Benim uğurlu ülkem
Kuveyt'e bu üçüncü defa gidişim. Bana hep uğurlu gelmiştir. 1991 veya 1992 Kuveyt dönüşümden çok az bir süre sonra kısmet oldu bir daire sahibi olduk. Dolayısıyla Kuveyt'i hep uğurlu ayak olarak hatırlarım. Türklerin Araplara hediye ettiği kavramlardan birisi 'hoş kadem' yani uğurlu ayak tabiridir. Kuveyt de benim uğurlu ayağımdır. Bu ülke Körfez ülkeleri arasında en candan ve mütevazı bir ülke. Bölgede çekişmenin iki ayağını temsil eden ve birbirinin rakibi konumunda BAE ile Katar ile elbette ki, kanatlardan BAE ile hareket eden Suudi Arabistan hep iddialı ülkeler olmuşlardır. Kuveyt ise daima bloklaşmanın ötesinde kaynaştırıcı bir ülke olmuştur. 2013 sonrasında Katar ile BAE halef selef olmuştur. Bu açıdan kimileri Big Brother yani küresel anlamda 'biri sizi gözetliyor' sisteminin onları tokuşturduğu veya aralarında rol dağılımı yaptığına inanıyor. Nitekim Trump idaresinin kamplaşmada Katar'ı da kollaması sanki bunu gösteriyor. Emme basma tulumba gibi ABD bütün tarafları sömürüyor ve böylece semiriyor. Bu iddianın doğruluğuna veya yanlışlığına dair benim bir peşin fikrim yok. Katar devrimlere BAE ise darbelere arka çıkmış ve hamisi olmuş iki ülke. Katar İslami kesimleri temsil ederken BAE liberal kesimlerin karargahı ve kalesi konumundadır. Buna mukabil Kuveyt daima dengeyi temsil etmiştir. Dengeli bir yönetimi vardır. İddiasız olması onu rahat ve huzurlu kılmaktadır. Bununla birlikte BAE ekseni onu da manipule etmenin yollarını aramaktadır. Ülke içinde hiçbir şekilde istihbarat baskısı hissetmezsiniz. Zira ülke relax diye tabir edilen rehavet ve dingin bir ortamı ve iklimi temsil eder.
Kuveyt'te bulunduğum sürede dikkatimi çeken hususlardan birisi camilerin birbirine yakınlığı ve doluluk oranı oldu. Sevindirici idi. Namaz vakitleri adeta hayatın veya günlük akışın durduğu bir teneffüs arasını temsil ediyor. Namaz vakti olduğunu ve salatın ikame edildiğini sokakta ve mahallede hissedebiliyorsunuz. Genel olarak yaşlısı ve genci namaz duyurusuna yani ezana bigane kalmıyor, icabet ediyor. Dolayısıyla toplum dindar bir toplum ve toplumun manevi merkezi ise camiler. Hayatın nabzı iki yapı etrafında akıyor. Bu yapılardan birisi mescitler ve camiler, ikincisi ise AVM'ler.
AVM'ler modern dönemleri ve Amerika Birleşik Devletlerini, camiler ve mescitler ise İslam'ı temsil ediyor. Körfez ülkeleri genellikle tüketim toplumları. Petrol gelirleriyle birlikte yapısal olarak değişmiş. Büyük binalar ve AVM'ler sokakları pıtrak gibi istila etmiş. Rahmetli Menderes'in hatırlarda kalan bir ifadesi var: Amacımız, Türkiye'yi her mahallesinde bir milyoneri olan küçük Amerika haline getirmek. Bu fazlasıyla Körfez ülkeleri için geçerli, çalışması değil petrolü sayesinde. Bütün Körfez ülkeleri küçük Amerika veya butik Amerika haline gelmiş. Peki! Bu halkı mutlu ediyor mu? Zahiren öyle görünüyor. Fakat 'bir dinle bin ah işit' dedikleri gibi zenginlik veya refah toplumsal tutkal olamamış. Aksine çözücü haline gelmiş. İnsan müzelerde Kuveyt'ten eski halini görünce o asude günleri ve halkın birbirine yabancılaşmadığı günleri mumla ve hasretle anıyor, arıyor. Şimdi ise aile içi şiddetin kol gezdiği bir ülkeden bahsediyoruz. İnsanların parayla tanıştığı ve birbirine yabancılaştığı bir ortamdan dem vuruyoruz. Kuveyt Parlamentosunun gündem maddelerinden birisi kadına şiddetin önüne geçmek ve faillerini cezalandırmak. Bu bile ülkenin sosyal olarak geldiği yeri göstermektedir.
