahlili içeriyor, bunda tereddüt yoktur. Çünkü Gazali dinin 'yükümlülük' eksenli yorumunu eleştirmiyordu; onun eleştirdiği şey, dini hayatın odağının yön değiştirmesiyle ortaya çıkan dünyevileşme meselesiydi. İmam Cafer ise Gazali'nin de dahil olabileceği sahih bir yorum tarzını eleştirerek Tanrı ile insan arasındaki ilişkinin asıl boyutuna dikkatimizi çekmektedir. Bu nedenle onun yorumu üzerinde daha fazla durmamız gerekir.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Hz. Süleyman ve Hüdhüd (11.02.2022)
- İnsan Allah’ı niçin arar? (06.02.2022)
- Tanrı merkezci insancıllık (31.01.2022)
- Küçük Evren Olarak İnsan: Zihin ve Dünya (23.01.2022)
- Düşünmek ve Canlılık: İbnü’l-Arabi’nin İnsan Tanımı Eleştirisi (21.01.2022)
- Kevn-i Câmi: İbnü’l-Arabî Metafiziğinde İnsan (17.01.2022)
- Tezatlı varlık olarak insan (15.01.2022)
- Müslümanların bir Ortaçağ'ı var mıydı? (10.01.2022)