Halef-selef arasında siyasi kaymalar
Halef ile selef arasında siyasi ve sosyal gelişmelere bağlı olarak birçok alanda ve nokta da kaymalar ve ayrışmalar olmuştur. Özellikle de ilk nesil ardından fitne ortamı yaşanması yenileşmelere ve birçok alanda gözden geçirmelere kapı aralamış, neden olmuştur. Fitne ve ihtilaflar ile birlikte meşrep ve mezhep taassubu doğmuş ve herkes kendi çizgisini konsolide etmek ve güçlendirmek için bazen yalanlara veya yalan rivayetlere başvurmuş, sarılmıştır. Kimileri Emeviler lehinde kimileri de Aleviler (Hazreti Ali ve sülalesi) lehinde rivayetler veya haberler uydurmuş ve dolayısıyla bu haberler arasında doğruları seçebilmek için bazı kıstaslar getirilmiştir. Bunlardan ilki dinler tarihinde ilk defa görülen isnat zinciridir. İsnat zinciriyle birlikte raviler şeffaf bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bağlantılı olmayan isimler ise ayıklanmış ve isnat zincirinde bunların veya alakasız isimlerin varlığı zayıflık alameti ve işareti görülmüş, sayılmıştır. Böylece isnat aynasında hadislerin sağlaması yapılabilmiştir.
Yanlışa sapanlar oldukça doğruyu arayanlar da olmuş, doğruyu arayanlar organize olarak mezhepleri ve meşrepleri oluşturmuşlardır. Yanlış kümeleri temsil edenler de fırkalar olarak teşekkül etmişler ve bir araya gelmişlerdir. İslam'ı doğru yorumlayanlarla yanlış yorumlayanlar arasında çekişme günümüze kadar devam etmiştir. Bu da İslam'ın anlaşılmasında bazı sıkıntılar doğurmuş ve yol açmıştır. Bu açıdan Hasan el Benna ve Bediüzzaman doğru İslamiyet kavramından bahsetmektedir. Enfüs dairesinde doğru olanların afak dairesinde de doğruyu bulacakları muhakkaktır. Hadisler de bu gerçeğe parmak basmaktadır. 'Sizi beyaz bir çizgi/yol üzerinde bıraktım gecesi gündüz gibidir bundan ancak helak olan sapar.'
Önce Kur'an nüzülü veya İslam'ın temelleri konusunda bir mücadele olmuş ardından da tevili yani anlaşılması ve yorumu üzerinde mücadele yaşanmış ve bu süreç kıyamete kadar da devam edecektir. Anlayışta eskime ve sapmalar mücedditler kervanı veya anlayışı tashih ediciler tarafından düzeltilmiştir. Allah her düzeyde dinini inhiraftan veya sapmalardan koruyacak muhafızlar ve görevliler göndermiştir. Hadis konusunda sapmaların önünü isnat zinciri, sistemi kurumu almıştır.
Halef ile selef arasında değişen hususlardan birisi de müteşabih ayetlerin tevili meselesidir. İmam Malik bu yönde selefin duruşunu özetlemiştir. Bu da ' Rahman arşa istiva etmiştir' ayetinde istivanın mahiyetidir. İmam Malik'in dediği gibi istiva malum olmakla birlikte burada cümle yapısında Allah'ın arşa istiva etmesi müteşabihtir. Terkipte kapalı ve açık olmayan bir boyut vardır. Bu anlam arş'ı kavramakla da alakalıdır. İbni Teymiye'ye atfedilen bir Arş kitabı vardır ve burada müteşabih alanı teşbih ve tecsim alanına dönüştürdüğü genel kabul görmektedir. İmam Malik,' istiva malum keyfiyeti meçhul bu meseleyle ilgili soru sormak ise bidattır' demiştir. Zira sahabeler bu meselede soru sormamışlardır. Tefviz makamında durmuşlar, bulunmuşlar yani meselenin anlaşılmasını Allah'a havale etmişlerdir. Lakin daha sonra antropomorfizm dalgasının, akımının doğması ve yükselmesiyle birlikte ehli teşbih ve tecsimin zuhuru bu alanda da tevili ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Lakin herkes kendi mezhebini ve hizbini öne çıkardığından dolayı ehli teşbih, ehli tenzihi ehli tatil olarak görmüşlerdir. Halbuki mesele çok boyutludur tek boyutta kalan diğer boyutların hakkını veremez. Allah'ın misli ve benzeri yoktur. Burada hem ispat hem de tenzih vardır. Dolayısıyla zamanla sahabe mesleği olan tefviz ortadan kalkarken tevil ehli ile teşbih ehli birbirlerini suçlamaya ve uçlara kaymaya başlamışlardır. Ehli tevil Eş'arilikten Mutazile'ye kadar geniş bir yelpaze oluşturmuştur. Burada haddi vasatı Eş'arilik ile Matüridilik temsil etmektedir.
