Erzurumlu Emrah iyi şâir ne şâir klasik şâir
Erzurumlu Emrah (ö. 1860) âşık edebiyatının müstesnâ şâirlerindendir. Ona bu istisnâyı Gedâyî ve Tokatlı Nuri gibi iki büyük âşık yetiştirmesinin yanı sıra, dili, üslubu, kullandığı kelimeler, mazmunlar ve aruzu başarılı bir şekilde kullanarak âşık şiirini Divan şiirine yaklaştırması verir. Nasıl yaklaştırdığını onun bir şiiri üzerinden anlatmaya çalışayım.
15. asrın ve Türk edebiyatının öncü şâirlerinden Ahmed-i Dâî'nin;
Eyâ hurşîd-i meh-peyker cemâlün müşterî-manzar
Ne manzar manzar-ı tâli' ne tâli' tâli'-i enver
matlaıyla başlayan kendine has özellikleri olan pür-sanat bir gazeli vardır. Birçok klasik şâir bu gazele nazîre yazmıştır. Erzurumlu Emrah da bu gazele nazîre yazan şâirlerden biridir. Onun yazdığı nazirenin, klasik şiir temsilcilerinin yazdıklarından farkı yoktur ve okuyanların bir saz şâirine ait olduğunu hemen anlamaları kolay değildir. Bahsettiğimiz şiir şudur:
Boyun bir serv-i kâmetdir ne kâmet kâmet-i Tûbâ
Ruhun bir lâle-i ahmer ne ahmer gonca-i zibâ
Müselsel kâkülün hoş-bû ne hoş-bû pür şûr-ı nâfe
Ne nâfe nâfe-i müşgîn ne müşgîn anber-i serâ
Kaşın bir hâme-i kudret ne kudret esmâ-ı esved
Ne esved esved-i enver ne enver enver-i garrâ
Gözün bir ebher-i âhû ne âhû ayn-ı pür-fettân
Ne fettân fitne-i câdû ne câdû nergis-i şehlâ
Lebin bir câm-ı zemzem ne zemzem kâse-i şerbet
Ne şerbet şerbet-i şehd-âb ne şehd-âb bâde-i sahbâ
Cemâlin rengi bir gül-ter ne gül-ter behcet-i gülşen
Ne gülşen gülşen-i cennet ne cennet cennetü'l-me'vâ
Sözün bir sırdır Emrâhî ne sırdır ma'nâ-yı hikmet
Ne hikmet dâne-i gevher ne gevher gevher-i yektâ
Klasik şâirlerimizin en sık kullandıkları dört mefâilün'den oluşan hezec bahrinde yazılan gazelin aruz uygulaması gâyet başarılıdır. Bunun yanında sevgilinin vasıflarının övüldüğü gazelin kelime kadrosu, klasik şâirin kullandığı kelime kadrosundan farklı değildir. Ama gazelde veya âşık edebiyatı ıstılâhı ile söyleyecek olursak semâîde klasik şiire ait başka özellikler de vardır. Bu özelliklerden bir kısmı müşterek olmakla birlikte klasik şiire has özellikler de vardır. Bunları sırası ile göstermeye çalışayım.
RÜCÛ'
Rücû', söylenilen sözden bir nükteye bağlı olarak vazgeçmek demektir. Daha önce söylenilen bir söze dönüş olabileceği gibi söylenilen sözü iptal edip farklı bir düşünceye yöneliş de olabilir. Şâirler, ifade etmek istediği düşünceyi kuvvetlendirmek için bu yola başvurur. Emrah'ın şiirde rücû'dan nasıl yararlandığını ilk beyit üstünde göstermeye çalışayım.
Boyun bir servi kâmetdir ne kâmet kâmet-i Tûbâ
Ruhun bir lâle-i ahmer ne ahmer gonca-i zibâ
Şâir, bu beyitte ismini zikretmeden sevgiliye hitap etmekte. Ey sevgili, senin boyun bir serviye benzer, diyor ilk önce. Sonra bu benzetmeyi yetersiz bulup daha iyisine benzetmek istiyor. Bunun için de bir geçiş yapması lazım. Burada imdâda "ne" girmekte ve kendine soru sorarak önceki söylediğini açmakta. Sevgilinin boyunu serviye benzettikten sonra bu sefer "Ne kâmet?" sorusu ile benzetmeyi daha da ileri götürmekte. Bu sefer gölgesiyle cenneti serinlettiğine inanılan tûbâ ağacına benzetiyor. Şüphesiz tûbâ derece bakımından serviden daha üstündür ve şâir yaptığı ilk benzetmeden soru ile dönüş yaparak daha üstün bir nesneye benzetmektedir.
