“Fâsık Birinin Verdiği Haberi Araştırın; Yoksa Pişman Olursunuz…”
Değerli okuyucum,
Bugün 13 Temmuz 2017. Bir yönüyle "yüzyılın ihaneti"; bir yönüyle de "yüzyılın direniş ve zaferi" diyebileceğimiz 15 Temmuz'a sadece iki gün kaldı… Buradan, bir kez daha o geceki meş'um darbe girişimi esnasında yaşanan olaylar neticesinde, vatan için, bayrak için, milli iradesinin tecellisinin devam etmesi için, çocuklarına "daha yaşanabilir bir ülke bırakmak için" canlarını veren; dahili ve harici düşmanların ve onların işbirlikçi maşalarının; milletin paralarıyla alınan uçaklardan, helikopterlerden milletin üstüne bombalar, kurşunlar yağdıran; tanklarını milletin üstüne süren zalim ve cani ihanet çetesinin, en üst rütbelisinden en aşağısına; tüm darbecilerin sebebiyet verdiği her bir olayda, kanlarını feda eden tüm şanlı şehitlerimize Rabbimizden gani gani rahmetler diliyor; elini, kolunu, gözünü kulağını, sağlığını kaybeden şerefli gazilerimize de şifalar ve bundan sonraki hayatlarında huzur ve selametler niyaz ediyorum.
Geçen yazımızda değinmeye çalıştığımız mülteciler ve muhacirler konusuna –meselenin ehemmiyetine binaen- devam etmek istiyorum. Zira o yazıda da ifade ettiğimiz üzere, konu kısa sürede çözüme kavuşacak gibi görünmüyor; ve konu, üzerinde ciddi bir şekilde durulmayı hak edecek ciddiyette hala önümüzde "duruyor"…
Yukarda yazımızın başlığı olarak aktardığımız ifade, hatırlanacağı üzere bir ayetten alıntı… İnsanlar arası ilişkileri düzenleyen ayetlerin yoğun bir şekilde yer aldığı Hucurât Sûresi'nin 6. ayetinde Yüce Mevlâ'nın biz müminleri muhatap alan buyruğu gayet açık ve anlamlı… "Ey müminler! Şayet size fâsık biri bir haber getirecek olursa, onu iyice araştırın. Yoksa, bilmeden bir topluma haksızlıkta bulunur da sonrasında pişman olursunuz."
Adeta bu uyarı günümüzde yaşayan biz müminler için yapılmış gibi taptaze ve güncel… Çünkü Kur'an, sadece nazil olduğu zamanın insanlarına değil, kıyamet sabahına kadar gelecek tüm insanlık ve özelde Müslümanlar için bir hidayet rehberi… Tabii ki rehberliğine kulak veren ve ders almasını başarabilene… Burada, kısaca fısk kavramına değinmemiz icab eder. Fısk, en kısa şekliyle tarif edilecek olursa "yoldan çıkmak" demektir. Takdir olunacağı üzere, yolundan çıkan, kulvarından sapan, olması gereken yerde olmayan, olmaması gereken yerde bulunan her şey fısk kavramına dahildir. Bu kısa açıklamadan sonra aşağıda medya ile ilgili söyleyeceklerimiz daha bir anlam kazanabilir kanaatindeyim.
Medya ve İletişim alanında yazılan eserlerde, medyanın işlevleri ele alınırken, şu üç husus medyanın "haber verme" görevini yerine getirirken düştüğü yanlışlar olarak zikredilir. Bunlar, manipülasyon, dezinformasyon ve misinformasyon'dur. Geçen yazılarımızda ilk iki kavrama kısaca değinmiş olmamıza rağmen, konunun ehemmiyetine binâen biraz daha eğilmek icâb ediyor.