Aile içi şiddet Meclis gündeminde olsa bile Kuveytli kadınlar hala muhafazakar kıyafetler içinde dolaşıyorlar. Bu da camilerle birlikte ülkenin muhafazakar yüzünü temsil ediyor. Yabancılar sere serpe gezebiliyorlar. Yerliler için de bir yasak söz konusu değil ama yine de Arapların deyimiyle ihtişam denilen kapalı, vakur kıyafeti tercih ediyorlar. Bu açıdan belki de Şerif Mardin'in ifadesiyle müspet ya da pozitif mahalle baskısı hala orada devam ediyor.
AÇILIMDAN DARALMAYA KÖRFEZ ÜLKELERİ
Son sıralarda Körfez'deki yabancılar diken üzerinde. Kuveyt'in en seçkin ve en çok satan gazetelerinden Er Re'y konuyu gündeme getiriyor. Bu işin başını Suudi Arabistan çekiyor. Yeni kısıtlamalarla birlikte yabancı göçmen işçilerine hayat dar edilmiş halde. Hayatı yeni kayıtlarla ve uygulamalarla çekilmez hale getiriyor. Aynı gazeteye göre Katar da bu kategoriye giriyor. Yabancılar ülkelerine dönüş planı yapıyorlar. Bazıları da sudan sebeplerle ülkelerine geri gönderiliyor. Hem de paraları müsadere edilerek veya el konularak. Burmalı bir gencin hikayesini anlattılar. İşçi statüsünde çalışan genç, bir taraftan da kitap ticareti yapıyor. Bir miktar parası olmuş ve kargo işlemleri için ödeme yapması gerekmiş ilgili yere gittiğinde ise kendisine 'işçi olduğun halde bu paraları nasıl edindin?' diye sormuşlar, hem paralarına el koymuşlar, hem de sınır dışı etmişler. Ailesi de arkasından baka kalmış!
Bu tür hikayeler sıkça anlatılıyor. Bölgenin tadı kaçtığından herkes pılını pırtısını toplayıp kervanı başka bir yere atma peşinde. İmkanı olan ya da başka bir ülke seçeneği bulunanlar üçüne beşine bakmıyor ve hangi Körfez ülkesinde yaşıyorlarsa orasını terk ediyorlar. Cihad Ayiş gibi niceleri kapağı Türkiye'ye atmanın planlarını yapıyorlar. Kuveytliler de gelecekle alakalı olarak güvende değiller ve bu nedenle de Türkiye'den emlak aldıkları ifade ediliyor. Küresel model çökünce uçta yer alan uydular da çöküyor. Bu anlamda küresel ölçekte pek güvenli yer kalmadı. Ülkelerinde barınamayan veya siyasi baskıyla karşı karşıya kalanlar kendilerine daha sakin bir liman arıyorlar. Ama ne ABD fırsatlar ülkesi ne de Avrupa 1960'lardaki ideal konumunu temsil ediyor. Her yerde durağanlık var ve kapitalizm can çekişiyor ve kapitalist uydularda alternatif yerleşme seçenekleri azalıyor. Bu açıdan körfez ülkelerinin yabancılar açısından cazibesi gitmiş tortusu kalmış bulunuyor. Artık devasa gökdelenler de insana cazip gelmiyor. Bölge yabancılar açısından çekim alanı olmaktan çıkmış. Belki BAE hala çekim üssü olarak kalmış olabilir. Dışı veya dıştan cazip, ayartıcı görünse de içi yaşayanlar açısından son derece itici. Kapitalist sistem kötü idareyi beraberinde getirecek, kötü idare de cazibenin sonu olacaktır. Şimdilik yabancılarla yerel idareler arasında veya yerel halk arasında zoraki bir uyum yani müdarat hali yaşanıyor. ABD ve Körfez ülkeleri kapitalizmin cazibe alanları birer ikişer sönüyor.
