Ekrem Demirli

Zihin ve Ahlakın Üç Merhalesi: Sabi, Feta ve Racül Olarak İnsan

İnsanı öteki varlıklardan ayrıştıran özelliklerden birisi sadece biyolojik veya fiziksel gelişimiyle uyumlu değil ahlaki gelişim sürecini anlatan isimler, lakaplarla anılmış olabilmesidir. Bir insana 'adam' veya 'delikanlı' veya 'çocuk/sabi' dediğimizde onun biyolojik yaşına nadiren atıf yapmış oluruz. Böyle tabirler daha çok insanın ahlaki ve zihinsel gelişim süreçlerine ve merhalelerine işaret eden tabirler olarak zihnin yolculuğunu anlatır.

Her insan 'sabi' olarak doğar. Çocuk veya başka bir isim kullanmak yerine 'sabi' kelimesini yeğlemenin nedeni doğumla başlayan var olma serüvenimiz ile 'sabi' kelimesinin kök anlamı arasında kurulabilecek anlam ilişkisidir. Sabi veya sabavet taşkınlık, yerinde duramamak, akmak ve taşmak anlamına gelir. Bu anlamıyla 'sabi' insanın doğumla başlayan hayatında dünyayla ilişkisini ve hali hazırdaki durumunu gösteren bir tabir haline gelerek sorumsuzluğa, kontrolsüzlüğe ve içgüdüsel harekete atıf yapar. O zaman 'sabi' fiziksel ve biyolojik durum ile zihin arasındaki ortak özelliği anlatmak üzere seçilmiş uygun bir tabirdir. Bir çocuğun fiziksel bedenindeki zayıflık, gelişmemiş olmak ile zihinsel durumu arasındaki ilişki, 'akışkanlık, taşkınlık' tabiriyle kurulmuş olmalıdır. Sabi herhangi bir kural veya yasak tanımaksızın tam bir meşruiyet ve haklılık duygusuyla hareket eder, hazzından başka onu yönlendirecek bir kural ve değer olmaz, mutlak bir otorite tanımazlık içinde güdüleriyle yönlendirilir. Bu anlamıyla 'sabilik' tasavvuftan aşina olduğumuz ikinci doğumla ortaya çıkan "yetişkin çocukluk", 'Tanrı'nın hücresindeki çocuklar' gibi kemalin edilgen hallerinden farklı olduğu kadar F. Nietzsche'nin ruhun üçüncü hali dediği çocukluktan da ayrıdır. Kadim zamanlar insanın çocukluk evresinden behemehal çıkarak olgunlaşması gerektiğini kabul eden çağlardı. Bu bakımdan çocukluk İbnü'l-Arabi metafiziğinde birkaç yönden yüceltilmiş olsa bile (özellikle dünyaya yeni gelmiş olma bereketi, ahd-i hadis), masum görülmenin dışında, yüceltilen bir şey olmamıştır.

İnsanda ahlaki ve zihinsel gelişim başladığında 'hayvani nefs' veya nefs-i emmare (emredici nefis) denilen şey çocukluktan gelen serbestlik, kural ve otorite tanımamak, arzuyla hareket etmek gibi duyguların ta kendisi olacaktır. Bu bakımdan çocukluk insanın henüz ahlaklı hale gelmediği 'hayvani evresi' olarak isimlendirilmiştir. Klasik ahlak teorisinin ve dini düşüncesinin belirleyici olduğu çağlarda çocukluk geçilmesi gereken 'müsamaha edilmiş bir evre' olarak kabul edilmiş olsa bile bunun gerekçesi 'akılsızlık' ve iradesizlik olarak görülmüştür. Zihnin gelişimi içimizde saklı çocukluklarla verilen amansız mücadeleyle şekillenir.

Modern dünya çocukluğun yüceltildiği bir dönem olarak öteki çağlardan ayrışır. İçinde yaşadığımız üretim dünyası biz müşterilerine çocuk kalmanın kınanabilecek bir durum olmadığını, uğruna çocuksu arzularımızı bastırmayı tercih edebileceğimiz bir üst değerler dünyası olmadığını söyleyerek çocukluğu 'kaçınılması' gereken iptidai bir seviye olmaktan uzaklaştırdı.

