Mihrabın verdiği mesuliyet
Bir önceki yazımızda mihrâbın geleneğimizde ne anlam ifâde ettiğini anlatmaya çalışmıştık. Bu yazıda ise mihraba geçmenin ne anlama geldiği üzerinde durmak istiyorum.
Mihrâbın "çatışmak ve savaşmak" anlamındaki harb kökünden türediği söylenir. Kâmusu'l-Muhît'e göre o ismin verilmesinin nedeni, "şeytân ve heveslerimizle muhârebe edecek mevki" olmasından dolayıdır. Hz. Peygamber'in ifadesiyle büyük savaşı kazananların gelebilecekleri mevki olması.
Mihrâbın bir diğer anlamı 'yüksek yer'. Dolayısıyla mihrâb, ancak yüksek kişilerin geçeceği bir mekândır. Yükseklerin makâmı, yüksek makâm anlamına gelecek şekilde kullanılagelmiş.
Bu iki tanıma birleştirirsek şöyle bir anlama ulaşırız. Nefsiyle yaptığı büyük savaştan muzaffer çıkmayı başarabilen yüce ve ulu kişilerin makamı. Bu makama geçenlere de imâm diyoruz.
Mihraba geçecek kişi
Klasik fıkıh kitaplarının ibâdet bahislerinde mihrâba geçecek kişide aranması gereken özellikler bir bir sıralanır. Temiz giyimli olmak, yakışıklı olmak, tek eşli ve çocuklu olmak, sözüne güvenilir olmak, sesi, tilâveti ve kıraati güzel olması, ilmihal bilgisi sıkı ve sağlam olması, dini iyi bilmek şeklinde sıralanır gider. Ancak mihrâba geçecek kişilerde aranan kitaplarda sıralanmayan bir şart daha vardır.
Neyzen Hakan Alvan'dan dinlediğim bir rivayeti nakledeyim. Üstat Alvan, ismini hatırlamadığım, sadece eski Manisa müftülerinden biri olduğunu bildiğimiz bir hoca efendinin sözlerini nakletmişti bir sohbetimizde. Eski Manisa müftüsü olan zat, arkasında her tarîkten her meşrepten her mezhepten insanın namaz kılacağını gerekçe göstererek mihraba geçen hoca efendilerin, tarikini ve meşrebini belli edecek şekilde giyinmemesi ve davranmaması gerektiğini söylermiş. Nasıl cümle kapısı ile mihrap arasında çekilen çizgi caminin tam ortasında yer alıyorsa imam efendiler de kıyafetleri ve yaşantıları ile toplumun tam ortasında, her türlü aşırılıktan uzak 'ümmeten vasatan' tarifine uygun bir şekilde giyinmeli ve yaşamalı dermiş.
Benim, bir imam için çok değerli bulduğum bir ölçü bu. Bir imamın tüm tariklere ve mezheplere aynı mesafede durması ve ortalama bir Müslüman gibi olması ve yaşaması çok önemli. Camilerin bizde mezheplere ve tarikatlere göre paylaşılmamasının ardında imamlarımızın gösterdiği bu hassasiyet yatar.
Cübbe ve sarık
Cami milletin ve toplumundur ve kapısı her Müslümana açıktır. Hoca efendi de her tarikten ve meşrepten Müslümanın imamı olduğu için sarığı cübbesi ona hastır. Bu yüzden bizde hiçbir tarikatte imamların camide giydiği cüppe ve sarığın aynısı giyilmez. Tarikatlar kendilerine has kıyafeteler ve serpuşlar geliştirmişlerdir. Hatta aynı tarikten olanlar bir grup olarak camiye gittiklerinde de sıradan cemaat gibi davranırlar, gösteriş peşine düşüp tarikatlarının alemi olan takkelerle gösteriş yapmaktan çekinirler. Tek başlarına gittiklerinde tarikatlarına mahsus tac-ı şerifleri takarlar ancak grup olduklarında farklı anlama gelme endişesinden dolayı takmazlar.
Tarikatlarda mihrâba mürşidler geçer.
Camideki imamları biliriz ama aramızda dolaşan imamları bilmeyiz. Şu hayatta önemli olan; insanların olaylardan ders alması ve her zaman kötülüğü iyi gösterip insanı kötülüklerle haşir-neşir olmaya sevk eden nefs-i emmarelerine karşı savaş açmaları ve bu savaşın sonunda başarılı olup olmadıklarını değerlendirmeleridir. Nefsiyle yaptığı muharebeyi kazananlar, mihrâba yani mahall-i harbe çıkıp cemaatlerine namaz kıldırabilirler.
Cemaatle kılınan namazda durum böyle iken bireysel kılınan namazda imam, insanın gönlündedir. Cemaatle kılarken, kişi gönlündekini karşısında görüp, ilme'l-yakînden ayne'l-yakîne geçer. Namazı kıldıran imam da harbi kazanıp, mihraba çıktığı için, ona tâbi olunur.
Tarikat, şeriattan sonra gelir ve cami ilk dört kapının evvelidir.
Mürşid, bir et ve kemik yığını değildir. Müridi için, onu her zerrede mevcut olan bir varlık olarak görmek ve her an onun huzurunda bulunulduğunu bilmek lazımdır. Çünkü, manada mürşid ile mürid birbirinden ayrı değildir. Huzur, bu birlikteliktedir. Mürşid bedeni mihraptır, caminin mihrabıdır. Halk arasında söylenen "Cami yıkılmış, mihrabı yerinde kalmış" sözü genelde dış görünüşü sağlam, fakat içi geçmiş kimseler için kullanılır. Ama, bunun tersini de düşünmek ve bazen de mihrabı yıkılmış camilerle karşılaşılabileceğini unutmamak gerekir.
Böyle bir imam bulduğunuzda tâbi olun ve ölmeden önce ölüp gönül kıblesinden içeri girin ve hamuşlar yurduna varın. Vardığınız yer cennetten başka bir yer olmayacaktır.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Dört kapının dördüncüsü: Mihrap (28.06.2021)
- Afganistan bize uzak bir yer değil (24.06.2021)
- Tedbîri terk mi edelim, derk mi edelim? (21.06.2021)
- Ebussuud Efendi fetvaları (17.06.2021)
- MYO hocalarının tez danışmanlığı meselesi (12.06.2021)
- Bir üniversitede böyle şeyler olmaz! (09.06.2021)
- Eskiden de hakaret edilirdi ama bedeli vardı (06.06.2021)
- Taksim meydanının süsü: Taksim Camii (02.06.2021)