"Ne Mutlu Onlara ki…"
Hayat yolculuğunda nice tatlı, nice acı hatıralar yaşar insanoğlu. Bazen yokuş, bazen inişlerle doludur bu yolculuk… Bazen zorlanır, ümitsizliğe düşer; bazen de her şey kolaylaşır sanki. Bazen bir mabette huzura kavuşur ruhu, bazen de her şey sıkar, bunaltır onu…
İnsan… Nisyan ile ma'lûl varlık. Yani, çabuk unutan. Acılarını, sıkıntılarını ve daha da önemlisi onu yaratan ve yaşatan Rabbini…
Aslında her şey bize O'nu hatırlatırken, içinde yaşadığımız dünya ve dünyalıklar aynı zamanda bizim O'nu hatırlamamıza bir engel de olabiliyor.
Neticede insan, Rabbini unutan hem de varlıklar âlemi içinde bu manada en çok gaflete düşen biri haline gelebiliyor.
Sevgili Peygamberimiz (sav) "Bazen kalbimin perdelendiği olur. Fakat ben Rabbime her gün yüz defa istiğfar ederim." buyurmakla, insanoğlunun kalbindeki bu değişim ve dönüşüme dikkat çekiyor.
Vahyin kontrolünde olan Peygamberimiz bile kalbinin zaman zaman perdelendiğinden söz ediyorsa, nefs ve şeytan gibi iki düşmanın ilgi alanında olan bizler, kim bilir ne çok perdelerle muhatabız?... Bize kendimizi ve Rabbimizi unutturan dünya ve dünyalıklar karşısında ne derece bağımsız ve özgürüz?... Bu sorulara vereceğimiz cevaplar maalesef çoğu kez olumsuz…
Bunun sebeplerine geçmeden önce etrafımıza şöyle bir bakalım. Gördüğümüz manzara, genellikle günümüz insanının mutsuz ve huzursuz olduğu yönündedir. Evet, belki insanların geçim sıkıntısı içinde olanları ekonomik anlamda sıkıntı yaşadığı için mutsuz ve huzursuzdur denilebilir. Ancak sadece bu kesim değil, ekonomik yönden sıkıntısı bulunmayan kesimde de bir mutsuzluk ve huzursuzluk söz konusu… Paranın her zaman saadet getirmediği gerçeği bir kez daha yaşanıyor âdeta… Öte yandan sosyal medya denilen dünyanın insanları kuşattığı ve mutsuz kıldığı gerçeğiyle de karşı karşıyayız. Zira kendisini takip ettiğini "sandığı" sanal ve vefasız takipçilerinin sayısında düşüş bile site veya sayfa sahibini telafisi imkânsız mutsuzluklara ve hatta bazen hayattan kopmaya bile götürebiliyor. Ruh ve Sinir Hastalıkları uzmanları, psikologlar ve sosyologlar konunun sebepleri ve sonuçlarına dair muhtelif teşhis ve tedavi yöntemlerini ihtiva eden bilgileri paylaşmaktalar zaman zaman… Ancak İlâhiyat alanından konuya baktığımızda, kanaatimizce bizim asıl sıkıntı kaynağımız, Rabbimizi unutmamız ve O'ndan uzaklaşmamamız!... Yüzümüzü O'na dönemeyişimiz ve Rahmet kapısında durup:
"Tevbe Yâ Rabbi! Hata râhına gittiklerime. Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime…" diyemeyişimiz… Bir diğer ifadeyle, "istiğfâr"ı hayatımıza dâhil edemeyişimiz…
İstiğfar denilen "Allah'dan af dileme ve O'nun kapısına yönelme"yi yeterince yerine getiremediğimiz için, bugün zengin olsun fakir olsun, pek çok hânede, aile reisi de ev hanımı da, genç de çocuk da maalesef huzursuz ve maalesef mutsuz…
Değerli okuyucum.
"Âlemlere Rahmet" Hz. Muhammed (sav) "Son Peygamber" olduğu için onun sözleri, tavsiyeleri ve davranışlarından oluşan Sünnet-i Seniyyesi de kıyamete kadar tazeliğini ve güncelliğini muhafaza edecektir.
Şimdi gelin, asırlar öncesinden günümüze ulaşan ve her dem tazeliğini muhafaza ederek bugün yaşadığımız sıkıntılara çare olabilecek bir Peygamber tavsiyesine kulak verelim.
Abdullah b. Abbas (ra) aktarıyor:
"Kim istiğfar okumaya devam eder, Allah'tan af dilemeyi dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her türlü darlıktan bir çıkış kapısı açar. Bütün üzüntülerinden bir kurtuluş imkânı verir ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır."
Sevgili Peygamberimizin bu tavsiyesi bizlere bir Hak aşığının sözlerini hatırlatıyor:
"Sen rıza kapısında 'Aman Allah'ım' dersen. O Alemler Sultanı dermanını vermez mi?"
