Yediklerimiz, düşüncelerimizin de gıdasıdır
Değerli okuyucum.
Gittikçe merhametini yitiren, şefkatten nasiplenmeyen insanlarla muhatap olmaya başladık. Sabırsız, hoşgörüsüz, tahammülsüz bir toplum olmaya doğru gidiyoruz. Olumsuz, "bir dünya" örnek varken, içimizi ferahlatan ve numune-i imtisal olacak örnekler ise devede kulak; yemekte tuz misali kadar azaldı neredeyse… Ne oldu bizlere ve ne diye bu hallere geldik diye düşünüp duruyoruz. Meselenin pek çok yönden ele alınmasını gerektirecek bir cesameti ve nezaketi olduğunu baştan belirtmek gerekir. Biz bu yazımızda sadece bir yönüyle bu son derece önemli meseleyi irdelemeye ve ele almaya çalışacağız. Çünkü konunun, yediklerimizle; vücudumuza gıda ve enerji olsun diye yiyip-içtiklerimizle bir alakasının, bağlantısının olduğunu düşünüyoruz.
Bir zamanlar, gıda ürünlerinden birinin tanıtımı şu sloganla biterdi: "Ne yediğiniz önemlidir!" Evet, her ne kadar, bir gıda ürününü, sağlık ve temizlik özelliklerine sahip olması bakımından önemsememiz anlamında bir telkin olsa da ne yediğimize dikkat çekmesi bakımından bu slogan etkileyiciydi. Zira yediklerimizle beslenen vücudumuzun bundan olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmazdır. Kaldı ki, ne yediğini önemsemesi, her müminin göstermesi gereken bir hassasiyettir. Çünkü diğer mukaddes kitaplar Tevrat ve İncil'de olduğu gibi, Kur'ân-ı Kerim'de de müminlere, "yediklerinin temiz ve helal olması" emredilir. Nitekim birçok ayetin ortak manasıyla Allah Teâlâ'nın bu husustaki emri açık ve nettir.
"Ey insanlar! Allah'ın size yeryüzünden rızık olarak verdiği nimetlerin helal ve temiz olanlarından yiyin ve verdiği bu nimetlerden dolayı Rabbinize şükredin." (Bkz. Mâide, 88; Enfal, 69; Nahl, 114)
Ayetlerde "Halâlen-Tayyiben" kelimeleriyle ifade buyrulan ve birlikte zikredilen "helal" ve "temiz" kavramları, mümini, yedikleri konusunda hassas davranması bakımından bağlayıcı özelliktedir. Zira bir şeyin hijyenik şartlarda üretilmiş olması, yani temiz ve mikropsuz (steril) olması, görünür anlamda ona "temiz" vasfını verirken, onun aynı zamanda "helal" olduğu anlamına gelmez/gelmeyebilir. Sözgelimi, bir içeceğin tam otomatik makinelerde hijyen kurallarına göre üretilip satışa sunuluyor olması, -şayet alkol ihtiva ediyorsa- onu dinî açıdan "temiz" olmaktan da çıkarır. Bu bağlamda denilebilir ki, müminin yediğinin hem dinî bakımdan helal olması, hem de sağlık ve temizlik şartları bakımından hijyenik olması gerekir. Çünkü, yediklerinin "helal" oluşu, onun manevî-ruhî sağlığını, "temiz" oluşu ise maddî-bedenî sağlığını korumasına ve devam ettirmesine imkan verecektir. Öte yandan, haram kılınan yiyecek ve içeceklerde beden sağlığı bakımından pek çok sakıncaların mevcut olduğu da bilinen bir gerçektir.
Kıymetli okuyucum.
Günümüzde, hayat standardındaki gelişmeler, iyileşmeler maalesef insanın manevi hayatında yükselmeye ve bir terakkiye vesile olamamıştır. Aksine, eskiye oranla daha çok kazanan ve tüketen ama mutlu olamayan bir insan tipi çıkarmıştır karşımıza… Ne oldu ki, insanlar bir türlü tatmin ve mutlu olamıyorlar? Ne oldu ki, toplumlar zenginleştikçe paylaşmayı unutuyorlar? Ne oldu ki, yeryüzünde, şefkat ve merhamet denilen değerler, izlerine rastlanamaz oldular?.. Bu sorulara elbette farklı birtakım cevaplar verilebilir ancak, biz bu soruların cevaplarının önemli oranda "yediklerimiz" ile alakalı olduğu kanaatindeyiz.
