Bugün 22 Kasım… En güzel Gül’ün Goncası’nın solduğu gün…
Bugün 22 Kasım… Takvimler, 632 yılının 22 Kasım'ını gösterdiğinde, gül kokulu, gül tenli babanın gül goncası kızı, dayanamadığı hasret acısıyla solmuş ve toprağa düşmüştü o gün…
Kızları içinde annesine en çok benzeyen o olduğu gibi, tavır ve davranışlarıyla da babasını en çok andıran yine oydu…
Beş buçuk ay dayanabildiği ayrılık acısı yanında sevgili yavrularını ve değerli eşini geride bırakarak bu dünyada ayrılmak zor gelmiyordu ona…
Tarih 632 yılının 22 Kasım'ı iken, ismi Fâtıma, vasfı Zehrâ olan Ehl-i Beyt'in incisi, O en güzel Gül'ün Goncası, ruhunu teslim etmişti Mevlâ'sına…
Değerli okuyucum.
Hem Ehl-i Beyt sevgisi, hem Sevgili Peygamberimize eş olma şerefine nâil olan ve Allah tarafından "müminlerin anneleri" olarak tanıtılan Ezvâc-ı Tahirât'a hürmet, hem de tüm Ashab-ı Kiram'a olan muhabbet, her bir müminin gönlünde yaşaması ve yaşatması gereken duygulardır. Son Nebi'ye muhabbet ve hürmet Allah'ın emri olduğu gibi, Onun sevdiği ve değer verdiği kişileri sevmek de Ona olan muhabbetin göstergesidir. (Bu konuda bkz. Al-i İmran 31; Şûara 23; Ahzâb 6. Ayetler)
Ehl-i Beyt olarak bildiğimiz, Resul-i Ekrem (sav) Efendimizin ailesi, bu ailenin içinde yer alan fertlere muhabbet ve hürmet ise ayrı bir değer taşır her bir müminin yüreğinde… Her bir Müslümanın evinde Hatice, Ayşe, Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin ismini verdiği evlatları da bunun bir tezahürüdür.
İşte bugün, biz de içimizde duymamız gereken muhabbet ve hürmetin bir ifadesi olarak, vefat yıldönümü olan Hz. Fâtıma radıyallahu anha'dan bahsetmek; onun Peygamberimiz için ne kadar değerli olduğundan ve Peygamberimizi ne kadar farklı bir sevgiyle seven kişiliğinden söz etmek istiyoruz.
Kıymetli okuyucum.
Hz.Fâtıma, Peygamber Efendimizin yaşça en küçük fakat derece bakımından en yüce mertebeye sahip kızı olmakla birlikte, hiçbir zaman unutamadığı eşi Hz.Hatice'den kalan bir hatıraydı O'nun için… Annesinin vefatından sonra Hz. Fâtıma babasıyla öylesine farklı bir şefkat ve ilgiyle ilgilenir olmuştu ki, gün geldi Peygamberimiz ona "Yâ Umme Ebîhâ!" diye hitab etmeye başladı… Bu hitab bile bir babanın kızına ne denli değer verdiğinin en güzel örneğidir. Zira Resûlullah (sav) Efendimiz, kızının şefkati ve ilgisini, bir annenin evladına olan sevgi ve şefkati gibi değerlendirmiş ve kızı Hz. Fâtıma'ya "Ey babasının annesi!" diye hitab eder olmuştu…
Sevgili Peygamberimizle bu çok sevdiği ve değer verdiği kızı arasında geçen hatıralar, baba-evlât ilişkileri konusunda ümmetine son derece açık ve anlamlı mesajlar vermektedir. Denilebilir ki, En Sevgili'nin en sevdiği evlâdıyla birlikte yaşadığı sevinçler, hüzünler ve acılar, hâlâ her biri birer değerli örnek olarak duruyor karşımızda… Birkaç örnekle konuyu ele almak isteriz. İlk örneğimiz, Hz.Fâtıma'nın nikâhının kıyıldığı günle ilgili…
HZ. FATIMA'NIN NİKAH MERASİMİ
Nikâh merasiminin ardından bir tabak taze hurma ve Hz.Bilâl'in dağıttığı şerbet ikramından sonra davetli ashabın şahitlik ederek dualarda bulunduğu cemiyet sona erdiğinde, Sevgili Peygamberimiz (sav) Hz.Ali ile nikâhlarının kıyıldığını, sevgili kızı Hz.Fâtıma'ya haber verdi. Fakat mübarek gözyaşları yanaklarından süzülerek sakalını ıslatıyordu. Biricik kızı dayanamayarak sordu:
−Babacığım! Niçin ağlıyorsun, neden böyle hüzünlüsün?
