Arama

Mustafa Özcan
Ekim 24, 2019
Kaynaştırma potası olarak Türkiye!

Türkiye değişmeli mi? Türkiye'nin bulunduğu zemin değişirse elbette Türkiye de değişir ve değişmelidir. Cevap sorunun niteliğine göre değişir. Nitekim öyle de olmaktadır. Bir zamanlar Türkiye'nin önünde komşularla sıfır sorun meselesi vardı. Zira herkesle kavgalıydık. Veya komşularımıza cumhuriyet evresinde yabancılaşmıştık. Bununla birlikte komşularla ilişkileri sıfır sorunlu hale getirmek isterken sorunları çoğalttık. Zira araya Arap Baharı girdi. Kendinden menkul atanmışlar yerine onların patronu olan halkı ve halkları tercih etmiş, yeğlemiştik. Türkiye el yordamıyla öyle yaptı lakin birleşik kaplar misali diğer zengin Arap ülkeleri yerel askeri unsurlarla el ele vererek halkın iradesine çelme attı, çökertti. Suudi Kralı Abdullah ile Sisi el ele verdi ve halkın önünü kesti. Mesele düğümlendi. Bununla birlikte Muhammed Muhtar Şankiti gibilerinin öngördüğü gibi yol kesenlerin önünü kestiği Arap Baharı 2019 yılında yeniden depreşti, nüksetti. Süreç devam ediyor.

2011 yılında başlayan ve durdurulan Arap Baharı'na damgasını 11 Şubat tarihi vurmuştu. Bu İran Devriminin de zafer günüydü. 2019 yılında tekerrür eden Arap Baharı'na veya ikinci Arap Baharı'na damgasını 22 Şubat vurdu. Cezayir'de 22 Şubat (2019) tarihinde kadavra durumundaki Abdulaziz Buteflika beşinci dönem için adaylığını koyması üzerine gerilmiş halk yığınları zembereğinden boşaldı. Devlet geleneğini komisyonculuğa indirgeyen Abdulaziz Buteflika'nın gerisinden ülkeyi kardeşi Said Buteflika gibi oligarklar yönetiyordu. İktidarı bırakma niyetinde görünmüyorlardı. Nasıl olsa Abdulaziz Buteflika'nın kadavrasının veya perdesinin gerisinden işlerini yürütüyorlardı. Halk başkaldırdı ve bu sürece dur dedi. Bunun üzerine asker kısmen de olsa duruma el koydu. Halk hala sokaktan çekilmiş değil.

Cezayir olaylarının rüzgarıyla birlikte yarım kalan Sudan'daki halk hareketi yeniden parladı, alevlendi ve sonunda Cezayir devriminin rüzgârıyla Sudan Lideri Ömer Beşir yıkıldı, devrildi. Sudan'dan sonra Mısır kıpırdadı, Bağdat alevlendi ve sonunda olaylar Lübnan'a sıçradı ve Lübnan'daki olaylar (bu satırları yazarken) haftasını geride bıraktı.

İkinci Arap Baharı yeni bir sosyolojik dönüşüme işaret ediyor. Tarihi dönüm noktası. Bu nokta nedir? Burada Birinci Arap Baharı'nın izleri görüldüğü gibi onu aşan ikinci Arap Baharı'nın da izleri var. Birinci Arap Baharı'ndan kalma izler Türkiye'nin öncülüğüne işaret ediyor. Mesela 2011 olayları sırasında Halep halkı ve Suriyeliler genelde Esat rejimini ve ailesini takbih ve telin ediyor Türkiye'yi de tebcil ediyorlardı. Selahaddin Eyyübi ile anılan Halep Kalesi'ne Türk bayrakları dikiyorlardı. Belli ki beklentileri Türkiye'den yana idi. Türkiye ise Esat'ı ikna ederek bu trajediye bir son vermek istiyordu. Esat ile İranlı sekterist ortakları Türkiye'nin tavsiyelerine kulak tıkadılar. Bu suretle olan oldu. Şimdi ise aynı kareler Lübnan'da yaşanıyor. Özellikle de kuzeydeki Sünni halk Erdoğan lehinde tezahürat yapıyor. Belli ki Türkiye'yi ortak görüyorlar ve kendisine sahip çıkmasını istiyorlar. Birinci Arap Baharı'ndan devşirilen birinci görüntü bu.

