Müslümanlar roman yazabilir mi?
Bir zamanlar çok tartışılan bir konuydu. Bugünlerde artık tartışılmadığına göre cevabı bulunmuş olmalı. Şimdi siz, madem cevabı bulundu, durduk yerde neden böyle bir soru soruyorsunuz, diye düşüneceksiniz. O zaman ben de bu merakınızı zail etmek için hemen cevap vereyim.
Ayfer Tunç'un zengin bir ailenin çocuklarının tükenişini anlattığı Osman isimli romanını bitirince, bundan otuz-kırk sene sonra, yüzyılın ilk çeyreğinde büyüyen dindar ve zengin ailelerin çocuklarının da böyle hikayeleri olabileceğine dair hissettiğim korku ve endişe aklıma geldi ve bu eski tartışmayı hatırladım. Burada Müslüman derken, günde beş vakit namaz kılan, günlük yaşamında helal ve harama dikkat eden, işinde gücünde olan mütedeyyin Müslümanları kastediyorum.
O zaman iki soruyu hatırlatayım. Mütedeyyin ve muttakî bir Müslüman roman yazabilir mi? Mütedeyyin bir toplum roman konusu olabilir mi? Ben bu iki soruya da hayır cevabını verenlerdendim.
İlkine hayır cevabı vermemin nedenini 1950'lerde geçen şu anekdot özetliyor aslında. Demokrat Parti başa geçmiş, memlekette bir rahatlama olmuş. Basın hareketlenmiş, her gün yeni bir gazete ve dergi kuruluyor. Birkaç Müslüman bir araya gelerek gazete kurmaya karar verirler ama öncesinde güvendikleri ve inandıkları hikmet ve irfan ehli bir büyüğe konuyu açmanın doğru olacağını düşünürler ve kapısını çalarlar.
- Efendim, biz gazete kurmak istiyoruz. Ne buyurursunuz?
- Evladım, gazeteler ne yazar? Ya olanları ya da düşündüklerinizi, ihtimalleri. İlki dedikodu ve gıybete girer. İkincisi de yalan ve iftira olur. Bir Müslümana gıybet de iftira da yakışmaz.
Soruyu soranlar ne yaptı bilmiyorum. Burada dikkatinizi çekmek istediğim husus şeyh efendinin meseleye yaklaşımı. Olan bitenleri anlatmayı bile doğru bulmayan bir zihin, olmayan bir dünyada yaşamamış insanların işlemedikleri günahları nasıl yazabilir? Şeyh efendiye roman yazabilir miyiz, sorusu yöneltilse vereceği cevap muhtemelen aynı olacaktı.
Sadık Yalsızuçanlar'ın bir süluk hikayesini anlattığı romanını okuyana kadar ben de şeyh efendi gibi, modernizmin kiriyle pislenmemiş sahih Müslüman zihinlerden roman sadır olamayacağını düşünürdüm. Mütedeyyin bir Müslümanın çok güzel şiir ve öykü yazabileceğini ama roman yazamayacağına inanırdım. Gerçi Mustafa Kutlu, İskender Pala, Ahmet Kekeç gibi birçok isim vardı roman yazan. Zaman içinde bir Müslümanın kişisel deneyimlerini romanlaştırabileceğini düşünmeye başlamıştım. Romanın birçok türü var. Herkesin hayran olduğu tarihi bir figürün hayatını veya bir olayı anlatan romanlar ile politik ve mesaj verme kaygısı güden romanları kastetmediğimi anlamışsınızdır. Çünkü yazarı metne ne kadar müdahale ederse ve yönlendirirse roman olmaktan o kadar uzaklaşır. Roman ile kastım insanı ve hayatı anlatmasıdır.
Bu arada yanlış anlaşılma olmaması için hemen açıklayayım. Böyle söylemekle günümüzde roman yazanların Müslüman olmadıklarını iddia ediyor değilim ve böyle bir iddiayı da çok saçma bulurum. Ben bambaşka bir şeyden bahsediyorum. Sorumu bir örnek üzerinden daha açık sorayım. Jostain Gardeer'in Sirk Müdürünün Kızı isimli bir romanı var. Roman yıllar önce terk ettiği ve hiç görmediği için bilmediği kızı ile birlikte olan bir adamın trajedisini anlatıyor. Sorum şu: Bir mutekit ve muvahhit Müslüman zihin böyle bir roman yazabilir mi?
