Fıkıh tarihi araştırmalarında fıkhın mekanla yani coğrafyayla ilişkisini dikkate almak önemlidir. Diğer bilimlerin coğrafi dağılımında olduğu gibi fıkhın da belli havzalardaki gelişimi, fıkıh tarihinin dakik ayrımına katkı sağlayacaktır. Zira zaman, bir mekanda varlık kazanır. Çağdaş İslam hukuk tarihçiliğinin yaptığı gibi zaman ve mekan kaydından bağımsız (ahistorik) tarih algısı ya sadece belirli bir bölgeye mahsus dönemsel nitelikleri (mesela vahyin nazil olduğu zaman ve mekanı) tüm bölgeler için geçerli sayar ya da mutlak olarak her türden coğrafya fikrinden yoksun (metahistorik) bir görünüm arz eder. Çağdaş İslam hukuk tarihi çalışmalarında Selçuklu ve Osmanlı coğrafyalarının pek önemsenmemesi buna bir misal olarak düşünülebilir. Mekan fikrinden bağımsız bir tarih algısı, çağdaş İslam hukuk tarihçilerini, hatta çağdaş İslam hukukçularının neredeyse tamamını dinî metinlere dönüp yeniden içtihat düşüncesine götürmüştür. Neticede tüm tarihî gelişimlerden yalıtılmış bir mutlak dinî hukuk inancına ve oradan üretime açmıştır. Yeniden denenecek olan bir fıkıh tarihi yazımı ve dönemlendirmesi günümüzdekiler gibi zaman ve mekan bağlamını yok sayan bir yaklaşımla değil, hem zamanı, hem de mekanı dikkate alan bir incelikle olmalıdır. Aksi takdirde araştırmacıyı tarihlendirmede yanılgı içerisinde bulunmaya (anakronizm) da sevk edebilmektedir. Mesela fıkıh tarihinin bir dönemini çalışan araştırmacı o dönemi coğrafi bağlamıyla ele almak durumundadır.
Oluşum döneminde fıkıh ekolleri (ehl-i re'y ve ehl-i hadîs) ve sonraki devirlerde fıkıh mezhepleri belirli bir coğrafi dağılımı da içerir. Örneğin ilk dönem fıkıh merkezleri Irak (Kûfe ve Basra), Hicâz (Mekke ve Medine), Suriye ve Mısır hukuk okulları olmak üzere dört merkezde toplanmıştı. Ancak Suriye Okulu ilk dönem metinlerinde sıkça zikredilmediği için, Mısır Okulu da kısmen Irak ve Medine doktrinini takip ettikleri için diğer baskın iki okulun içinde erimişlerdir. Mâlikîliğin Kuzey Afrika, Endülüs ve bir dönem Irak'taki varlığı; Şâfiîliğin Mısır ve çevresinde, kısmen de Horasan'daki gelişimi yanında Hanefiliğin kuzey İslam dünyası denen Irak, Maveraünnehir, Horasan, Mısır, Anadolu ve Balkanlar gibi değişik coğrafi bölgelerdeki dağılımı hep buna işaret etmektedir. Parçalı şekilde de olsa bölgeler, dönemler ve şahıslara ait çalışmalar bulunmakla birlikte tutarlı bir üst yöntemi içermemeleri sebebiyle bu çalışmalar ilgili bölgeler arasında sağlıklı bir ilişki kurmayı mümkün kılmamaktadır. Açıkçası fıkıh düşünce tarihinin yarısını teşkil eden (6 asır) Osmanlı Ülkesi [Memâlik-i Osmâniyye] fıkıh tarihi, Memlukler dönemi Mısır fıkıh tarihi, Babürler dönemi Uzakdoğu Asya fıkıh tarihi, Orta Asya yakın dönem fıkıh tarihi vs. alanlarında bütüncül çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Söz gelimi Hanefilik açısından mezhep içi bölgesel ekoller de dikkate alındığında Irak Meşayıhı, Belh Meşayıhı, Maveraünnehir Meşayıhı, Memluk Uleması, Rum Uleması (Ulemâ-i Rûm) ve Hint Alt Kıtası Uleması gibi coğrafi tasniflere rastlanır.
Örneğin Osmanlı alimi Mahmûd Kefevî (ö. 990/1582), Hanefiliğin coğrafi açıdan izlediği serüvene işaret eder. Tarihî süreçte Hanefiliğin şehir ve bölgelerde yayılıp, ardından bazı yerlerde yoğunlaşmasının gerekçelerine de değinen müellif, neticede kendi zamanındaki Osmanlı İstanbulu'nda bu yoğunlaşmanın gerçekleştiğini söyler. Kefevî, Hanefi muhitlerini coğrafi açıdan şöyle tasvir etmektedir:
"Ashabımız –ki Allah onların sayısını kıyamet gününe dek çoğaltsın- şehirlere ve ülkelere dağıldılar. Onlardan bazıları hilafet, ilim ve irşad yurdu Bağdat'takiler gibi Irak'ta yaşayan mütekaddimin ashabımızdır. Bazıları Belh meşayıhı, Horasan meşayıhı, Semerkand meşayıhı, Buhara meşayıhı (şeklinde adlandırılmıştır). Bazıları Rey, Şiraz, İsbahan, Sâv, Tus, Zencan, Hemedan, Esterabad, Merginan, Fergana, Dâmeğan gibi Maveraünnehir, Horasan, Azerbaycan, Mazenderan, Harizm, Gazne, Kirman bölgelerine dâhil şehir meşayıh ve halklarıdır. Hanefilik, Hind ülkesine, Maveraünnehir'in tamamına, Irak-ı Arap ve Irak-ı Acem'in şehirleri gibi diğer yerlere kadar uzanmıştır."
Kefevî, Moğol istilasına kadar Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinde Hanefiliğin yaygın bir telif ve eğitim faaliyeti yaptığını belirtir. Bağdat'ın düşmesinin ardından ilim merkezinin Mısır ve bilâd-ı Şâm'a intikal ettiğini, Hanefi fukahanın özellikle Dımaşk ve Halep'te yoğunlaştıklarını ifade eder. Bu bölgelerde, özellikle de Mısır'da, Çerkez sultanlarının hükümranlığı başladığında onların taşkınlıkları sebebiyle ilmin ve âlimlerin, bilâd-ı Rûm'a (Anadolu) intikal ettiğini ve en son kendi zamanında İstanbul'un bir ilim merkezi haline geldiğini tespit eder. Ardından Osmanlı sultanlarının ilme verdiği değere işaret eder (bk. Kefevî, Ketâib,I, 41-46.) Hanefiliğin hâkim olduğu coğrafyalardaki geçmiş başarısı bakımından zengin veriler taşıması kuvvetle muhtemeldir.
Diğer bilimlerde olduğu gibi mezhepler bağlamında fıkıh ilminin de tarihî ve coğrafi bakımdan tasvir ve tahlili, fıkhın gelişimini isabetli bir şekilde anlama ve anlamlandırma açısından oldukça ileri düzeyde bir bilimsel değerlendirme imkânı sunacaktır. Bu bakımdan şehir ve bölge merkezli fıkıh tarihi araştırmalarına öncelikli derecede ihtiyaç bulunmaktadır.
Murat Şimşek