Beklendiği gibi Irak ile Lübnan'daki dipten gelen Şii otoritelere başkaldırı dalgası İran'a da sıçradı. İran'daki olayları Şii havzadaki domino etkisine mi bağlamalı yoksa arkasında daha derin sebepler mi aramalı? Kimileri İran'daki olayları Irak ile Lübnan olaylarının yansıması veya hızlandırması olarak görebilirler. Bununla birlikte temel neden olaylardan ders çıkartılmamasıdır. İran'da tahtta oturanların kendilerini dokunulmaz görmeleri ve masun sanmalarıdır. Bu yaklaşım gerçek manada tedbir alınmasını engeller ve haliyle olaylara davetiye çıkartır. Sözgelimi İran ve ekseni hala kendilerini bölgenin en güçlüsü sayıyorlar. Halbuki, altları, zeminleri kayıyor. Sosyal ve siyasi heyelan hali şaşıyorlar. Arap çöllerinde ise kum fırtınaları dinmiyor.
Olaylardan ders çıkarmamalarına dair iki işaret var. İlki, İran'da akaryakıt fiyatlarına yüklenen yeni zamlar. 2009 ve sonrasında özellikle Ürdün, Sudan gibi ülkelerde baş gösteren kitle olaylarının nedenlerinden birisi akaryakıt fiyatlarına uygulanan yeni zamlar olmuştur. 20019 yılının Nisan ayında devrilen Ömer Beşir'in iktidarda tutunamamasının nedeni akaryakıt fiyatlarına uygulan zamlardır. Dolayısıyla İran'daki olayları Şii dünyasındaki olayların domino etmesinin fazla bir geçerliliği yoktur. İran'da her şey dört dörtlük de halkın çanı isyan mı etmek istedi? Temel neden kötü yönetim ve yılların biriktirdiği aksiliklerdir. Lübnan'daki olayların nedeni de whatsapp hesabının ücrete tabi tutulmasıdır. Bu olay, burnundan soluyan ve öfkesini kusacak yer ve zemin arayan Lübnan halkını kışkırtmış ve sokaklara taşırmıştır, dökmüştür. Lübnanlıları kışkırtan ek olaylardan biri ülkede sekterizm sistemini ikame eden Fransız yetkililerin ziyareti olmuştur. Lübnan'ın temel sorununu sekterizm olarak gören ve bundan da Fransa'yı sorumlu tutan halk kitleleri Fransız bir yetkilinin ziyaretiyle yeniden sokaklara inmiş, dökülmüştür. Lübnan'da tansiyonu düşen ekonomik krize karşı gösteriler, Fransa Dışişleri'nin Kuzey Afrika Dairesi Müdürü Christophe Farno'nun ziyaretiyle yeniden alevlenmiştir. Göstericiler, Fransa'yı Lübnan'ı işgal ettiği sırada mezhebi bölünmenin temelini atmakla suçladı.
Bugün Fransızların miras bıraktığı sekterizm sistemi veya derin yapıyı Hasan Nasrallah ile 'milli damat' ya da Michael Aoun'un damadı Cibran Basil temsil ediyor. Son olarak istifa eden ve yeniden hükumeti kurmakla görevlendirilmesini bekleyen Saad Hariri'yi bypass etmeleridir. Esasında Saad Hariri'yi Sünnilerin de gözü tutmuyor, tutması da mümkün değil. Bununla birlikte onun yerine re'sen eski maliye bakanlarından Muhammed Safadi'nin getirilmesi girişimini vesayet sisteminin emri vakisi olarak değerlendiriyorlar. Bundan dolayı bu atama tepkiyle karşılandı. Nebih Berri de Hariri'nin hükümeti kurmaması halinde Lübnan'ın karmaşa içine yuvarlanacağını öngörmüştür. Felaket senaryosunun gündeme geleceğini söylemiştir. Bu da gösteriyor ki sekterizm gücüyle fiili iktidarı ellerinde tutanlar veya güç merkezini temsil eden yapılar kesinlikle burunlarından kıl aldırmıyorlar. Bölgesel çapta kırılma ve gerileme yaşamalarına rağmen kuyruğu dik tutmanın hesabındalar. Sekter sistem adına intikam alma dürtüsü çözüm bulma hevesine galebe çalıyor. Lübnan halkı Şiisi Sünnisi ile sekterizm duvarlarını yıktığı gibi İran ile Irak'ta da Şii kitleler de yönetimleriyle hesaplaşıyorlar. İran'da Sünnilerin bir esamisi yok Irak'ta ise Sünniler kılıç artığı gibiler. Dolayısıyla hem kıpırdayacak mecalleri yok hem de Şii hükumet Sünnilerin her bir hareketini sekterizm hesabına istismar ediyor ve Şii kitleleri yanına çekiyor. Bu nedenle de Iraklı Şiiler kendilerini temsil eden hükumetle kendileri hesaplaşıyorlar. Lakin bunu Şii-Şii kavgası olarak görmek, takdim etmek meseleyi