Günde beş vakit namaz kılan, işinde gücünde bir adamın hayatından roman çıkmayacağına göre günahkâr insanların hayatları anlatılmalı. Bizim inancımızda ise günahları ifşa etmek pek hoş karşılanmaz. Cemil Meriç romancıların bizi evlerin yatak odalarına soktuğunu söylerken tam da bunu kastediyordu. Çünkü ona göre roman başlangıcından beri bir ifşâ ve itiraftır. Peki biz kirli çamaşırlarımızı ortalık yere saçar mıyız? Günahlarımızı ifşa ve itiraf edebilir miyiz? Tabi ki hayır ama bir istisnası var. Günahkar bir Müslümanın önce pişman olup sonra kurtulmak için gösterdiği çabalardan çok güzel romanlar çıkacağını ve bunun günah ifşasından daha çok bir yolculuk ve kendini arama hikayesi olacağını düşünüyorum. Bununla da hidayet romanlarını kastetmiyorum, bireysel yolculukların anlatıldığı ve mesaj kaygısı güdülmediği romanları kastediyorum.
Gelelim ikinci soruya: Dindar bir Müslümanın hayatından bir roman konusu olabilecek trajedi çıkar mı? Tabi ki çıkmaz diyeceğiz hemen. Ben de öyle düşünüyordum. Ayfer Tunç'un romanını okuduktan sonra bunun da mümkün olabileceğini düşünmeye başladım. Çünkü artık devir değişti ve Müslümanlar da eski Müslümanlar değil. Helaller ve haramlar konusunda babalarımız kadar hassas değiliz maalesef. Müslüman ve dindar ailelerin savrulan ve hayata tutunamayan çocukları olduğunu gördükçe ve duydukça bizde de Osman'a benzer hikayelerin olacağını ve romanların yazılabileceğini düşündüm.
Ancak böyle bir roman yazmanın hiç de kolay olmayacağını söylemeliyim. Bu zorluk mahalle ve toplum baskısından gelen bir zorluk. Dışarıdan biri yazarsa iftira atmakla suçlanacak ve ciddiye alınmayacak. İçeriden biri yazarsa kimi cemaat ve toplulukların hedef tahtası haline gelecek ve iftiranın yanına ihanet de eklenecek. Oysa roman için söylenen tanımlardan en meşhuru, onun, hayata tutulan bir ayna olduğu değil midir? O zaman bu korku neden? Bu kaçışımız kafamızı kuma gömmekten başka bir şey midir?
21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşayan Türkiye Müslümanlarına ayna tutacak romancılara ihtiyacımız var. Çünkü biz kendimizi göremiyoruz ve karşısına geçip kendimize çeki düzen vereceğimiz bir aynamız da yok. Sıradan bir Müslüman olarak yaşadığımız sorunları fark edip önlem almamızı sağlayacak romanı düşman görmenin bize hiç faydası yok. Bize, yaşadığımız dönüşümü ve sorunlarımızı romanlar ve sinema gibi açık ve net bir şekilde aktaracak ikinci bir imkânımız da yok. Hatalarımızı ve günahlarımızı yüzümüze çarpacak ve kendimize gelmemizi sağlayacak uyarıcılara her zamankinden fazla ihtiyacımız var. İfşa veya itiraf ne derseniz deyin, bunlar olmadan kurtulamayacağız bizi gün geçtikse daha fazla saran illetten.
Çünkü devir değişti ve şairin dediği gibi;
Bezm o bezm, ahbâb o ahbâb, işret o işret değil
Mey o mey, sâkî o sâkî, hâlet o hâlet değil
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın? (24.09.2020)
- Bana kahramanını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim (20.09.2020)
- Cemaatler denetlenmeli mi? (16.09.2020)
- Cemaatler kendilerini nasıl denetler? (12.09.2020)
- Cemaatleri nasıl denetleyelim? (09.09.2020)
- Perdeler kalkmadan mana bilinmez (05.09.2020)
- Uzaktan Öğretim Platformu (02.09.2020)
- Söyle ey bad-ı saba söyle Huseynim nerede (29.08.2020)