Reayasına bed muamele yüzünden Filipinler göçmenlik bakanlığı da zaman zaman vatandaşlarına ülkeye dön çağrısı yapıyor.
Fitneler yüzünden dindarlığın da suyu çıkmış durumda. Selefiler dahil herkesin siyasetle ilgilenmesi çekişmeyi beraberinde getirmiş ve ilişkileri bayağılaştırmış. İhvan ile birlikte Selefilerin de siyasetle ilgilenmesi davetçi yönlerini törpülemiş. Bu nedenle karşılaştığımız munis yüzler artık Körfez ülkelerinde İslami davetin solduğunu beyan ediyorlar. Bunun iki nedeni var. Birincisi, peş peşe yaşanan fitneler. ABD'nin vara yoğa müdahaleleri. İkincisi de dindar kesimlerin öz yerine kabukla uğraşmaları. Böylece ehemmi mühimme değil mühimmi ehemme tercih etmeleridir. Cam parçalarını elmasa tercih etmeleri gibi. Siyaset kötü bir şey değil ama herkesin ölçüsüzce siyaset yapması siyasi alanın dengesini bozuyor. Mısır eksenli İslami cemaatlerden Selefi meşrep Cemiyettü'ş Şer'iyye bu hususta ölçüyü tutturan ender cemaatlerden birisi oluyor. Mesele siyasetten kopukluk değil dozudur. Doz bir şeyi hem zehir, hem de panzehir haline getirebiliyor.
Söz konusu cemaat siyaseti takip ediyor ama içine girmiyor, doğrudan güncel siyasetle ilgilenmiyor. Bu da onları olumsuz yönlerinden mümkün mertebe koruyor. Kendilerine Selefi Davet denilen grup ise siyasi kolu Nur Partisini kurduktan sonra fena fi's siyase olmuş ve kitlelerin gözünden düşmüştür. Zira darbe idaresiyle köprü kurmuştur. Mesafeli davranabilse hem yapısını korur hem de başkalarına faydalı olmaya devam edebilirdi. Sisi yandaş veya muhalif herkese ayar verdi ve hacmini daralttı. Esasında, Tunus'ta Zeynelabidin Bin Ali dönemi ile birlikte anılan köklerin kurutulması siyasetini izliyor.
İslami kesimlerin yöntem sorunları davet alanındaki ehliyetlerini de gölgeliyor. Aşırı şiddet, aşırı siyaset veya cemaat bazlı ticari faaliyetler, doğrudan ticari afet olarak önlerinde duruyor. Bunlar irşat faaliyetlerini gölgeliyorlar. Rejimlerin de sağlıklı olmaması sağlıksız cemaatlerin serpilmesine zemin hazırlıyor. Zira kontrol mekanizması kaybolmuş ve tuz da bozulmuştur. Bu yüzden de herkes rejimin tarassutu altında ama bir yandan da kendi etrafında deveran ediyor.