Manipülasyon, sıklıkla rastladığımız bir medya âfeti… Elindeki bir haberi, resmi, veriyi; kısacası her türlü malzemeyi kendi niyeti, isteği, arzusu ve fikri doğrultusunda kullanarak algı oluşturacak tarzda toplumu "yönlendirici" bir üslup ile haber aktarımıdır. Sözgelimi, 28 Şubat sürecinde, "Genç subaylar rahatsız" manşeti atılarak bir algı oluşturulmaya çalışıldığı gibi, son günlerde "Sahillerdeki Suriyelilere halk tepkili!" başlığıyla da açık bir hedef gösterme ve yönlendirme yapılmıştır. Doğrusu manipülasyon, her bir okuyucunun, kendisini koruma hususunda başarısız kaldığı ve mutlaka bir şekilde etkilendiği bir âfettir. Çoğunlukla manipülasyon olumsuz yönde yapıldığı için bu konuda katkısı ve çabası olan her bir kişiyle beraber, kanaatimizce medyanın en büyük günahıdır! Çünkü mevzii bir hadisenin genelleştirilmesi hususunda en çok başvurulan bu yöntemle, kötü ve olumsuz olaylara kapı aralanmakta; yanlış üstüne yanlışa, hata üstüne hataya sebebiyet verilmektedir.
Geçtiğimiz haftalarda ülkemizde bazı şehirlerde, Suriyeli mülteci ve muhacirlere yönelik olaylar ve en son yaşanan Sakarya vahşeti, işte bu manipülasyonun acı sonuçlarından biri olarak görülmelidir.
Şimdi burada durmalı ve şunları sormalıyız. Medya, asıl ve birincil görevi olan, vatandaşın haber alma hakkına hizmet sunan "haber verme" faaliyetini yerine getirirken; düştüğü bu büyük hatanın bedelini nasıl ve ne şekilde ödemelidir? Bir muhabir, yapacağı haberi araştırmadan, gerçek kaynağına ulaşmadan, yalan ve sahte bilgi ve belgelerle aktarıyorsa, onun bu davranışını "görevini yapma/haber verme" özgürlüğü kılıfına büründürerek devam ettirmesine, yeni yalan haberler yapmasına daha ne kadar katlanacağız?
Bir gazete haber/istihbarat müdürü, muhabirinin geçtiği bir haberin doğruluğunu araştırma zahmetine katlanmıyor ve geldiği gibi haberleştirmeye yöneliyorsa, onun bu "görevini hakkıyla yapmama" hatasına daha ne kadar dayanacağız?
Bir gazetede yazı işleri müdürlüğü/genel yayın yönetmenliği gibi "son karar mercii" durumundaki önemli makam ve mevki sahibi kişilerin, geçilen ve tasarımı yapılan bir haberin, bir kez daha doğruluk derecesini sorma; bu haberin toplum adına neler getirip neler götüreceğini hesaba katma sorumluluğunun gereğini yapmak yerine, habere "iyi ses getirecek" bir enstrüman olarak bakma sorumsuzluğuna daha ne kadar sabredeceğiz?
Evet, bu ülkede yaşayan insanlar olarak ne zamana kadar bu yalanlara katlanacak, bu hataların tekrarına dayanacak ve bu sorumsuzluğa daha ne kadar sabredeceğiz?..
Kimse bu yazılanları, Basın Özgürlüğüne bir müdahale olarak göremez ve görmemelidir! Çünkü basının görevi haber vermektir. Bu görev saygın bir görevdir ve her zaman saygı duyulmalıdır. Ama manipülasyon nâmına yapılan hiçbir faaliyet basının görevi değildir ve olamaz!
Bu nedenle, görevi olmayan bir konuda, kişilerin işledikleri hatalar "suç" kapsamında ele alınmadığı ve cezai müeyyidesi bulunmadığı sürece, toplum olarak bizler daha pek çok manipülasyonlara ve bu sayede etki altına alınarak yönlendirilen kitlelerin sebep olacağı nâhoş ve olumsuz hadiselere muhatap olmaya adayız demektir...