İbni Teymiye gibiler hepsini bir çuvala koyarak Cehmiye ismiyle itibarsızlaştırmışlardır. Kılı kırk yararak yöntem meselesinden dolayı Kelamcıları tek çırpıda saf dışı etmişlerdir. Bununla birlikte tevil ehlini kaldırdığınızda teşbih ehlinin önünde bir bariyer ve bir kriter kalmamış ve Cehmiye ve muattıla dedikleri muhaliflerine karşı teşbih vadisinde geri dönüşü olmayan bir yol kat etmiş, mesafe almışlardır. Teşbih, tenzih kategorisi zamanla ispat ile tatil kategorisi şeklinde de anılmıştır. İspat boyutunda tenzih ortadan kalkmıştır. Keza tevil boyutunda da bazı hakikatler buharlaşmış ve tatil boyutuna varmıştır. İki meslek de yer yer sulanmış, yaralanmıştır.
Bunun nedeni esasında mutlak gayb olan Allah'ın zatıyla alakalı değerlendirmelerdir. Selefiler ispat mesleğinde şahadet ve gayb alemi arasındaki sınırları tam tayin edemedikleri için boşluğa düşmüşler ve yüce tanrıyı tasavvurlarında basitleştirmişlerdir.
Selef çizgisi tefviz yani Allah'a bırakma iken selef adına selefiler teşbihe, tevil veya tenzih adına da Mutezile gibi karşıtları yer yer tatile düşmüşlerdir.
Kısaca Selefilik dar ya da geniş boyutta tefviz makamından teşbih makamına düşmüştür. Kısaca tefviz içtihadi anlamda tenzih ve ispat mesleğinden farklıdır. Selefi çizgi muhaliflerinin veya karşıtlarının tatile vardıklarını düşünerek onlar da ispat adına teşbihe kapaklanmışlardır.
Bu alandaki yeni tartışmalardan birisi Zındıka ve Cehmiye'ye Red kitabının Ahmet Bin Hanbel'e nispetinde şüpheye yer verilmesidir. Yerine Mukatil bin Süleyman'nı yazdığı yönündeki tartışmadır. Şeyh Ahmet Bin Abdussettar Bin Sabri en Neccar Ahmet en Neccar ile Şeyh Ebu'l Emin Sinan Bin Saad al-i Cerrah Ebu'l Emin al-i Cerrah en Hanbeli isimli müelliflerce yazılan kitapta ilgili kitabın (Zındıka ve Cehmiye'ye Red) İbni Hanbel'i nispeti çürütülmektedir. Bu mühimdir zira İbni Teymiye gibiler Cehmiye edebiyatını Ahmet bin Hanbel'den başlatırlar veya ona dayandırırlar. Mukatil Bin Süleyman meşreben ehli teşbihten sayıldığından onun karşıtları hakkında nokta-i nazarı dikkate alınmayacaktır. Tabi buna ehli hadis veya selefilerce karşı çıkanlar olsa bile sonuç itibarıyla büyük çapta selefiler selef yolundan sapmışlar veya ayrılmışlardır. Özellikle de siyasi meslekte. Esneklik ve dinamikliklerini kaybetmişlerdir. Bundan dolayı zamanla zalimlerin payandası haline gelmişlerdir. Suudi Arabistan'da karşıt akım Sururiye akımı düşmanlığı da bu nedenden kaynaklanmaktadır. Zira onlar zalime zalim demektedirler. Bu sapma hem akait meselesinde hem de siyaset meselesinde caridir.
