İnsanlar, cinler ve hayvanlardan müteşekkil ordusu Hz. Süleyman'ın emriyle vadileri doldururcasına sıralanmışken yeryüzünde Allah'a şirk koşulan bir yer ve ahali bulunduğunun bilgisini getiren kuşun adıdır Hüdhüd. Kur'an-ı Kerim bize bir peygambere kuşların dilinin öğretildiğinden söz edilse bile kuşların neyi konuştuğunu Hüdhüd'ün söylediklerinden anlıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki kuşlar, tıpkı insanlar gibi şirk koşmak, Allah'ı birlemek ve kulluk gibi dini hayatın temel meselelerini konuşuyor, şirk ile tevhidi ayırt edebiliyor, şeytana itaatten rahatsız olabiliyorlar. Feridüddin Attar ayet-i kerimeye atıfla isimlendirdiği eserinde, Hüdhüd'ü peygamberi temsil eden haberci kuş diye yorumlar. Haberci kuş, kibirlerini ve hallerinden memnuniyetlerini perdeleyen tembellik ve ürkekliği teşhir ederek kuşları padişah aramaya davet eden kuştur. Attar'ın verdiği bilgiler, Kuran-ı Kerim'de kısa bir şekilde özetlenen Hüdhüd'ün yeryüzünde şirke sapan bir kavme şahit olması ile bunu Süleyman'a bildirmesiyle ilgili hikayenin yorumu kabul edilebilir. Tasavvufun genel teorilerinden meseleye bakarsak, burada kuşlar insanlar, orman dünya, padişah Hak iken hüdhüd de peygamber olacaktır. O zaman kuşların diliyle insana anlatılan, insanın hikayesinden öte bir şey değildir.
KUŞLAR NE SÖYLER?
Bununla birlikte Attar'ın ihmal ettiği birkaç husus vardır, daha doğrusu biz Attar üzerinden meseleye bakınca Kur'an-ı Kerim'de dikkat çekilen bazı hususları ihmal edebiliriz. Kur'an-ı Kerim'de Hüdhüd, Süleyman'ın ordusunu topladığı zaman onun emrine imtisal etmek yerine yeryüzünde Allah'a şirk koşulan yerin bilgisini getiren kuş olarak zikredilmiştir. Süleyman ordularını teftiş ederken Hüdhüd'ün yerinde bulunmadığını görünce idrakimizi sarsacak ve zihnimizi zorlayacak bir şekilde şöyle der: 'Bu kuş nerede? Ya bir mazereti olsun veya onu boğazlayacağım.' Hüdhüd dönünce Süleyman'a 'Sen burada hükümdar diye duruyorsun fakat falan bölgede insanlar şirke tapıyor, Allaha şirk koşuluyor' der.
Hikayede dikkat çekici konulardan birisi, Hz. Süleyman'ın bir kuşu görev yerinde bulunmaması sebebiyle yükümlü tutmasıdır. Görevini ihmal etti diye bir kuşu cezalandırmak ne demektir? Bazı bilginler buradan hareketle hayvanların sorumlulukları olabileceğini söyler. Bunun zorlama bir yorum olduğu bellidir. Öyle görünüyor ki ayet-i kerime üzerinde yorum getiren alimler, bu hususta zorlamalara gitmiştir. Bir yandan yükümlülüğü insan ve cin ile sınırlamak, öte yandan buradan Süleyman'ın kuşu sorumlu tutması arasında bir tereddüt ortaya çıkmış görünmektedir. Burada bir ihtimal olarak hayvanların bir şekilde sorumlu olabileceğine dair kanaatler ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte söz konusu yorumları tezyif eden husus, işi geçmiş zamanlar diye ele almış olmalarıdır. Doğrusu böyle bir yaklaşım akla hiç makul gelmiyor. Bunun yerine Süleyman'ın özel durumlarından hareketle başka yorumlar bulmak mümkündür. Bunu ise Yunus Emre'nin 'Arifin yol inceden inceyedir, Süleyman'a yolu gösteren bir karıncadır' derken dile getirdiği düşünce üzerinden takip etmek mümkündür.