Medyanın, görevini yaparken düştüğü hatalardan ikincisi ise dezinformasyon'dur. Kısaca "yanlış bilgilendirme" olarak da adlandırabileceğimiz bu durum, doğruluğu ve yanlışlığı hakkında kesin bir veri bulunmamakta iken kasıtlı olarak bilgiyi, "istediği şekilde" haberleştirmek demektir. Bir diğer ifadeyle, medyanın, çoğu kez elindeki malzemeyi çarpıtarak ve taraflı olarak aktarmasıdır. Medyada buna dair pek çok örneğe rastlanabilir. Sözgelimi, verilerdeki küçük bir azalmayı, bir gazete pekâlâ, "Döviz rezervlerinde geçen yıla göre düşüş var." diye haberleştirebilir. Ama aynı haber içine "büyümedeki artış" verisini dahil etmeden!.. Yine, "Suriyeli mülteciler sebebiyle kiralar çok arttı." diye habere rastlayabilirsiniz. Ama haberin içinde, kirayı arttıran asıl faktörün Suriyeliler değil, "insanların açgözlülüğü" olduğuna hiç rastlayamazsınız!...
Bu örnekler, hemen her gün -basın meslek ahlâkına sahip olduğunu ifade ve iddia eden- pek çok gazetede gözünüze çarpacaktır. Sonuçları manipülasyon kadar olumsuz ve zararlı olmasa da, gerçek dışı bilgileri kasten haber diye sunan bu düşüncenin de bir görev hatası olduğu su götürmez. Bu konuda sorumluluk taşıyan her bir kişi, böyle davranmanın da mutlaka bir mesuliyet gerektirdiğini hesaba katmalıdır.
Üçüncü olarak ele alacağımız kavram, misinformasyon'dur. Bu ise yanlış olan bir şeyin, bilgi olarak sunulması demektir. Ancak burada bir kasıt söz konusu değildir. Dolayısıyla, kasıtlı olarak yanlış ve yalan haber vermek anlamına gelen dezinformasyondan bu yönüyle farklılık arz eder. Genellikle muhabir ve haber yazanların; program hazırlayan ve sunanların düştükleri bu hataya zaman zaman rastlanabilmektedir. Öncelikle verilebilecek en uygun örnek, oldukça meşhur olan şu cümledir: "Sayın seyirciler. Bu yıl Hac, Kurban bayramı günlerine denk geldiği için Mekke oldukça kalabalık!.." Bu cümle, Hac farizasının ifa edildiği günlerde Mekke'den yapılan canlı yayın esnasında bir haber kanalının muhabirine aittir. Ya da bir program sunucusu, konuğuna, "Bu konuda Kur'an'da bir hadis var mıdır?" diye sorabilmiştir. Ayet ve hadisin arasındaki farkı "bilmediği" için…
Netice itibariyle, çok önemli bir görev icra eden medya, kendisini bu üç âfetin zararlarından korumadıkça, her zaman hatalı olmaya devam edecektir. Kişilik haklarını rencide etmek, kitleleri olumsuz yönde yönlendirmek gibi dramatik hataların elbette bir cezasının olması gerektiğini bir kez daha ifade ederek sözlerimize son verirken, Suriyeli muhacir ve mültecilerle ilgili yapılabilecekler konusuna önümüzdeki yazımızda değineceğimizi ifade etmek isterim.
15 Temmuz yıldönümünün, her şeyden önce şehitlerimiz ve gazilerimizin büyük fedâkarlığını "unutmama ve unutturmama" adına bir vefâkarlık vesilesi olması dileğiyle sağlıcakla kalınız.
Prof. Dr. Mehmet Emin AY
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Eyvâh, Eyvâh Sakarya’m! Sana mı Düştü Bu Yük? (10.07.2017)
- Suriyeliler Hangi Evlerine Dönsün? (06.07.2017)
- Aile Yuvasında Sevginin Yeri (03.07.2017)
- Şevval Ayı Orucu (29.06.2017)
- “Bu Dünyada Bir Yolcu Gibi Ol!..” (26.06.2017)
- Seyahate Çıkarken… (22.06.2017)
- Çocuklarımıza Kur’ân’ı Nasıl Öğretelim? (19.06.2017)
- Çocuklarımıza Kur’ân’ı Nasıl Sevdirelim? (15.06.2017)