İkinci dizede şâir, sevgilinin yanağını kırmızı bir lâleye benzetmekte. Bu sefer, sanki bilmiyormuş gibi "nasıl bir kırmızı" diye sorarak benzetilen nesneyi daha üstün bir nesneye taşıma imkânı verip çok güzel açılmamış bir gülün kırmızısına benzetir. Biz buna istifham yolu ile tecâhül-i ârif diyoruz. Böylece sevgilinin boyu ve yüzünün rengi övülmekte. Bu durumda beytin diliçi çevirisini şu şekilde yapabiliriz:
Ey sevgili, boyun servi gibi uzun. Ne kadar uzun? Cennetteki Tûbâ ağacı kadar uzun. Yanakların kırmızı bir lâle gibi. Ne kadar kırmızı? Açılmamış çok güzel bir goncanın kırmızılığı gibi.
Eğer şiirde soruyu soranın şâirin sevgilisi olduğunu düşünüyor isek bu şiir aynı zamanda müracaa örneği de olmakta. Soru-cevap olması bakımından bunu suâl-cevâp olarak da değerlendirebiliriz. Bu durumda beyti günümüz Türkçesine şu şekilde aktarabiliriz:
Şâir: Ey sevgili boyun servi gibi uzun.
Sevgili: Ya öyle mi! Peki ne kadar uzun.
Şâir: Ne kadar mı! Cennetteki Tubâ ağacının boyu kadar.
Şâir: Ey sevgili yanakların lâle gibi kıpkırmızı.
Sevgili: Hımm! Peki ne kadar kırmızı?
Şâir: Ah sultanım! Henüz açılmamış çok güzel bir gül goncasının kırmızılığı kadar kırmızı.
Şâir "ne"yi soru anlamına gelecek şekilde kullanırken aynı zamanda zarf anlamına gelecek şekilde de kullanır. Bu durumda beytin diliçi çevirisi şöyle olur.
Ey sevgili, boyun servi gibi uzundur. Aman Allah'ım o nasıl bir uzunluk! Sanki cennetteki Tûbâ ağacı. Yanakların kırmızı bir lâle gibi. Aman Allah'ım o nasıl bir kırmızılık! Sanki açılmamış çok güzel goncanın kırmızılığı.
Tûbâ ağacı boy bakımından serviden daha uzundur, gonca da kırmızılık ve güzellik bakımından laleden daha değerli ve kırmızı bulunur. Dolayısıyla şâir ilk olarak benzettiği nesnelerden "ne" sorusu ile kendisine açıklama imkânı vermekte, böylece benzetilen nesneyi benzetme yönü bakımından daha iyi ve üstün olanıyla değiştirmeye imkan bulmaktadır.
Şiirde ayrıca, âşık edebiyatında zincirbent, klasik edebiyâtta iâde dediğimiz bir sanatın farklı ama başarılı bir uygulamasını da görüyoruz. Beyitler arasında yapılan iâde bu şiirde beyit içinde yapılmış. Dikkat ettiğinizde hemen farkedeceğiniz üzere diğer beyitlerin ikinci mısraı, ilk mısraın son kelimesi ile aynı.
Emrah, bu şiirinde, klasik şâirlerimizin asırlar boyunca yaptığı gibi, sevgilinin boyunu tûbâya, yanağını goncaya, saçının kokusunu misk ü anbere, kaşını simsiyah bir hatta, gözünü ahunun gözlerine, dudaklarını şerbete ve yüzünü cennet bahçesine benzetmekte.
Ben, bu yazıda sadece ilk beytin söyleyiş biçimine, üslûbuna dikkatinizi çekmeye çalıştım. Diğer edebî sanatlardan bahsetmedim ve açıklamadım.
Bunları yazdıktan sonra kendime şöyle bir soru sordum:
Ey İsmail, Klasik Türk Edebiyatı derslerinde, ikinci-üçüncü sınıf şâirlerin öncekilerin taklidinden başka bir şey olmayan sıradan şiirlerin yerine Erzurumlu Emrah, Aşık Ömer, Gedâi, Tokatlı Nuri, Gevherî gibi usta saz şâirlerinin yukarıdaki gibi güzel ve sanatlı şiirlerini anlatsan daha iyi olmaz mı?
Cevâbı veremedim. Mâdem soruyu ben sordum, cevâbı da siz verin.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İstanbul’un kaybolan hafızası: Revnakoğlu’nun İstanbul’u (14.07.2021)
- Haberi alan Eşrefoğlu kim? (10.07.2021)
- Mihrâb ve cami âdâbı (08.07.2021)
- Dünyanın güneşe en uzak olduğu gün (05.07.2021)
- Mihrabın verdiği mesuliyet (02.07.2021)
- Dört kapının dördüncüsü: Mihrap (28.06.2021)
- Afganistan bize uzak bir yer değil (24.06.2021)
- Tedbîri terk mi edelim, derk mi edelim? (21.06.2021)