Hz. Süleyman'ın iktidarı üzerinde aktarılanlar ile sufilerin fark ettikleri arasında ciddi bir çelişki vardır. Başka bir anlatımla Süleyman'ın iktidarı üzerinden bir gerçeklik ve görüntü çelişkisi yaşanır. Menkıbevi anlatımlarda Süleyman, yeryüzünde kurulabilecek en büyük iktidarın sahibi bir padişah-peygamber iken onun sözü bütün varlıklara geçer, bütün hazineler onun eli altındadır. Bu itibarla Süleyman'a atıfla üretilmiş deyimler ve tabirler her bir insanın içinde saklı iktidar arzusunun dışavurumudur. Buna mukabil ariflere göre gerçek iktidar Allah'a kulluk iken, Allah iktidarını kimse ile paylaşmadığı gibi Süleyman'a verilmiş bir iktidar da yoktur. Onda ortaya çıkan iktidar ve nimetler arasında Hakkı hatırlamak sınavı olacaktır. Başka bir anlatımla insanlar, onu tahtına yerleşmiş bir muktedir olarak düşlerken Süleyman Peygamber 'şevket (diken)' diye betimlenen o tahtında Hakk'a teslimiyet sınavını vermektedir. Atlardan söz ederken 'bunlar bana Rabbimi hatırlatıyor' demiş olması bunu gösterir. Böyle bir halde iken Süleyman'ın kuşlarla veya öteki varlıklarla ilişkisi insan muhayyilesini ve iktidar sınırlarını aşarak başka bir gerçeklik zemininde ve başka bir varlık mertebesinde yaşanmış olmalıdır. O zaman Hüdhüd'e söylediği söz de beşeri iktidar sınırlarını aşarak varlığın farklı mertebelerini keşfettiği bir derecede ve durumda söylenmiş olmalıdır. O mertebe neresi ise ve Süleyman hangi halde ise kuşlar bile belli bir sorumlulukla bulunacaktır.
Hikayenin ikinci kısmı daha da dikkate değerdir: Bir kuşun günahı veya iyiliği ayırt edebilecek bilinci olabilir mi? Hüdhüd, yeryüzünde Allah'a şirk koşulduğunu söyleyerek bundan duyulan rahatsızlığı belirtir. Bunu literal yorumla okursak hayvanların ve belki de bütün varlıkların olanı biteni temyiz edebilecekleri bir bilinç sahibi olduklarını fark edebiliriz. En azından sufiler böyle düşünerek varlıkların bilinç taşımış olduklarının delillerini ayetlerden çıkartırlar. Mesela insan bedeninin, insanın aleyhine şahitlik edecek olması bir remiz veya sembolik anlatım değildir. Beden kendisinde işlenen günahlardan mustariptir ve bu günahları işleyen nefsi Allah'a şikayet edecektir. Öte yandan yeryüzü ve gökyüzü üzerlerinde yaşayanların bir kısmının yitip gitmesine ağlamayacaktır. 'Gökler onlara ağlamadı' ayet-i kerimesi bir çok mümin için tevile gerek duymayacak kadar açık ve seçik bir hüküm bildirir. O zaman hayvanlar kadar gökyüzü ve yeryüzü de insanların işledikleri suçlardan mustariptir, Allah'a şirk koşulmasından, zülumden, haksızlıklardan ve bilumum günahlardan şikayetçidir. Bu bakış açısı tasavvuf dahilinde geniş bir adap telakkisinin ortaya çıkmasını sağlamış, günlük hayatta kullanılan araç ve gereçlerden bütün varlıklara doğru saygı ve değeri anlatan bir dil teşkil etmiştir. Bu edepte sadece Allah'a ve insanlara karşı değil, var olan her şeye saygı göstermek, onu saygın ve keremli bir şahsiyet olarak kabul etmek insan terakkisinin yolu sayılmıştır.
Hiç kuşkusuz bu edep, çağdaş dünyada bilhassa çevre ve doğayla ilişkimizi inşa etmede çok önemli katkılar sağlayabilecek unsurlar içerir. Öyle görünüyor ki insanın din ve ahlak kurallarına uyması sadece kendisi ve hemcinsleriyle ilgili değil, bütün evren ile doğru bir ilişki kurmanın yolu kabul edilmiştir.
Ekrem Demirli