Siyasi çizgide selef ile halef ayrışması
'İçinizden birisi bir münker veya aykırı bir iş görürse onu eliyle olmazsa diliyle düzeltsin olmazsa da kalbiyle buğz etsin' hadisi boyutları itibarıyla tartışmalı olmuştur. Bu hadisin selef arasındaki akisleri farklı halef arasındaki akisleri farklı olmuştur. Ya da hakkında konjonktüre göre yeni yaklaşımlar ve yorumlar yapılmıştır. İbni Haldun'un Mukaddime adlı eserinde de belirttiği gibi selef arasında kötülük görüldüğünde kılıçla düzeltmek yaygın bir anlayıştı. Lakin kötülüğün artması ve fitnelerin çapının büyümesiyle birlikte bu alanda da halef farklı bir yola sapmıştır. İsnat zinciri meselesinde olduğu gibi fitneleri gerekçe gösteren halef nesilleri yanlışı düzeltmeyi veya emri bilmariuf ve nehyi ani'l münkeri kılıçla, şiddet diliyle yapılmasını askıya almış ve tatil etmiştir. Elle düzeltmeyi ulu'l emre dille düzeltmeyi alimlere ve kalple düzeltmeyi de umumi müminlere bırakmışlardır. Bu çizgi zamanla kalınlaşarak ana çizgi haline gelmiştir. Selef çizgisi de anakronik hale düşmüştür. Lakin bu bapta selef çizgisine en uzak noktayı ise onun adına yola çıkan selefilik temsil etmektedir. Vehhabilik çıkış noktası itibarıyla Hariciliği geldiği nokta itibarıyla ise bir yandan İrca(mürcie) mesleğini diğer yandan da halef anlayışını temsil etmektedir. Osmanlıya karşı silahlı isyandan Camilik ve Medahile anlayışına kadar gelmiştir. Ehli cevr ve zulme kılıç çekmek yerine onların yanında cevr ve zulme kılıç çekenlere karşı yalın kılıç durma noktasına istihale etmiştir. İstitaat/güç yetirme meselesinde Eş'arilere karşı Mutezile'nin Kur'an çizgisini temsil etmesine denk bir biçimde yamukluğu kılıçla düzeltme konusunda selefin anlayışı, terekesi Mutezile ile ortak yönleri bulunan Zeydiler'e ve Mutezile'ye intikal etmiştir. İmam Zeyd Bin Ali kötülüğü kılıçla düzeltme mesleğini savunurken ve İmam Azam da ona destek olurken İmam Cafer-i Sadık bir kenarda durmuştur. Fitne endişesi ile birlikte olaylara karışmamayı ihtiyar etmiştir. Geleneksel Caferilik ile Sünni dört mezhep halef zemininde veya müteahhir alimleri zemininde genelde huruç noktasında birbirine yaklaşmış ve hemfikir olmuş ve aynı paralele düşmüşlerdir. Bugün ise Humeyni ile birlikte geleneksel anlayış yıkılmış ama Arap Baharı karşısında yine seçici bir yaklaşım benimsenmiştir. Burada elbette Hariciler de dahilde de kılıcın hakkının verilmesinden yanadırlar. Bununla birlikte Haricileri Mutezile ile Zeydilerden ayıran husus Haricilerin sadece şiddete cevaz vermeleri değil bunu en geniş fezasında ve ölçüsüz olarak kullanmalarıdır. Dolayısıyla bu hususta Haricilik anlayışını ötekilerden ayırmak gerekir.
İbni Haldun Arap Baharını görseydi!
Birçok alanda öncü fikirler serdeden İbni Haldun Arap Baharını görseydi tutumu nasıl olurdu? Nasıl bir tutum takınırdı? Geleneksel otorite veya kurulu rejimleri mi aklar, desteklerdi yoksa yeterli asabiyeti/destek gücü bulamayacakları için kıyam ehlini (kalkışmacıları) mı frenlerdi? İbni Haldun Selefiler gibi dahilde kargaşa değil istikrardan yanadır. Değişimin de ancak arkasını yaslandığı asabiyete bağlı olduğunu söylerdi. Dolayaısıyla bu hususta tamamen ihtiyatla bir yol tuttururdu. O Fatimi asabiyeti bulamayacağı için Mehdi'nin hurucuna bile şüpheyle bakar. Birincisi, Mehdi hadislerini zayıf görür. İkincisi de sosyolojik düzeyde Fatimi asabiyetinin kaybolduğunu varsayarak Mehdi'nin kendisini başarıya götürecek bir kitle ve arka bulamayacağını söylemiştir. Dolayısıyla klasik anlayışta fitne ve kargaşa korkusu ne ise İbni Haldun'da da asabiyet endişesi o'dur. Nazarında güçlü asabiyetten mahrum hareketler kırılmaya mahkumdur.
Dolayısıyla yaşasaydı, İbni Haldun'un Arap Baharı karşısında olumsuz bir çizgi benimseyeceği muhtemeldir (devam edecek).
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Şii-Şii kavgası mı? (18.11.2019)
- Meçhule giden ajanlar (15.11.2019)
- Şarani’den Şaravi’ye… (13.11.2019)
- 1440-1441 farkı (08.11.2019)
- Kerbela’da sekterizmin ölümü (04.11.2019)
- Chicago’dan Trablus’a; Kandahar hattındakiler (01.11.2019)
- Kara kutunun sonu (30.10.2019)
- Açılım tohumları ve Salahaddin’in mirası! (27.10.2019)