Öğle yemeğinden divaniyeden çıktıktan sonra bir camiye geldik ve ikindi namazını bekledik ve eda ettik. Cihad Ayiş Bey arabasıyla bizi otele bırakmak istedi. Camiden çıkışında elinde bir eser gördüm. Merakımı ve dikkatimi celp etti. Elinde son yılların gözde konularından birisi olan Medhaliye veya Camiye akımıyla alakalı bir kitap vardı. Maza Ya'nune Bilcamiyye ve' Medhaliyye adını taşıyor. Camiye ve Medhaliye Akımıyla Neyi Kastediyorlar adlı kitap dikkatimi çekti ve Cihad Bey kitabı bana verdi. Sağ olsun esirgemedi ve merakımı celb eden kitabı bana hediye etti. Ben de merakımdan dolayı bir solukta okumaya başladım. Kitap Kuveytli bazı Selefi akımların Medhaliye veya Camiye akımına karşı çıkışlarını konu ediyor ve onlara Cübbeli Ahmet Hoca'nın deyimiyle 'reddiye' veriyordu. Özellikle de Abdurrahman Abdulhalik adlı Kuveytli Daru'l İhya el Türas adıyla anılan en büyük Selefi yapının, akımın liderini hedef alıyordu. Bir nevi onları Sururiyye olarak anılan Muhammed Surur Zeynelabidin ya da Sefer Havali ve Selman Avde gibilerin safına sokuyor ve bu isimlerle birlikte anıyor ve topuna birden ayar ve nizam veriyor. Daru't Turas grubu Mısırlı Selefi Nur Partisi ile köprü kursalar bile genellikle Camiyye tarafından hareketçi Selefilik veya İhvan tarzı sayılıyorlar. İhvan'dan etkilenmiş Selefilik kategorisini sokuluyorlar. Rahmetli olan Muhammed Surur Zeynelabidin'in menheci veya yöntemi yani Allah'ın zatını ve sıfatlarını ele alma şekli tevil dışı ya da Eş'ari anlayışına ters, tevile kapalı olsa bile siyasette ve harekette İhvan yöntemine benimsediği için merdut, kabih kabul ediliyor.
Son sıralarda Selefilerin en çok birbirlerini yaftalama ve suçlama biçimi İhvan'a benzemek, benzeşmektir. Ya da İhvan tarzı hareket etmek. Bu yaftalama selefiler nezdinde meşruiyetten yoksun bırakma biçimi oluyor. Kısaca resmi Selefilerin iki kırmızı çizgisi var. Bunlardan birisi akidede Eş'ari anlayışından kaçınmak, siyasette de İhvan tarzından uzak durmak.
Halbuki, Arap Baharı sonrasında Nur Partisi gibi partiler ister istemez İhvan tarzıyla bütünleştiler ama süreçte yeniden darbeye eklenerek onlardan koptular. Tarzda onlara benzeseler de içerikte onlardan ayrıldılar.
MADALYONUN İKİ YÜZÜ YA DA ZIT İSTİKAMETLERDE SEYREDEN İKİ BENZER YAPI
Konu edilen akımlardan ilki, Eş'arilik adına ortaya çıkmış genellikle İbni Teymiye ve Selefilik ve çağdaş dairede ise İhvan ile sürtüşen ve didişen Ahbaş denilen akım. Bu dini grup, İhvan ve benzerleri üzerine odaklanan ve kılı kırk yarma adına fitne ve tefrikayı körükleyen Eş'arilik adına ortaya çıkmış ama Eş'arilerin de uzak durduğu Abdullah Habeşi'nin manevi kurucusu olduğu Ahbaş olarak anılan gruptur. Teferruatı aslın yerine ikame ederek; yaraların üzerine tuz eken, yeni yara açmakla uğraşan bir hareket. Hareketin kurucusu uzun yıllar Şam'da ikamet ettikten sonra Beyrut'a geçiyor ve burada yapılanıyor ve akım haline geliyor. İhtilaf ve tefrikayı kapatmak yerine açmakla meşgul olan bu akımın lideri de rahmetli olan Abdullah Habeşi ki Habeş asıllıdır. Tefrikayı körükleyen karşıt akım da ne hikmetse yine Habeşlidir! Etiyopya gibi rejimler dahil genellikle Müslümanları bölüp parçalamak isteyen rejimlerin tamamı diğer Müslümanlarla sürtüşmesi için bunların önünü açıyor. Bu Eş'ari hareketin öteki yüzü Selefiliği temsil ediyor. Yani madalyonun öteki yüzü Selefi. Madalyonun öteki yüzünde yine kökeni Etiyopya veya eski adıyla Habeşiştan'a dayanan Camiye zihniyeti var. Kurucusu da Abdullah Habeşi gibi Habeşli olan Muhammed Eman Cami. Hal ve harekatı zıddı olan Abdullah Habeşi'yi andırıyor. Bulunduğu davaya kökten bağlılık arz ediyor! Bu işin müzayedesini yapıyor! Etiyopya'dan çıkarak önce Somali'ye oradan da Yemen'e geçiyor ve en sonunda Mekke'de karar kılarak Vehhabilerin hizmetine giriyor. Boynuz kulağı geçer misali 1991 yılından itibaren resmi çizginin bekçisi, baş müdafii oluyor. 1979 ve 1991 yılından itibaren Suud Selefileri saflaşmaya ve çatallaşmaya başlıyor. Bu çatallaşmada harfiyen devlet çizgisini benimseyen ve buna sıkı sıkı yapışan sadık kalan Muhammed Eman Camii oluyor ve kraldan fazla kralcı kesiliyor.
