Bir şeyh efendinin vedâ mektubuna göre Melâmîlik ve Melâmîler
Bir Melâmî-Nakşi şeyhi olan Hüseyin Şemsi Ergüneş (1872-1968) vefât etmeden önce ihvânına bir vedâ mektubu kaleme alır ve birtakım nasihatlerde bulunur. Bu mektubun özelliği, Melâmîliğin ne olduğunun ve bir Melâmînin nasıl olması gerektiğinin açıkça yazılmış olmasıdır.
Mektubun müellifi Şemsî Efendi, şeyhi Nûrul'l-Arabî'nin şeyhi Kursavî'nin şeyhi İşan Niyâz Kulı et-Türkmânî silsilesiyle İmam Rabbanî'ye kadar giden Müceddidiye kolu Nakşîlerindendir ve neşvesi diğer kol olan Halidîlerden farklıdır. Cehrî zikir ve tevhîd yorumları ile ehl-i beyt sevgisini daha fazla öne çıkarmaları ile Halidîlerden ayrılırlar. Ülkemizde yaygın Nakşîbendiye kolu Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî'nin (ö. 1827) kurucusu olduğu Hâlidiye koludur.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nde verilen bilgiye göre bir Müceddidi-Melamî şeyhi olan Şemsî Efendi Âşık Hıfzî adında bir halk şairi ile Sofya Bâlî Baba Tekkesi şeyhi Ahmed Baba'nın kızının evlâdıdır. 93 Harbi'nden sonra geçtikleri Usturumca'da, henüz 13 yaşında iken Muhammed Nuru'l-Arabî ile tanışan Şemsî, tahsiline devam etmek şartıyla dervişliğe kabul edilir. Mûsîkîye olan merakı ve kabiliyeti çalışmalarını tekke mûsîkîsine yoğunlaştırır. Tahsilinin ardından atıldığı memuriyet hayatı, 1927 yılında emekli olana kadar devam eder. Emekliliğinden vefât tarihi olan 1968'e kadar, İstanbul'da, İbnü'l-Arabî, Konevî, Cîlî ve Nûru'l-Arabî'nin eserlerini tercüme eder, dostlarının ve sevenlerinin tasavvufa dair sorularını cevaplar, onlara yol gösterir, rehberlik eder.
Şeriat olmadan tarikatın olamayacağının üzerinde duran ve hayatı boyunca da çevresindekilere bunu anlatan Şemsî Efendi'nin şiirleri, oğlu Muhittin Ergüneş tarafından Şemsî Divanı adıyla yayımlandı (Ankara: Varol Matbaası, 1976). Şiirlerinde tevhîd mertebeleri, hakikat-ı Muhammediye, aşk, ehl-i beyt muhabbeti, Melâmîlik, sülûk, intisap, mürid-mürşid ilişkisi, Kerbela ve Hz. Hüseyin ele alınan başlıca konular. Bu kitaptaki şiirleri başından sonuna kadar anlayarak okuyan bir kişi, Şemsî Efendi'nin tasavvufi görüşlerini de öğrenmiş olur.
Bu yazıya da konu olan, vefatından kısa bir süre önce, müritlerine ve muhiplerine hitaben yazdığı mektubunda, bir Melâmî dervişinin dikkat etmesi gereken hususları veciz bir şekilde ifade eder.
Uzun süre sadece ihvân arasında dolaşan ve henüz yayınlanmayan Mektubat'ında yer alan bu mektup, Melâmî dervişlerine her şeyden önce şerîata tâbi olmaları, güzel ahlâk sahibi olmaları, kötü huyları def etmeleri, varlığı iyice kavramaları, Hakk'ı yakından tanımayı, kimseye yük olmamayı, insanlara ve doğaya faydalı olmayı, hesabını veremeyecekleri hiçbir işi yapmamalarını öğütler. Mektubu kısa açıklamalarla aktarmaya çalışayım.
Ey insanoğlu, sözlerimi can kulağıyla dinle. Dinlediğin sözleri kulağına küpe, kalbine tohum gibi ek.
Şemsî Efendi bu girişiyle iki konuya dikkat çeker. İlki, sözlerinin muhatabının sadece kendi muhip ve dervişleri olmadığıdır. İkincisi ise bu sözlerin can kulağıyla dinlenilmesi ve iyice bellenmesi gerektiğidir. Bizim anladığımız Şemsî Efendi'nın bu mektuba çok önem verdiğidir.
Evlâdım, ihvânlık tarîk-i enbiyâ ve evliyâdır.
İhvânlık yani dervişlik, peygamberlerin ve evliyânın yapıp ettiğidir, onların yolu ve yöntemidir.
