Molla Kasımların Molla Kasım’ı: Bektaşi Babası
Bektaşi fıkralarını bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur. Bazen gülmek bazen birilerine bir durumu izah etmek bazen de eleştirmek için aklımıza geldikçe bildiğimiz kadarı ile anlatırız. Ancak çoğu kere fıkranın bir hikmetinin olup olmadığını düşünmeden anlatır ve güleriz. Oysa fıkralar, ilk anlatıldığında fark edilmeyen ancak dikkat edilince görülen bir hikmet taşır.
Fıkralar, şairlerin rint rolüne bürünüp zahitleri eleştirdikleri gibi ham softaları, dini şekilden ve kuraldan ibaret sanıp neredeyse yaptıkları ibadetleri metre ile ölçüp günahlarını ve sevaplarını gram ile tartanları eleştirmek için anlatıldığını çoğu kere gözden kaçırır, dine karşı lakaytlığın temsilcisi olarak görürüz. Oysa onların kayıtsız kaldıkları din ve inanç değildir.
Fıkralarda eleştirilen ve dikkat çekilen iki grup insan vardır. İlki kabuktan öze geçemeyenlerin cennet ümidi ve cehennem korkusu ile ibadet edenlerdir. İkincisi de deruhte ettiği vazifenin gereğini unutan yöneticileridir. Fıkranın amacı, gaflet uykusunda olan yöneticileri uyandırmaktır. Bu açıdan baktığımızda fıkralarda anlatılan Bektaşi babası, toplumun doğrucuları olan, hiçbir menfaati gözetmeksizin doğru bildiklerini söyleyen hakikat bekçilerimizdir.
Fıkralarda anlatılan Bektaşi babasının gerçek hayatta öyle olup olmadığı her zaman tartışma konusu olur. Bazen tartışmalarda anlatılanın bir fıkra olduğunu yapısı gereği zaman zaman abartılı ifadeler barındırdığını ve gerçekliğinin farklı olduğunu unuturuz.
Unutulmaması gereken bir diğer husus, fıkra kahramanlarının hakikatin sırrını anlayacak kulaklara fısıldamak için melâmet hırkasına bürünmeleridir. Söylemeye çalıştığım şeyleri birkaç örnek ile açıklamaya çalışayım.
Münker ve Nekir suali
Merhum Fatih Sultan Mehmed bir gün tebdil-i kıyafet dolaşırken bir Bektaşiye rast gelir ve sorar;
- Başında olan nedir?
- Meşhed taşıdır.
- Ya arkandaki nedir?
- Meşheddir, der.
- Ya sen nesin?
- Ben ölüyüm, der.
- Madem ölüsün! Nasıl böyle konuşuyorsun?
- Münker ve Nekir geldi sual ediyor. Ben de ana cevap veriyorum!
Fatih'in ne cevap verdiğini ve ne yaptığını bilmiyoruz ancak öyle zeki ve büyük bir padişah kendine verilen mesajı anlamış olmalıdır.
Belli ki Bektaşi muhatabının Fatih olduğunu anladı ve muhatabının durumunu düşünerek cevap verdi. Cevaplar zekice ve muhatabını sukut ettirecek derecede sağlam. Son cümleye kadar muhtemelen Fatih muhatabını sıkıştırdığını düşünüyordu. Ancak son cümle ile irkilip kendine gelmiş olmalı. Münker ve Nekir'in sual edeceği hakikatini muhatabına başka nasıl bu kadar güzel ve imalı anlatılabilirdi bilmiyorum. Hâl diliyle Fatih'e, "Ey padişah, senden büyük Allah var, yaptıklarına ettiklerine dikkat et, öte dünya var ve sen de hesaba çekileceksin. Ona göre kimseye zulmetme." demiş oldu. Ayrıca Fatih'in bir sorgu meleği gibi herkesi korkuttuğunu da ima etmiş olmakta. Bu sözleri Fatih gibi celâlli bir padişaha kim söyleyebilirdi?
Ramazan ve Bektaşî
Fıkralardaki Bektaşi babası, bir nevi oruç tutmayanların temsilcisidir, sözcüsüdür. Aslında yaptığı şey oruç tutmayarak oruç tutanları uyarmak, gerçek orucun nasıl tutulacağını onlara göstermektir. Oruç tutup da oruçlu ahlakına sahip olmayanların foyasını meydana çıkarmak, orucun nasıl tutulması gerektiğini öğretmek fıkraların temel konusudur. Bir örnek verelim.
Bayram yaklaşınca bir taraftan sevincimiz artarken öte yanda ramazanın gidişinin hüznünü de yaşarız. Bazıları bu hüznü iyice abartırlar. Bayrama yakın günlerin birinde bir iftar sofrasında misafirlerden biri hızını alamayıp:
- Keşke, Ramazan, senede iki kez gelse!
der. Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşî, adamın niyetini anlar ve sözünü sakınmaz:
- Madem iki kez gelsin istersiniz neden Ramazan gider gitmez bayram edersin be adam? İnsan, sevdiği gidince bayram yapar mı hiç!...
Anlayan için büyük cevap. Bu sözle hem adamın sözünde samimi olmadığını söylemiş oluyor hem de Allah'ın işine karışmaması konusunda adamı uyarmış oluyor. Gerekseydi Allah senede iki kere oruç tutmamızı isterdi, sen karışma, demiş olmakta.