Bu süreçte Bin Ladin ile Muhammed Eman Cami zıt kutupların kutup başı olarak karşı karşıya geliyorlar. Bin Ladin Cami'yi ve akımını hicvediyor, eleştiriyor. 1979 Kabe baskını ile 1991 süreçlerinde yani Saddam'ın Kuveyt'ten atılması ve gayri Müslim güçlerden yardım alma sürecinde bazı Selefiler devlete yabancılaşıyorlar. İşte şimdi Muhammed Bin Selman 'Sahve/Uyanış' adıyla anılan o süreçten rövanş alma derdinde. Bazıları rejime karşı yabancılaşmayı daha ileri seviyeye götürerek örgütlenme aşamasına götürüyor. İşte süreç Bin ladin ile birlikte karşısında Camiye hareketini üretiyor. Ladin akımı veya Kaide olarak billurlaşan hareket bu vasatta doğuyor, serpiliyor. Bunlar bazı farklarla birlikte 1979 Kabe baskınını yapan Cüheyman ve tayfasının devamı sayılabilir. Kaide ve sonraki türevlerine resmi devlet çizgisi de olmak üzere bazı kesimler Harici damgasını vuruyor. Özellikle Kaide'nin ikinci nesli olarak da gösterilen IŞİD devresinde hareket genel olarak Harici damgasını yiyor. Buna mukabil yine aynı süreçte Suudi Arabistan çizgisinden kopan Nasirüddin Elbani Mürcie çizgisi içinde anılıyor. Ya da bazıları ona bu yakıştırmada bulunuyor. Camiye ile Elbani ekolü veya çizgisi arasında temas noktaları var. Sözgelimi Nasirüddin Elbani nazariyatta katı bir çizgiyi tuttursa da siyasette kalkışmalara mesafeli duruyor. Bu açıdan da bazı yerlerde Camiye hareketiyle kesişiyor. Zaten kendisinin bu hareketin liderlerine yönelik tezkiyesi var. İlginçtir nazariyatta Elbani, Muhammed Said Ramazan el Buti ile zıt akımları temsil etseler de siyaset noktasında aynı kulvardalar. Elbani de 'İslam devletini önce gönlünüzde kurun ki, afakta yeşersin' diyenlerden. Baba Esat Elbani ile Buti arasında tercih noktasında kalınca Buti'yi tercih etse noktasında kalmıştır. Bununla birlikte bu iki zatın siyasi ekolleri ve fikirleri aynı olmasa bile son derece birbirine yakın bulunmaktadır. Hem Muhammed Said Ramazan el Buti hem de Nasirüddin Elbani Cezayir'deki FIS modeline ve İslami kesimlerin siyasi sürece katılmalarına karşı çıkmıştır. Bu itibarla Elbani Cihadcı Selefiliğin karşısında durmaktadır. Nasirüddin Elbani'nin bu yönünden dolayı Kaddafi'nin oğlu Hamis Kaddafi gibiler eşiğini aşındırmıştır.
Camiye hareketi günümüzde Mürcie'nin yeni versiyonu olarak kabul görmektedir. Kısaca Selefilik çizgisi kazıldıkça altından farklı fraksiyonlar zuhur etmektedir. Haricilik ve Mürcieleşme bunlardan ikisidir. İkisi de özünde siyasi meslektir. Birisi siyasi pasifizmi diğeri radikalizmi temsil eder. Birisi sönmüş volkan diğeri aktif volkanı andırır. Ulu'l emr üzerinden devlet ne yaparsa yapsın haklıdır anlayışı çağdaş Mürcie akımı olarak tasvir ediliyor. Kısaca Camiye gibi devlet çizgisine harfiyen bağlı akımlar yeni Mürcie anlayışı olarak tanımlanıyor. İbni Teymiye'nin tanımlaması da buna izin vermektedir. Demek ki ismen Selefi olarak tanınan, karşımıza çıkan bazı gruplar sıfat olarak Mürcie veya Harici anlayışını temsil ediyor.