Şurası inkâr edilemez bir gerçektir ki, ahlaki değerleri hiçe sayan, dinî hükümleri geçersiz ve demode kabul eden bir anlayış, kısaca kapitalizm, "üretim-tüketim-kazanç" sistemini, neye mal olursa olsun dünyaya dayatmayı bir görev bilmiştir kendine… Sanayileşen toplumda insan bir makine gibi, üreten ve tüketen bir araçtır. Batılı toplumlarda sosyal hayat her geçen gün zayıflarken insanlar gitgide adına "Individualizm" denilen bencilleşen/kişiselleşen ve küçülen bir hayat tarzına sahip olmaya başlamışlardır. Bu konuda Avrupa ülkelerinden somut örnekler verebiliriz. Gerek akrabalık, gerekse komşuluk ilişkileri son derece zayıf ve resmi düzeyde olan bu toplumlarda, tek kelimeyle, "düşenin dostu olmaz!.." Böyle bir toplumda artan milli gelir, yediği ve içtiğini, giydiğini ve bindiği otomobilini kalite bakımından yükseltse bile, insanların toplumsal açıdan terakkisine, yücelmesine hiçbir olumlu katkıda bulunamamaktadır. Bugün bu ülkeleri ayakta tutan şey, devletin "sosyal devlet" vasfına sahip olması ve fertleri yekdiğerinin ilgisine muhtaç olmaktan kurtarmayı hedeflemesidir. Ancak, vefat eden annesinin ölümünden bile haberdar olmayan, işlerinin yoğunluğu sebebiyle cenaze törenine bile katılamayan evlatlar yetiştiren batılı toplumlarda, sosyal devletin resmi görevlileri, evinde tek başına ölen yaşlıyı ancak birkaç gün sonra fark edebiliyorsa, demek ki, sosyal devlet olması da toplumu merhamet ve şefkat halesiyle kucaklamasına yetmemektedir. Kısacası, kapitalist düşünce hem üretim hem de tüketim alanında insanlara mutluluk verememiştir ve aslında iflas etmiştir. Son yıllarda yaşanan global ekonomik kriz de bunun en bariz göstergesidir. Batan bankalar, çöken ekonomiler bunu ortaya koyarken, hala gerçek sorumlu olan "kapitalist anlayış" ortalarda gözükmemeye ve hedef saptırmaya devam etmektedir. İşte tam bu noktada, günümüze ışık tutan, Hidayet Rehberimiz Kur'an-ı Kerim'den ayetlerle konumuzu aydınlatmaya çalışalım.
Asırlar önce Allah Teâlâ, Sevgili Peygamberimize (sav), münafık bir şahsiyetin özelliklerini şu cümlelerle bildiriyordu:
"İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına dair sözleri senin ilgini çeker, hoşuna gider. O aynı zamanda sözlerine Allah'ı da şahit tutar. Halbuki o, düşmanların en azılısıdır. İşte o kişi, idareyi ele geçirince yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekinleri ve nesilleri bozmak için çalışır durur. Oysa Allah bozgunculuğu asla sevmez." (Bakara, 206-207)
Ahnes b. Şurayk isimli, güzel giyinen, güzel konuşan ve yaldızlı sözleriyle bir "güzel Müslüman" imajı çizen ve bu sözlerine Allah'ı şahit tutan, ancak içi kötülüklerle dolu bu münafığı, peygamberine ve müminlere tanıtan Alemlerin Rabbi, böylesi karaktere sahip insanların her dönemde var olabileceğini Kur'an'ın evrensel ve asırlar üstü niteliğiyle bizlere de bildirmiş oluyordu.
Ayetlerdeki kavramlar dikkat çekicidir. Sözgelimi, "eleddü'l-hısâm" kavramı azılı düşman şeklinde anlaşılacağı gibi, "söz söyleme sanatında usta" anlamına da gelmektedir. Yine "hars" ekin anlamına geldiği gibi, bu kelimenin "kültür" manasına geldiği de görülmektedir. "fesad" kelimesi ise, bozgunculuk anlamına geldiği gibi, "anarşi, terör, bir şeyi tabii halinin dışına taşırmak, yaratılış özellikleri bozmak" gibi anlamlara da gelmektedir. Bu farklı manalar çerçevesinde ayeti şöyle anlamamız da mümkündür:
"Öyle insanlar vardır ki, çok ustaca söylediği sözler senin ilgini çeker, hoşuna gider, seni cezbeder. O, icab ettiği zaman bu sözlerine Allah'ı şahit tutmaktan da geri durmaz. Bil ki, böyleleri idareyi ele geçirince yeryüzünde her alanda bozgunculuk çıkarmak, gerek kültürü gerekse insan neslini mahvetmek için çabalayıp dururlar. Halbuki, Allah'ın hiç sevmediği şeydir fesad…"
Bu kapsamlı ve önemli konuya gelecek yazımızda devam edeceğiz. Şimdilik, sağlıcakla kalınız diyoruz.
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Tam iki yıl önce bugün... (13.07.2018)
- Bir çoban hikâyesi: Allah’ın rızasına talip olmak... (28.06.2018)
- Şefkat Peygamberinin, hayvanlara merhameti (27.06.2018)
- “Benim küçük bir karıncaya ulu nazarım vardır!" (25.06.2018)
- Yaralı leylekleri tedavi eden ecdadımız vardı. Ya şimdi?... (21.06.2018)
- Sana ölüm gelinceye kadar ibadete devam et!... (14.06.2018)
- Gönül ülkesine yolculuk: Ramazanda itikâf... (04.06.2018)
- İftarda sevinç yaşamak için… (21.05.2018)