Namaz ve Bektâşî
Bir Bektâşî bir softa ile yolculuğa çıkmış. Softanın namazları çok uzun sürermiş ve gecikirmiş. Namazın neden bu kadar uzun sürdüğünü sorduğunda da kaza namazları kıldığını söylemiş. Birinin bu softaya yaptığının yanlış olduğunu, diğer insanları bekleterek kul hakkına girdiğini göstermesi gerekiyor ve bu görev doğal olarak Bektaşîye kalır. Bir seferinde Bektâşînin namazı bitmek bilmez. Bu sefer softa Bektaşiye namazın niye bu kadar uzun sürdüğünü sorar. Bektaşi bir sonraki haftanın namazlarını kıldığını söyler. Softa böyle bir şey ne görmüş ne de duymuştur. Şaşırır ve sorar:
- Yahu gelecek namazı da ne? Hiç öyle şey olur mu?
Cevap hazırdır:
- Senin veresiyeni kabul ediyor da benim peşinimi neden kabul etmesin?
Hiç şüphe yok ki Bektaşi gelecek vakitler için namaz kılmayacağını biliyordu. Ancak softaya verdiği cevap, ibadetin anlık ve anında yapılması gerektiği konusunda yapılmış uyarıdan başka bir şey değildi.
Bir eşek bir öküz
İki ham softa, bedava yiyip içmek için bir Bektaşi tekkesine misafir olmuşlar. Hoşbeşten sonra, içlerinden biri tuvalete gider. Bektaşi, bu softaları kontrol etmek için odada kalana sorar:
- Senin arkadaşın nasıl biri? Bilgili midir?
Kendini arkadaşından üstün göstermek için;
- Bırak şunu, eşeğin tekidir, der.
Tuvalete giden gelir, bu sefer de öteki gider. Aynı soruyu yeni gelene de sorulur:
- Senin arkadaşın nasıl biri, bilgili midir?"
O da diğeri gibi;
- Bırak şunu, öküzden farkı yoktur, der.
Akşam olur, iftar sofrası kurulur. Fakat bu iki softanın önüne arpa ile saman konulur. Softalar şaşırır ve sorarlar:
- Erenler, bunlar ne ola ki?
Bektaşi babası gülerek cevap verir:
- Biriniz eşek, ötekiniz öküz. Sizin için bunlardan daha iyi azık olur mu?
Birbirlerinin arkalarından konuşmamaları gerektiğini bundan daha güzel nasıl anlatılır? Sizce softalar arpa ile samanı hak etmemişler mi?
Aç gezerken kimse bir şey sormuyor
Bektaşi'yi öğle vakti yemek yerken yakalamışlar. Kadıya götürmüşler. Kadı neden oruç tutmuyorsun diye sorunca bizimki cevabı yapıştırmış:
- Ulan, kaç günden beri açım, kimse karnın aç mı diye sormadı; bugün yemek buldum, hepiniz üstüme geliyorsunuz!..
Bu fıkra içimizdeki açları da doyurmamız gerektiği konusunda bizi uyarmıyor mu? Düşünün, fıkralar neden hep iftar ve sahur sofralarında? Fıkra, ramazan dışında da içimizde karnı aç olanları düşünmemiz gerektiğini bize hatırlatmıyor mu?
Hiç
Bir Bektaşinin kaymakama işi düşer. Kaymakam kendini beğenmiş, bulunduğu makam ile övünmeyi seven bir zavallı imiş. Bektaşî'ye de sen benim kim olduğumu biliyor musun, diyerek kendini anlatmaya başlamış. Dayanamayan Bektaşî sormuş:
- Sen kaymakamlıktan sonra hangi makama geleceksin?
- Vali.
- Daha sonra?
- Vezir.
- Sonra?
- Başvezir
- Sonra?
- Daha ne olayım, hiç, demiş. Bunun üzerine Bektaşî cevabı yapıştırmış:
- Ben şimdiden hiçim. Ne övünüp duruyorsun?
Yanındakilerin korkusundan bir şey diyemedikleri bir kaymakamı, bundan daha açık kim, nasıl uyarabilir?
Sanırım ne demek istediğim az da olsa anlaşıldı. Bektaşî fıkraları bize ibadetlerimizde ve yaşantımızda samimi olmamız gerektiğini hatırlatır. Görevini ihmal eden yöneticileri fıkra yoluyla eleştirir. İnsanlara karşı hoşgörülü olmamızı, onları anlamaya çalışmamızı, yoksulları gözetmemizi, arkadaşlarımız hakkında ileri geri konuşmamız konusunda uyarır, Allah'ın işine karışmamamızı bize öğütler.
Bektaşî fıkralarını yüzümüze tutulan bir ayna, kendimize batırdığımız bir çuvaldız olarak görüp dinlersek istifade edeceğimiz ibretli hikayelerdir. Camide hocaların vaazlarında verdikleri öğütleri, tersinden yapar, adeta gözümüzün içine sokarak bize hakikatleri öğretir. Bunu da incitmeden ve kırmadan güldürerek yapar. Önce güldürür, biraz dikkat edince de düşündürür. Siz fıkralara güldükten sonra biraz daha dikkat edin lütfen.
Benim Bektaşi fıkralarından anladığım budur.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ramazan manisi mi ayet-hadis tercümesi mi? (16.03.2024)
- Müjde mü’minler size ihsân-ı Rahmândır gelen (09.03.2024)
- Hüve’l-Bâkî ile Ruhuna Fatihâ arasında (02.03.2024)
- Gönül fırınında ateş yakmak (27.02.2024)
- Edeb’in elif’i, dal’ı be’si (24.02.2024)
- Hz. Peygamber’in silahları (20.02.2024)
- Üniversiteler halka nasıl açılır? (17.02.2024)
- Cemal Süreya'ya göre ders kitaplarında olması gereken metinler (14.02.2024)