Gurbetten sılaya
İbrahim Altay kardeşimle yollardayız. Ilgaz dağlarının bir yüzü onun, diğer tarafı benim memleketim. Gurbetten sılaya doğru yolculuğumuz başlıyor.
Nihayet Çankırı ili Yapraklı ilçesine varıyoruz. Daha köylerden itibaren bölgeye ıssızlık hâkim. Evlerin çoğu boş. Tarlaların önemli bir kısmına yıllardır el değmemiş.
İlçe merkezindeyiz. Nüfus yaz mevsiminde iki bine yaklaşıyor, kışın ise beş yüze kadar düşüyormuş. İlçede berber, kasap ve lokanta yok. Sakallarım biraz dağınıktı. Gittiğim yerde hallederim diye düşünmüştüm, fakat bu mümkün olmadı. Beldenin sakinleri tıraşlarını ya kendileri oluyor yahut Çankırı merkeze gidiyormuş.
Burası emekli yurdu haline gelmiş. Başkentin hemen yanında olmasına rağmen doğalgazdan mahrum kalmışlar. Sanayi zaten sıfır. Tarımla uğraşacak nüfus yok diyorlar. Sınıflarda talebe sayısı iyice düşmüş. Yapraklı adeta bir ihmalin adı olmuş.
İlçenin önde gelen birkaç ismiyle çay içiyor, konuşuyoruz. Haklı olarak sitem ediyorlar. Özellikle doğalgazın acil ihtiyaç olduğunu söylüyorlar.
Yapraklı'nın tek fırınından sıcak ekmeklerimizi alıyoruz. Dağlara doğru gideceğiz.
Meşe ve karaçamlar bitiyor, sarıçamlar başlıyor. En sevdiğim ağaç. Yolculuk boyunca dağ ispinozları ve ak kuyruksallayan kuşları bize eşlik ediyor. Hatta saka kuşu bile görüyoruz. Sevgili sakamızı uzun zamandır doğada görmemiştim. Bir sürpriz daha: İşte, dalların arasında çam baştankarası.
Ovalarda iğde ve söğüt, dağlarda ise ahlat ağaçlarının çokluğu dikkatimi çekiyor. Ahlatlar meyvesiz. Demek ki yok yılındayız.
İnsana heyecan veren güzelliklerden geçerek kalacağımız yere varıyoruz. Ağaçların bile zor çıktığı bir yükseklikteyiz. Küçük ve temiz bir gölün kıyısında. Manzara gözlerimizin içine bakıyor. Mevsime uygun çiçekler, sesler ve renklerin ortasındayız.
Gece yıldızlarıyla geliyor. Ağustos böceklerinin sesi her yerde yankılanıyor. Artık kalbimize çekilmenin vaktidir. Bunu yapmadan evvel, gece yürüyüşüne çıkmak istedik. Belli belirsiz orman yolundayız. Karanlıkta, ağaçlarla birlikte birer kara gölgeye dönüşüyoruz. Yanımızda fener olmasına rağmen hiç ışık kullanmadan, hayli uzak bir mesafeye kadar gidiyoruz. Gözlerimiz karanlığa alıştığı için dönüş daha keyifli hale geliyor. Karşılıklı tehdit ve latifeler, yolculuğu iyice güzelleştiriyor. Evet, şimdi oldu.
Sabahı bir ferahlık olarak karşılıyoruz. Hafif serinlik var. Dağ kırlangıçları etrafımızda uçuyor. Bakınız: Ebabil.
Yapraklı ilçesinde vazifemizi tamam ettik. İstikamet dağın ardındaki Taşköprü ilçesi. Böylece türkümüzde geçen "şu dağların arkasını bilirim" dizesi benim için gerçek oluyor.
Dağ yollarını kullanarak farklı bir güzergâhtan Ilgaz ilçesine iniyoruz. Sonrasında tünelden Kastamonu'ya geçiyoruz.
Taşköprü, atalarımın yurdu. Dağlarda, son köylerden birini mesken tutmuşuz.
Hatıralarla dolu bir yolculuktan sonra köyümüze ulaşıyoruz. Yapraklı ilçesinin yüksek yaylalarından Ilgaz dağlarının zirvesine bakıyorduk. Bizim köyden de zirveleri seyrediyoruz. Manzara hiç değişmedi. Çamlar, gelenekler, kelimeler, hepsi bir. Sanki iki şehrin farklı ilçelerine gitmemiş de hep aynı yerde kalmış gibiyiz. Tek değişiklik, annemin ve babamın burada olması.
Şehirde yaşayan bizler, kronik vakit yetmezliği sorunuyla boğuşuyoruz. Haftanın ilk iş günü bizi bekliyor. Artık dönüş yolunu tutmamız gerekiyor.
Yolculuğumuz boyunca güzelliklerle birlikte dostluğun da tadına vardık. Aynı toprağın insanı olmak, dostluğun şartları arasında değildir, biliyorum. Fakat bu durumun dostluğa derinlik kattığına, İbrahim ve İbrahim olarak, beraber şahitlik ettik.
Büyük şehirlerde hakiki güzelliğe hasret kalıyoruz. Binalar, trafik, insan kalabalığı, iş hayatının zorlukları derken kaybolup gidiyoruz. Tabiatta ise insan kendine geliyor, özünü buluyor.
İbrahim Tenekeci
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.