Fıkıh Tarihi Yazıları (V): Bir Prosopografik Deneme
Araştırma tekniği ve fikri örgü sistemi bakımından prosopografik tarih yazımı biyografi ilminin bir parçasıdır. Özelliği, tarihi şahsiyetlerin hayatını ve aile bağlantılarını tarihi kayıtlara dayanarak araştırmaktır. Kadim medeniyetimizdeki hal tercemesi [terâcim-i ahvâl] veya tabakat denilen biyografi literatürüne dayanır. Bir anlamda prosopografi, biyografik eserlerden hareketle bir âlimin veya âlim grubunun [ulema] ilişkiler ağını [network] modern tarih yöntemleriyle ortaya koymaktır. İlim ehlinin birbirleriyle münasebetleri, ekol ve mezheplerin etkileşimi ve özellikle de fukaha arası sosyal ağın ortaya çıkarılması vb. konular, araştırılmayı bekleyen büyük meselelerdir. Hatta bu ilişkiler ağının grafik ve haritalarla korelasyonunun yapılması ise daha ileri düzey araştırmalara ihtiyaç duymaktadır. İslam düşünce tarihinde "ulema arası sosyal ağ" araştırmaları oldukça az olduğu gibi, İslam hukuk tarihinde de "fakihler arası sosyal ağ" çalışmaları neredeyse yok denecek kadar düşük düzeydedir. Burada bu alana dikkat çekmek üzere iki örnek zikredilecektir. Burhan ve Mahbubi Aileleri.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Hanefiliğin uzun yıllar hüküm sürdüğü Orta Asya'da bu düşünceyi yaşatan aileler sadece akademik yönüyle değil, eğitim ve yargı sistemine, siyasî, iktisadî ve kültürel hayata olan katkıları bakımından da etkiliydiler. Nitekim bu ailelerin o dönemde sosyal ve siyasî bir prestij sağlayan "sadr" ünvanını kullandıkları bilinmektedir. Buhara'da bu unvanı kullanan aileler [İsmaili ailesi, Saffar ailesi, Burhân ve ardından Mahbubi aileleri] Moğol istilasına kadar olan asırlar boyunca [Samaniler, Karahanlılar, Selçuklular, Karahıtaylar dönemlerinde] siyasi çalkalanma ve yönetim değişikliklerinin tahrip edici gücüne karşı durarak istikrarı sağlamaya çalışmışlardır. Bölgeye hâkim olan siyasi otoriteler zaman zaman bölgenin yönetiminde bu ailelere yer vermişlerdir. Burhan ve Mahbubi aileleri sadrussudûr lakabını da kullanmışlardır. Bu unvanın ilerleyen dönemde Osmanlı zamanında siyasî veya idarî bir makam olarak kullanılıp kullanılmadığı araştırma konusudur. Örneğin Osmanlı'da kullanılan "sadrazam" ifadesi böyle bir etkinin varlığına işaret olarak görülebilir.
İlk olarak ailelerden biri olan "Burhan Ailesi"ni ele alalım. Bu aile [Âl-i Burhân] miladi 11-13. yüzyıllarda Türkistan'ın en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Buhara'da yaklaşık 150 yıl hüküm sürdü. Sadece akademik yönüyle değil, siyasî, iktisadî ve kültürel hayat bakımından da etkili nüfuzlu ailelerdendi. Bu aileden Hanefi fukahâsının önde gelen temsilcileri yetişti. Bu aileye mensup fakihler "Burhânüddîn", "Burhânu'l-eimme", "Burhânu'l-mille ve'd-dîn" gibi lakaplar alırlardı. İbn Mâze'ler olarak da bilinirlerdi. Burhan ailesi Sultan Sencer'in lütuf ve ihsanına nail oldu. Ailenin bilinen ilk reisi Burhâneddîn el-Kebîr Abdülazîz b. Ömer b. Mâze, Merv'de yaşarken Selçuklu Sultanı Sencer (ö. 1157) tarafından Merv'in alınmasının ardından Buhara'ya "sadr" olarak tayin edildi ve Sencer'in kız kardeşiyle evlendi. Önemli bir Hanefi âlim olan Abdülazîz b. Ömer, 12. yüzyılın ilk çeyreğinde vefat etti. Onun yerine geçen oğlu Hüsâmeddin Ömer, Sultan Sencer'le birlikte Karahıtaylar'a karşı katıldığı Katvan Savaşı'nda (9 Eylül 1141) şehit düştüğü için "Sadrüşşehîd" ya da "Hüsâmüşşehîd" lakabıyla anıldı. Bu tarihten sonra Burhân ailesi Karahıtaylar'a tâbi olmakla birlikte dinî ve siyasî güçlerini korudu. Bu ailenin ilmî ve siyasî otoritesinden faydalanmak isteyen Karahıtaylar, Sadrüşşehîd'in ardından yerine kardeşi Sadrüssaîd Tâcülislâm Ahmed b. Abdülazîz'i (ö. 1156) getirdi.
Burhâneddin el-Kebîr'den sonra ailede sadrlık görevini sırasıyla iki oğlu Sadrüşşehîd Hüsâmeddin Ömer (ö. 1141) ve ardından Sadrüssaid Tâceddin Ahmed (ö. 1156) devam ettirdi. Daha sonra sırasıyla Sadrüşşehîd'in oğlu Şemseddin Muhammed (ö. 1163); Sadrüssaîd'in oğlu Burhâneddin Mahmûd (yak. ö. 1174); Şemseddin Muhammed'in oğlu II. Abdülaziz (ö. 1196); Sadrüssaîd Ahmed'in torunu II. Ömer b. Mes'ûd b. Ahmed (ö. 1206); onun amcası II. Muhammed b. Ahmed (1156-1219); Abdülaziz'in oğlu Sadr Cihân Muhammed (ö. 1221); onun oğlu II. Ahmed b. Muhammed (ö. 1238) sadrlığa getirildi.