Kul, Allah Teâlâ'nın kapısında durup da af dilediği sürece ayette de bildirildiği üzere, daima "Rabbini çok affedici olarak bulacaktır." (Nisa 110)
Söz konusu hadis-i şerifle alakalı olarak anlatılan bir anekdot gerçekten manidardır. Tasavvuf Tarihi'nin önemli simalarından Hasan el-Basrî (ks) Hz.lerine adamın bir gelerek kuraklıktan şikâyet etti ve kendisine bir tavsiyede bulunmasını istedi. Ardından bir başkası evlat sahibi olamamaktan, bir diğeri tarlasının ürün vermeyişinden bir diğeri ise içinde bulunduğu fakirlikten şikâyet ederek ondan tavsiye istediler. Hasan el-Basrî, her birine aynı tavsiyede bulundu: "Çok çok istiğfar edin, Rabbinizden af dileyin." Yanındakiler dayanamayıp sordular: "Efendim! Her birinin sıkıntısı farklı iken siz hepsine aynı tavsiyede bulundunuz!"
Hasan el-Basrî Hz.leri onlara şu ayetle cevap verdi: "Rabbinizden affınızı dileyin, çünkü O çok affeden ve bağışlayandır. Af dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmurları indirsin. Size çokca mal ve evlatlar versin. Size bahçeler ihsan etsin ve sizin için ırmaklar akıtsın." (Nuh 10-12)
Hasan el-Basrî Hz.leri demek istiyordu ki, Allah'tan af dilemeye devam etmek, kul için böylesine farklı dertlerine derman; nimetlere ve imkânlara kavuşacağı anlamına gelmektedir.
ALLAH'TAN AF DİLEMENİN ÖNEMİ
İnsanoğlunun, hata ve kusurlarına karşılık Rabbinden af dileyişinin ona sağlayacağı en önemli kazanç, kişinin Allah Teâlâ'nın azabından emin olmasıdır. Enfâl suresinin 33. ayeti buna işaret etmektedir:
"Sen onların içinde oldukça Allah onlara azab etmez. Ve onlar tevbe ve istiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab etmez."
Sevgili Peygamberimizin rahmet-i Rahman'a kavuştuğunu düşünecek olursak, hata ve kusurlarımıza karşılık azâb-ı ilâhiden bizi koruyacak olan tek hususun Rabbimize çokca istiğfar etmek olduğu ortaya çıkacaktır.
Kıymetli okuyucum.
Gündelik yaşantıda bazen karşılaşılan olaylar, kişiler ve davranışlardan yana olumsuz etkileşmeler insanı sinirli ve öfkeli yapabilmektedir. Zaman zaman bu durumlar kişiyi özellikle en yakınlarına, ailesine karşı kaba söz ve davranışlara itebilmektedir. Bu durumun bir benzerini yaşayarak halinden şikâyette bulunan sahâbi Hz. Huzeyfe (ra) Peygamberimize gelerek halini arz etmiş ve bir çıkış yolu sormuştu. Efendimiz (sav) ona verdiği cevapla âdetâ bizlere de bu işin çözüm yolunu gösteriyordu. Hz. Huzeyfe'ye şöyle sordu: "İstiğfar ile aran nasıl?... Bu durumdan kurtulmak istiyorsan eğer, her gün Allah'tan yetmiş kez af dilemelisin!"
Müminler için en güzel örnek olan Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz, Mekke'nin Fethinden önce nazil olan Nasr Suresi'nde kendisine emredildiği üzere, Rabbini hamd ve şükürlerle sena etmeye başladı; ve yine aynı emir doğrultusunda, çokca istiğfar etmeye… Onun, rüku ve secdelerle çokca "Sübhânallahi ve bihamdih. Estağfirullah ve etûbu ileyh" deyişine şahit olan Hz. Aişe (ra) validemiz bunun sebebini sorunca Efendimiz, Rabbinden aldığı bir işaret gereğince böyle yaptığını ifade etti. Fazla uzun sayılmayacak bir süre sonra vefat eden Efendimizin bu davranışıyla Rabbine kavuşma arefesinde olan kişinin yapacağı en güzel tesbihin bu olduğu da bizlere yadigâr kaldı, Alemlerin Sultanı Efendimizin bu uygulamasından…
Son sözlerimiz, yazımızın başlığını teşkil eden bir Peygamber müjdesi olacak. Ashâb-ı Kirâm'dan Abdullah b. Busr aktarıyor: Resûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
"Amel defterinde çokca istiğfar bulunan kimseye ne mutlu!..."
Hz. Aişe (ra) validemiz ise Peygamberimizin (sav) şöyle dua ettiğini bildiriyor:
"Allah'ım! Beni, salih bir amel işlediğinde müjdeler alan, bir kötülük işlediğinde ise hemen istiğfar eden kullarından eyle."