Şefkat dolu yüreği ve ipekten yumuşak sesiyle, hüznün eşlik ettiği sözlerle şöyle cevap verdi Nebiyy-i Ekrem:
−Kızım! Doğrusu senin için ağlıyorum. Çünkü sen de benim gibi annenden mahrum kaldın. Keşke Hatice de sağ olsaydı. Sevincimizi paylaşsa, çeyizini kendi elleriyle yapsaydı… İşte bunun için ağlıyorum.
Bu tablo sıradan bir düğün tablosu değildir. Bu tablo, bir babanın yetiştirdiği evlâdını gelin ederken ağlamasının da "erkekliğe yakışacağını" ortaya koyan bir tablodur.
Yine bu; şefkatin, vefanın ve hüznün kendisine en çok yakıştığı Peygamber Efendimizin, kız evlâdına sahip tüm babalara sunduğu en güzel örnek tablodur…
EN GÜZEL BABA-KIZ ÖRNEĞİ
Sevgili Peygamberimizin, kızı Hz.Fâtıma ile olan beraberliklerinde derin bir şefkat, sevgi ve kişiliğine saygı vardı. Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, sahip olduğu maddi ve manevi makamları bir kenara bırakarak, gözbebeği kızını görmekten yana son derece sevinç duyan bir baba olarak karşılardı. Hz.Fâtıma'yı…
Zaman zaman evinde misafir eder, zaman zaman da onun evine giderdi. Kendisini ziyarete gelen kızını görünce hemen ayağa kalkar, onu alnından öper ve sırtındaki hırkasını, çok değer verdiği kızının altına −ona bir saygı ifadesi olarak− sererdi.
Bu uygulama her defasında böyle cereyan eder, Hz.Fâtıma da biricik babasını, evinde benzeri şartlarla misafir eder, ellerinden öperek, sahip olduğu tek minderine oturturdu…
Belki o zamana kadar hiçbir babanın kızına sergilemediği bu davranış biçimini gören etrafındakiler de onun bu davranışlarından başlamışlardı. Denilebilir ki, insanlar, kız çocuklarını "Allah'ın bir armağanı" olarak kabul eden kişiler haline geldiyse eğer, bunda kızlarına olan şefkati ve sevgisinin çok önemli bir rolü vardı, Son Nebi Hz. Muhammed Mustafa'nın…
SON ANLARINDA PEYGAMBERİMİZ VE HZ.FATIMA
Tüm insanlığa en güzel örnekler bırakan Sevgili Peygamberimizin vefatı öncesinde yaşananlar da son derece anlamlıdır. Kâinatın, benzerini bir daha göremeyeceği bu eşsiz sevgi ve saygı nümunesi baba−evlat arasında yaşananlar, doğrusu nice edebi metinlere ilham verecek etkiye sahiptir. Ölüm gerçeği, ayrılık acısı, hüzün, sevinç, teslimiyet, rıza ve yaklaşık altı aylık hasretin sonunda yeniden kavuşma… İşte bunlar, Hz. Habibullah ile ciğerparesi arasında yaşananların sanki şifreleriydi…
Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, tutulduğu ateşli hastalığın artması üzerine, son günlerini Hz.Aişe'nin yanında geçirmektedir. Bir an olsun biricik babasının yanından ayrılmak istemeyen ciğerparesi, o gün Efendimizin çektiği acının daha da fazlalaştığını hissederek,
−Vâh babacığım! Ne kadar çok acı çekiyorsun! demiş ve gözyaşlarını tutamamıştı.
Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz,
−Üzülme kızım. Baban artık sıkıntı çekmeyecek, diyerek teselli etmişti biricik evladını…
Sonra kendisine yaklaşmasını istemiş ve kulağına bir şeyler söylemiş bu kez Hz.Fâtıma'nın ağlaması daha da artmıştı. Tekrar yaklaşmasını isteyerek yine kulağına bir şeyler fısıldamış, bu defa yüzünde tebessüm çiçekleri açmıştı ciğerparesinin…
Meğer, ilkin artık Mevlâ'ya kavuşma anının yaklaştığını; ikincisinde ise O'na en önce kavuşacak kişinin Hz.Fâtıma olacağını haber vermişti kendisine…
O'nun vefatıyla, artık "bütün gündüzlerinin üzerine gecenin karanlıklarının çöktüğüne" dair şiirler inşad eden bu biricik ciğerparesi, beş buçuk aylık bir hasretten sonra günden güne eriyen bir mum misali tükenip-bitmiş ve yeniden ebedi bir hayata doğmak, Allah'ın En Sevdiği Kul, Son Resul olan babasına kavuşmak üzere, hayata gözlerini yummuştu. Beş buçuk ay süresince hasret acısıyla yaşlar döktüğü gözlerini…
Hz. Fâtıma'nın, Peygamberimize olan sevgisinin yüceliğini anlatan en önemli hadise, onun kendisinden aldığı bilgiyi bir "müjde" olarak kabul edip sevinmesidir. Zira, henüz sadece yirmi sekiz yaşlarında olan bu kıymetli evlat, babasına kavuşmak adına kendi yavrularını ve eşini ardında bırakıp gitmenin adı olan ölüm'ü bir müjde olarak kabul etmiştir. Bu gerçeğin farkında olursak, onun Peygamberimizin vefatından sonra yazdığı şiirin her bir satırı, bizim için çok şeyler ifade edecektir.
Miladi olarak 1385 yıl önce bugün Rahmet-i Rahman'a kavuşan; çok sevdiği babası ve annesiyle Âlem-i Ervâh'da buluşan Peygamberimizin bu biricik kızı, Hz.Fâtıma-i Zehrâ radıyallahu anhâ'yı rahmetle yâd ediyor ve hasret acısıyla yazdığı eşsiz şiiriyle sizleri baş başa bırakıyoruz.
PEYGAMBERİMİZİN VEFATINDAN SONRA HZ. FATIMA'NIN YAZDIĞI ŞİİR
Hz. Ahmed'in kabrindeki kokuyu bir kez hisseden,
Artık yaşadığı sürece güzel kokular koklamasa ne çıkar?..
Birisi, kat kat toprağın ardındaki babama desin ki;
Hıçkırıklarımı ve sesimi duyurabilseydim eğer;
Ona derdim ki; "Senden sonra, üzerimde öyle musibetler döküldü ki,
Şayet bunlar gündüzlerin üzerine dökülseydi,
Hepsi karanlık gecelere dönerdi…"
Ne zaman, gecenin bir vaktinde
Bir dalın üstündeki kumrunun ağlayışını duysam,
Ben de onunla birlikte sabaha dek ağlarım.
And olsun ki, bundan sonra hüzün benim tek sırdaşım olacak.
Ve yemin ederim ki, boynuma takacağım tek gerdanlığım da
Senin için süzülen gözyaşlarım olacak...
Sen bütün insanlığı aydınlatan bir Nur'dun
Karanlık gecelerimizdeki Dolunay'dın…
Sana iniyordu Aziz ve Celil olan Rabbimizin ayetleri
Ve Rûhül-Kudüs Cebrail'di ziyaretçimiz…
Sen gidince o da terketti bizleri,
Ve bütün hayırlar perdelendi artık bizlere…
Ah! Keşke, keşke ölüm senden önce bize uğrasaydı.
Bizi bırakıp gidişinden sonra,
Sana kavuşmamıza engel olan nice perdeler girdi aramıza…
Artık bize sadece ağlamak düşüyor yaşadığımız sürece,
Hem de öyle bir ağlayış ki,
Gözlerde bir damla yaş kalmayıncaya dek…
Sana olan hasretim dayanılmaz bir hal aldığında,
Ağlayarak seni ziyarete geldim.
Kabrinin başında ağlıyor ve inliyorum,
Ama ne çâre ki, hasretinden şikâyet eden bana,
Sen hiç bir cevap vermiyorsun.
Ey toprağın bağrındaki babacığım!..
Sen öğrettin bana ağlamayı ve ancak seni anmakla unutuyorum,
Bütün derdimi ve kederimi…
Her ne kadar sen toprağın ardında benden uzakta isen de
Bu mahzun kalbim, seni asla unutmadı ve unutmayacak…
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İslam’ın yaşlılık dönemine ve yaşlılara bakışı (20.11.2017)
- Yaşlılık döneminde manevi destek (16.11.2017)
- Yaşlılık dönemlerinde peygamberler (13.11.2017)
- Peygamberimize ilâhi hitab: Affet… (09.11.2017)
- Allah’tan af dilemenin önemi (06.11.2017)
- Safer ayını nasıl değerlendirelim? (02.11.2017)
- Ecdadımızın bu aya verdiği isim: Saferu’l-Hayr… (30.10.2017)
- Safer ayında uğursuzluk mu var? (26.10.2017)