Mevzumuza dönecek olursak; Eş'ariliği temsil iddiasında olan Habeş ekolü ile Selefiliği temsil iddiasındaki Camiye birbirlerini tamamlayan çizgiler. İsim üzerinden zıt ama sıfat üzerinden birbirini tamamlayan madalyonun iki yüzüdürler. İkisinin de hedefinde Müslüman Kardeşler gibi devlet çizgisini aşan veya devlet çizgisinin ötesine giden ve İslami yenileme iddiasındaki hareketlerdir. Camiye ise devlet düzeyinde yenilenecek bir şeyin ya da siyasi tecdidin gerekli olmadığına sadece itaatın mevzu bahis olduğunu inanmaktadır. Camiye de Ömer Bin Abdulaziz'in siyasi tecdit yaptığına inanmakta birlikte bunu kalkışma üzerinden yapmadığını esas aldığı varsayılabilir. Camiye ve Ahbaş gruplarının bütün işleri İhvan gibi çağdaş hareketleri dini olarak itibarsızlaştırmak ve meşruiyetten yoksun bırakmaktır.
ABDULAZİZ BİN BAZ: BU KADAR KUSUR KADI KIZINDA DA BULUNUR
Maza Ya'nune kitabında da görüldüğü gibi, Suudi Arabistan resmi dini çizgisi ve onu temsil eden Abdulaziz Bin Baz gibiler sonuna kadar Camiye zihniyetinin arkasında duruyorlar. Abdulaziz Bin Baz, Muhammed Eman Cami ve Rabii Bin Hadi el Medheli'nin olsa olsa üsluplarında sertlik olabileceğini bunun dışında bir kusurlarının olmadığını söylüyor. Halbuki bu akımın zıt kardeşi Ahbaş tayfası için ciltler doluyu kitap yazıyor ve yazdırıyorlar.
Nitekim vaktiyle Irak Müftüsü olan Emced Zehavi Müslümanlar arası kaynaşma ve birlik ve beraberlik ruhuyla yabancı akımlarla mücadele için Suudi Arabistan'ın dini idaresinin kapısını çalar. Yıl 1962 olmalıdır. Abdulaziz Bin Baz ile görüşme vaki olur ve ona şunu söyler. Komünizm, Siyonizm ve Masonluk gibi akımlar ete kemiğe bürünmüş olarak İslam dünyasının altını oyuyor. Gelin bir ve beraber olup bu akımlara karşı güç birliği yaparak ortak mücadele edelim. Bu noktada ilgi ve alaka beklerken sonrasını şöyle anlatıyor: korktuğum başıma geldi. Talebelerinden birisi hilafiyat meselelerinden birisini kurcaladı, açtı ve mesele tartışmaya dönüştü. Bin Baz talebesini susturmak yerine ona arka çıktı ve konu birlik zemininden ihtilaf zeminine kaydı. Birlik ve beraberlik aramak için bu ülkeye gelen Emced Zehavi Bin Baz'ın aymazlığı yüzünden elleri boş döner. Bu anlayış İslam dünyasında sadece ihtilaf üretmekte ve hilafiyat meselelerini kaşımakta ve rejimleri kutsamaktadır. Bu haliyle de dini oyuncak haline getirmektedir. Fitneden kaçınmak başka eğreti ve aykırı yapılara müzahir olmak daha başka olmalıdır.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kuveyt izlenimleri (07.03.2018)
- Osmanlı’nın İslam haziresinde tuttuğu ve Müslümanlaştırdığı milletler (05.03.2018)
- Sömürge halkları ve sömürge aydınları (02.03.2018)
- Anlaşmalı muhalefet (28.02.2018)
- Guta’da önleyici yalanlar (26.02.2018)
- Hama’dan Guta’ya (24.02.2018)
- Belanın kökü (21.02.2018)
- İslâm’ın yıldızını soldurmak (19.02.2018)