Bu aileyle ilgili detayda şu bilgiler nakledilir:
"Rivâyete göre Sadrülecel Burhânüleimme [Burhâneddin el-Kebîr] ders verdiği vaktinin en sonunu iki evladı Sadrüşşehid ve Sadrüssaid'in eğitimine ayırırdı. Hatta bazen bu saatler sabah vaktini aşıp kuşluğa kadar gecikirdi. Bu iki evlat, babalarına "Bu vakitlerde yoruluyor ve bıkıyoruz." dediler. Bunun üzerine babaları onlara şöyle dedi: "Kimsesi olmayanların (gurabâ) ve ileri gelen zatların çocukları başka başka bölgelerden gelmekteler, bu yüzden onları öne almam gerekiyor." Diğer öğrencilerine olan bu şefkatinin bereketiyle Sadrülecel'in bu iki oğlu kendi asırlarında fıkıh konusunda dünyanın diğer yerlerindeki pek çok fakihe üstün geldi." [Kefevî, Ketâib, II, 335-336.]
Ebu Hanife'nin öğretisinin, Orta Asya'da yayılıp gelişmesinde Burhan ailesinin fakihlerinin de katkısı oldu. Nitekim bunlar Hanefi mezhebinin sonraki asırlara aktarılmasında ulema silsilelerinde yer aldılar. Bu silsilelerin en önemlilerinden birini burada zikredebiliriz. Ebu Hanife (ö. 767) → İmam Muhammed (ö. 805) → Ebu Hafs el-Kebîr (ö. 831) → Ebu Hafs es-Sağîr (ö. 878) → Abdullah es-Sebezmûnî (ö. 952) → Muhammed b. el-Fazl el-Buhârî (ö. 991) → Ebu Ali en-Nesefî (ö. 1033) → Şemsüleimme el-Halvânî (ö. 1060) → Şemsüleimme es-Serahsî (ö. 1090) → Burhâneddin el-Kebîr → Hüsâmüddîn Sadrüşşehîd Ömer (ö. 1141).
Burhan ailesinin yaklaşık 150 yıl süren manevi ve siyasi nüfuzu 1239 yılında Buhara'da çıkan bir ayaklanma sonucunda sona erdi ve sadr unvanını "Mahbubi Ailesi" devraldı. Mahbubiler, Orta Asya Hanefi mezhebi tarihinde, 13. - 14. asır Buhara siyasetinde etkili oldular. Buhara ve çevresinde bu aileden pek çok âlim yetişti. Ailenin bilinen büyük dedeleri İkinci Ebu Hanife diye meşhur Cemaleddin Ubeydullah b. İbrahim el-Mahbûbî'dir (ö. 1233). Lakabı Sadrüşşerîa el-Evvel'dir. Onun iki oğlu da büyük Hanefi âlimleridir. Bir oğlu Tâcüşşerîa Ömer, diğeri ise Burhânüşşerîa Mahmûd'dur. Birincisinin oğlu ile ikincisinin kızı evlenmişler ve bu evlilikten Mes'ûd doğmuştur. Ailenin sonraki dönem ve en büyük temsilcisi Sadrüşşerîa es-Sânî Ubeydullah da Mes'ûd'un oğludur.
Mahbubi ailesinin ileri gelen fakihleri Orta Asya'da Hanefi ilim silsilelerinde yer aldılar. Bu silsilelerin en önemlilerinden biri şöyledir. Ebu Hanife (ö. 767) → İmam Muhammed (ö. 805) → Ebu Hafs el-Kebîr (ö. 831) → Ebu Hafs es-Sağîr (ö. 878) → Abdullah es-Sebezmûnî (ö. 952) → Muhammed b. el-Fazl el-Buhârî (ö. 991) → Ebu Ali en-Nesefî (ö. 1033) → Şemsüleimme el-Halvânî (ö. 1060) → Şemsüleimme es-Serahsî (ö. 1090) → Şemsüleimme ez-Zerencerî (ö. 1118) → İmâdüddin ez-Zerencerî (ö. 1188) → İmamzâde el-Buhârî (ö. 1177) → Cemaleddin el-Mahbûbî → Tâcüşşerîa Mahmûd → Sadrüşşerîa Ubeydullah b. Mesud (ö. 1346)
Burada Mahbubi ailesinin bağlı olduğu ilim halkasının Osmanlı ilim geleneğine tesir ettiğini söylemek de mümkündür. Nitekim Hanefi tedris silsilelerinden biri bu aile vasıtasıyla devam etmiştir. Anadolu'ya bu geleneğin intikali Hoca Muhammed Pârsâ (ö. 1420) aracılığıyla olmuştur. Muhammed Pârsâ'nın, Mahbubi ailesine mensup olduğu da söylenmektedir. Anadolu uleması bu ve diğer ilim silsileleri vasıtası ile Orta Asya ilim geleneğini tevarüs etmiş ve devam ettirmiştir. Nitekim Osmanlı fıkıh bilim geleneği, kahir ekseriyetle Buhara hukuk mektebinin sistemini devam ettirmiştir. [Murat Şimşek, İmam Ebu Hanife ve Hanefilik, Konya: Hacıveyiszade yy. 2019].
Doç. Dr. Murat Şimşek
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.