sekterizm içi kavgaya hasretmektir. Bu ise kesinlikle doğru değildir. Kitleler Şiilik hesabına hareket etmiyorlar bunun yerine insani yönü öne çıkararak ilkeler adına iktidarı hesaba çekiyorlar. Irak'ta ve İran'da asabiyetle değerlerin çatışması yaşanıyor. Daha doğrusu değerlerini yitirmiş, çürümüş iktidarlar ile değerlerin davasını güden kitlelerin kavgası veya çekişmeyi yaşanıyor. Meseleyi bundan öte okumak bozuk düzene ve iğreti iktidarlara arka çıkmak olur. Halk İran'da molla rejiminden bıkmıştır. Bundan dolayı 3 yıldır rejimle yollarını ayırmıştır. 3 yıldır ayaktadır. Artık iktidar içi hesaplaşma da Şii kitleleri kesmemektedir. 2017 yılı sonlarında başlayan olaylar 2018'e sarkmış ve ardından da bu yıl yeniden nüksetmiştir. İranlı kitleler kendilerinden alınan veya çalınan paraların imparatorluk düşleriyle Irak, Yemen ile Lübnan'da çarçur edildiğini esefle müşahede ediyorlar. Dolayasıyla yakıt fiyatlarının artması bardağı taşıran son damla olmuştur. Boğazlarından kesilen paraların komşu ülkelerde maceralara akıtıldığını biliyor ve buna tepki gösteriyorlar. Fakirlik kaderleri değil. Fakirliklerinin nedeni kendilerine sorulmadan İran'ın zenginliklerinin Humeyni ve ardılları tarafından 40 yıldır savaşlara akıtılmasıdır. Rejimi tutturmak için mollalar halktan kan ve can bedeli servetlerinden de mal bedeli tahsil etmektedir.
Geçmişte zaman zaman Arap azınlığın yaşadığı Ahvaz gündeme geliyor veya olayların merkezine yerleşiyordu. Şimdi ise olayların merkezinde tüm İranlılar var. Bazar da buna dahil olmuş durumda. Elbette halkın galeyanı karşısında iktidar çatısı altında kanatlar arası çekişmeler de hızlanacaktır. Yine dalgaya binerek yüzeye çıkmaya çalışanlar olacaktır. Mahmut Ahmedinejad gibiler cıva gibi kitlelerin üzerinden yeniden yüzeye çıkmak isteyecektir. Halkın derdi ise rejimin kanatlarından birini üste çıkarmak değildir. Rejimin bütün renklerini ve kanatlarını denemiş bulunuyor. Bu nedenle de çıkışı rejim içi değil rejim dışı görüyorlar. Çanlar mollalar için çalıyor. Muhammere Kanalı'nın ifadesi gibi geçmişte Şah döneminde polisten kaçan mollalar halka sığınırlardı. Şimdi ise halktan kaçarak polise sığınıyorlar. Kısaca halkın sıdkı sıyrılmış bulunuyor. Mollalar kırk yılı sonsuz varsayarak sıfırı tükettiler. 40 yıl halkın çile yılları oldu.
Ali Hamaney Lübnan ile Irak'taki olayları kargaya ve ayaklanma ya da isyan olarak tanımlamıştı. Lübnan ile Irak halkı ise bunu reddettiler. Batı basını Kasım Süleymani'nin üç ülkeyi yönettiğini yazıyor. Irak, Suriye ile Lübnan. Şimdi bu ülkelerdeki halk 'İran, dışarı' sloganları atıyor. Hamaney Irak ile Lübnan'daki olayları kötü yönetim ve sekterizm ile istibdat üçgenine bağlayacağı yerde halkı asi olarak tanımlamıştır. Burada da vasilik yapmaktadır. Lübnan halkından ona ne? Bu da vakıadan ne kadar kopuk olduklarını gösteriyor. Bu sefer Ruhani İran'daki olayları aynı sıfatla yad etmek durumunda kalmış ve kitleleri isyanla ve serkeşlikle suçlamıştır. Kendilerini sorgulamak yerine kitleleri suçlama kolaylığına kaçıyorlar.
Denildiği gibi Şii siyasi havzasında veya İran ile uydularında hesaplaşma dönemi yaşanıyor. Ertelenen hesaplar toptan görülüyor. Daha önce komşu ülkelerde halkları iktidarlarına karşı kışkırtanlar şimdi aynı akıbetle karşı karşıya bulunuyorlar. Etme bulma dünyası! Arapların deyimiyle 'inkalabe's sihru ala's sahiri /sihir sahibine geri döndü'.
Biz de bu mesel şöyle ifade edilir: Keser döner sap döner gün gelir hesap döner. İran'daki olaylar küresel bir baharın doğum sancıları. Dünya mevcut düzenden memnun değil. Adalet ve alternatif arıyor. Vesayet üretenler bir gün halkın iradesi altında kalacaklar ve devran dönecektir. Hong Kong'dan Latin Amerika'ya, küresel çapta o günlerin ayak sesleri yaşanıyor.