Bu yolun sâlikleri, tamamen vakfullahtır. Şu hâlde, Hak için, vücûdunu vakf edeceksin.
Bu yola girenler tüm benliklerini, varlıklarını Hakk'a vakfeder, ömür nakitlerini onun uğrunda harcar, onun için yaşar. Çünkü;
Yapacağın hizmet için kimseye minnet etmeyeceksin.
Çünkü;
Rızkına kâni' olan gerdûna minnet eylemez
Âlemin sultânıdır muhtâc-ı sultân olmayan (Ziyâ Paşa)
Her işini hoş, kendini boş göreceksin.Melâmeti bu kadar güzel tarif eden kaç cümle vardır, bilmem. İyilik, balık için değil, Hâlık için yapılır. Ne iş yapıyorsan yap, o işi güzel yapacaksın ve bundan dolayı kendini beğenmeyeceksin.
Kat'iyyen yalan söylemeyeceksin. Elin ile koymadığın, mezûn olmadığın bir şey'e el vurmayacaksın. Vücûdun sıhhatte iken kimseye el açmayacaksın. Kudretin yettiği bir işle meşgûl olacaksın. Helâlinden kazanıp yiyeceksin.
Bir dervişin mutlaka kimseye muhtaç olmadan yaşayabileceği bir mesleği olması gerektiğine dikkat çeker. Mesleği olmayanın süluku olmaz. Süluk ancak bir meslek ile birlikte ilerler.
Gıybet etmeyeceksin. İlim ve kemâl dâvâsında bulunmayacaksın. Bütün hayrı, şerri, kahrı, lütfu, Cenâb-ı Hak'dan bileceksin.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hil'ât ü yâhut kefen,
Ya taze gül, yâhut diken..
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Diyen Yunus'un sözlerinin bir cümle ile söylenilmiş hâli.
Kimseyi hakîr, kendini de azîz görmeyeceksin. Kendine vücûd verip müşrik olmayacaksın.
Bu cümleler, Melâmîlerin varlık anlayışını özetler. İlim ve kemâl sahibi olacaksın ama dâvâsını gütmeyeceksin. Müşrik, kendinde bir şey gören, kendini bir şey sanan kişidir.
Din yolunda, Müslümanlık uğrunda her zahmeti câna minnet ve ni'met bileceksin. Şeriat dâiresinde insanlara muâveneti, mahlûkâta merhameti elden bırakmayacaksın.
Şerîat, sadece ibâdetten ibâret değil insanlara yardım etmek, hayvanlara ve bitkilere merhametli davranmak da şeriatın gereğidir. Oturduğu sandalyeyi bile üzmekten çekinerek oturan kişidir Melâmî.
Ahdinde ve va'dinde sâbit olacaksın. Kini, kibiri, gazabı, hasedi, riyâyı, fesatlığı ihtiyâr etmeyeceksin.
Yalan söylememek, emânete ihanet etmemek başta olmak üzere tüm kötü huylardan uzak durmalı.
Kötü düşünceleri içinden atıp tefekkürât-ı âliyye sâhibi olmaya çalışacaksın. Her gece yatağına girdiğin zaman o gün yaptığın işlerden nefsini hesâba çekeceksin.
Önemli uyarılardan bir diğeri. Kişi, kendine hesap veremeden Hakk'a hesap veremez. Hesabını veremeyeceğiniz işleri yapmayacaksınız. Peki derviş bunları yaparsa ne olur?
Ey Hak yolcusu:
Kulaktan kulağa, erden ere olacağı nakl edelim.
Melâmî geleneğinde sohbetin önemine işaret ediyor ve sohbetin eğitimdeki yerini gösteriyor.
Bu nasihatlerimle âmil olursan, bilâ-şüphe şems-i Cenâb-ı Fahr-i külden kalbine doğacak olan envâr-ı ahâdiyyet, vücûdunun her zerresini tenvîr edecek. Basîretin açılacak. Ledün ilmine vâkıf, bâtın lezzetine nâil olacaksın. Zulmet-ı gaflet hicâpları senden ref' olur. Âlem-i aşka dâhil, saâdet-i sermediyyete nâil olursun. Bütün belâlar sana bal ve bu âlemler dikensiz gül, felekler âşiyânın olur. Âdemiyyetin hakîkatine erersin. Fakat, sırrını hiç kimseye açmayacaksın.