Klasik ahlak anlayışı ve dini düşünce ise çocukluğun ve daha çok da çocuksuluğun aşılması üzerine kuruludur. Bununla birlikte bunun pek de mümkün olduğunu da kabul etmez. Çünkü çocuklukta bizi şekillendiren dürtüler ve duygular özde aynı kalsa bile sürekli form değiştirerek mücbir güdüler halinde kalmayı sürdürür, bizi sürekli hazlarımız doğrultusunda hareket ettirmeye devam eder. Böyle olunca başarılı olunsa da olunmasa da ahlaki mücadele çocukluğun yenilmesi üzerine kurulmuştur.

Hazlar ve dürtüler ile şekillenen davranışların yeni bir gaye ekseninde inşa edilmesiyle ahlaki yolculuk başlar. Bu meyanda en önemli kişi veya kavram 'öteki insan' olacaktır. Öteki insan çocukluğun -benliğin değil- aşılmasının en güçlü vasıtası olarak ahlaki hayatın birinci evresinin temel kavramı veya konusu olarak kabul edilir. Artık burada 'öteki insan' hakkında vecize söylemeye, edebi anlatımlar bulmaya hiç gerek yoktur: Öteki insan bizim ne aynamız ne cehennemimiz ne cennetimizdir; öteki insan çocuksuluğumuzdan kurtulmanın biricik köprüsüdür. Biz o köprüden süratle geçerek kendimize varırız, altından derin hazların cehenneminin bulunduğu o köprüyü aşarak zihinsel yolculukta mesafe kat ederiz. Bu meyanda ahlak sabiliğe mukabil feta ve fütüvvet kavramlarını inşa ederek yeni bir dünyada yol kat etmemizi ister. Feta kelime anlamıyla genç, fütüvvet ise yiğitlik ve gençlik demektir. Fakat her ikisi de biyolojik çağlarımızla ilişkili değil, ahlaki ve zihinsel gelişimimizle ilişkilidir. İnsanın gerçek insan olmaya doğru yolculuğu feta olmaya, feta olmak ise fütüvvet ahlakını kazanmaya bağlıdır. Yeni kavramlar ortaya çıkınca feta-fütüvvet karşısında sabilik bir mağara halinde kalarak zihnin olgunlaşması mağaradan çıkmaya bağlanır. İnsanın çocukluk mağarasından çıkabilmesi tam bir diğerkamlık ahlakını benimsemeyi gerektirir. Burada bencilce olan arzular yerini öteki insan için bir şey yapmaya, onu tercih etmeye bırakır. Fütüvveti büyük bir ahlak kılan şey, çocukluk mağarasından çıkma imkanı barındırıyor olmasıdır. Onu dini ahlak kılan ise diğerkamlığın Tanrı'nın iradesiyle yerine getirilmiş olmasıdır.

Fütüvvetin içerdiği diğerkamlık sayesinde çocukluk mağarasından çıkan insan bu kez yolculuğuna 'racül' olmak üzere devam eder. Racül olmak insanın kemal makamıdır: Hem zihinsel hem ahlaki olarak insan o makamda kemale ererek mağaranın tam olarak dışına çıkmış olur. Racül veya çoğulu rical (tasavvufta kamil insanların bir kısmı için kullanılan bir tabir olmakla binlikte) çocukluğu terk etmekle başlayan yolu ikmal edenlere en azından yolun nihayetsiz olduğunu idrak edenlere verilen bir isimdir. Bununla birlikte racül fetadan ayrışır: Racülü (adam, kamil) fetadan ayrıştıran şey ise diğerkamlığın veya başka bir ahlakın mutlak bir erdem olarak esas alınmamış olmasıdır. Racül için ahlak fütüvvetten aşina olunan formunu kaybeder, formsuz bir ahlaka ulaşır. Gerçekte bu seviyede ahlak tam bir marifet anlamı kazınır: Diğerkamlık olabileceği gibi olmayabilir de, zahitlik olabilir de olmayabilir de! Bu sayede racül eşyaya olduğu hal üzere bakar, her halin gerektirdiği duruma göre hareket eder, ibnü'l-vakt olmaktan çıkarak ebu'l-vakt haline gelir.

Tasavvuf böyle bir kavramla ahlakın kendisini mutlak bir amaç olmaktan çıkartarak yolculuğun amacını marifet ve Tanrı'yı müşahede olarak belirler.

Yol Tanrı'da biter.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.