Ahâdiyet nuru kalbe doğar, her zerresini aydınlatır. Kalp gözü açılınca ledün ilmi öğrenilir. Görünen âlemin görünmeyen taraflarına da âşina olma zevkine varılır. Gaflet örtüsü kalkar, aşk âlemine giren derviş bitmeyen mutluluğu tadar. Başkalarına mihnet ve sıkıntı gelen şeyler bu mertebeye ermiş kişiye nimet gelir, gözünde âlem gül bahçesine döner. Hiç kimseye söylenilemeyen Âdem olmanın sırrına varır.
Kerâmet satmayacaksın. Hareketlerinde mahviyyet göstereceksin. Medh ile zemmi bir telakkî edeceksin. Cümle sıfatları fiilleri Hakk'ın sıfatı, Hakk'ın fiili bileceksin.
Ne büyük bir itham: Kerâmet satmak! En büyük zaaflardan biri, kerâmet ile kişileri kandırıp kendine çekmektir. Kerâmetini kendine sakla, başkalarına göstermeye çalışma. Nezdinde övülmek de yerilmek de eşit olsun. Çünkü varlığını ifnâ etmiş biri olarak sıfatların da fiillerin de kime ait olduğunu öğrendin.
Bir babanın evlâdına hitâp ettiği gibi dervişlerine hitâp eden Şemsî Efendi'nin vasiyeti şöyle devam ediyor.
Ey oğlum:
Tuttuğun el Hakk'ın eli. Bu söyleyen dil Hakk'ın dilidir, bu yazan el, Hakk'ın elidir.
Oğlum:
Allah ile ol, Allah ile işit, Allah ile gör, Allah ile söyle. Allah'tan bir an gâfil olma. İçin Hak ile dışın halk ile olsun. Zâhirini fetvâya, bâtınını takvâya bağla.
Fetvâ ve takvâ ile şeriat ve tarikatı anlatır. Takvâ makâmı Hakk'ın gönülden çıkarılmamasıdır. Bundan sonra ise dua faslı gelir:
Böyle olursan Hak erenler yâverin olsun. Maddî ma'nevî rızkın gör. Uğurun açık, pertevin efzûn, feyzin Hak, hem-demin sırr-ı Muhammed-Ali, dest-gîrin Seyyid Muhammed Nûr yardımcın olsun.
Hû. Hû. Hû.
Bir gülbankı andıran dua ile mektup sona erer.
Herhalde Melâmîliği, bizzat Nuru'l-Arabî'yi görüp ondan ders alan, onun has dervişlerinin yanında bulunan ve yetişen, yani suyu kaynağından içmiş birinden daha iyi kim bilebilir?
Melâmîlik, peygamberlerin ve Allah dostlarının yolundan gitmektir. Melâmîler ise varlıklarını bu dünyada kimseden karşılık beklemeden bu yola adayan kimsedir. Hizmet etmek için kimsenin yardım etmesini beklemezler. İşlerini güzelce yaparlar ve güzelce yaptıklarını için de övünmezler. Helalinden elleriyle kazanıp ağızlarıyla yerler. Kimseden bu dünya için bir şey istemezler.
Gıybet etmezler, böbürlenmez, kimseyi hor görmezler, faziletlerini kendilerinden bilmezler. Yalan söylemezler, sözlerinde dururlar. Kin, öfke, haset, riyâ bilmezler, dünyevî hiçbir mesele için öfkelenmezler. Kötüyü ve kötülük etmeyi düşünmezler.
Dinleri uğruna çektikleri eziyeti nimet kabul ederler, şikâyet etmezler. İnsanlara yardım etmeyi düstur edinirler, hayvanlara ve bitkilere zarar vermezler. Her gece uyumadan önce kendilerini hesaba çekerler.
Kerâmet gösterme peşinde koşmazlar, varsa meziyetleri insanlardan gizlerler, kimseye göstermezler. İyiliklerinin bilinmesini istemezler.
Bu şekilde yaşadıkları için Mevlâ'nın ihsanlarına nâil olurlar, diğer insanların tatmadıkları ve bilmedikleri manevi halleri yaşarlar. Daima mutlulardır.
Melâmîlik ve Melâmî budur, vesselâm.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Şu akademik teşvik meselesi (10.01.2021)
- Rektörlüğün kısa tarihçesi (07.01.2021)
- Bir üniversiteye kötülük nasıl yapılır? (03.01.2021)
- Türkün Duyuşu, Türkün Deyişi (30.12.2020)
- Kızılbaş sufiliği ne demek ola? (27.12.2020)
- Hoş geldin Alman Aleviliği, hoşça kal Kızılbaş sûfîliği (24.12.2020)
- İBB’nin Şeb-i Arûs’u (19.12.2020)
- Şeb-i Arus: Vuslat günü (17.12.2020)