İkinci görüntü veya sosyolojik değişime gelecek olursak: Artık halklar şu kanaate vardı: İdeolojik kavgalar bıktırdı, esasında çok fıtri de değil, bazı gerçekleri maskeliyor. Bu kamplaşmada herkes kendi hatlarına çekilerek esasında kaybet-kaybet (Sıfır toplamlı oyun (İngilizce: zero–sum game), oyununun kurbanı oluyor. Bu nedenle 2014 veya öncesi veya sonrasının hilafına mevcut durumda Irak'taki Sünni intifada yerini sekter hatları aşan yeni bir halk hareketi görmekteyiz. Bağdat veya güney illerinde yapılan gösterilerde insan unsuru genellikle Şii ağırlıklıdır. 2019 siyasi olayları üzerinden halkların bir şekilde fıtratlarına dönerek meseleye temelden yaklaştıklarını ve bir olgunlaşma dönemine girdiklerini görebilmekteyiz. Son olayların ideolojik kamplaşma ve sekter hatları aşan bir yüzü var. Bu çok sevindirici bir durum ve temelden bir sosyolojik değişime işaret ediyor. Demek ki olaylardan bir ders çıkarıldı.

Lübnan olayları üzerinden Cihad Adle bir değerlendirme yapmış ve Türkiye'ye bir misyon biçmiş, yüklemiş. 'El Meşru et Türki ve'l Emni'l Kavmi es Sünni' başlıklı bu tahlilde Türkiye'nin yeni misyonu bölgede sahipsiz Sünnileri kollamak olarak taayyün ediyor. 'Türk Projesi ve Sünnilerin Milli Güvenliği' adını taşıyor. Türkiye genel olarak Arap dünyasına bir model olsa bile Suriye'de vizyonu daralmış ve bir nevi milli güvenlik kaygısına ve bunu tehdit eden PYD-PKK varlığı ile mücadeleye indirgenmiş durumda. Cihad Adle Türkiye'nin bu çıtayı daha geniş tutmasını talep ediyor. Sünni dünyayı koruma ve kollamayı esas almasını istiyor. Fransa laik olsa da sonuçta dünya Katoliklerinin baş hamisi sayılır.

Ben çıtayı ve yelpazeyi Adnan Adle'den biraz daha geniş tutma taraftarıyım. Sekter faylarını aşan bir biçimde ve misyonla hareket etmeliyiz. Bu Şia'yı koruma görevini devralalım manasında değildir. Ama Şiilik İran'a bırakılmayacak kadar da önemli bir meseledir. Demem o ki Şiiliği değil ama Şiilik'ten kopma istidadındaki Şii kitlelere sahip çıkmalı ve davalarını insani ve fıtri düzeyde desteklemeliyiz. Adaletin ötesinde taraf tutarak yeni kamplaşmalara veya kamplaşmaların devamına su taşımamalıyız. Burada kurulu düzenlerle değil sadece halklarla ve onların meşru talepleriyle ilgilenmeliyiz. Humeyni ile birlikte Şiilik tarih dışına yeniden çıksa, boyunu uzatsa bile uygulamaları Şiiliği öldürmüştür. Humeyni devrimi Şiiliğin son ve nihai parlaması olmuştur. Büyük tahribattan sonra artık sönüşe geçti diyebiliriz. Devrim, Şiilik dışındakilere bir şey vermediği gibi Şiilere de sadece zulüm dağıtmıştır. Şiilik sonuna geldi. Bu nedenle de sekter hatların sonuna vardık. Bu tarihte bir daha yakalanması mümkün olmayan bir aşamadır, vetiredir. Bunun için kıymetini bilmeliyiz. Sekterizm tefrika demektir ve Kur'an bizi bundan men eder. Bu nedenle de kimin olursa olsun haklı taleplerine kulak asmalıyız.

Şiiliğe can vermek veya kollamak haddimize değil, bize düşmez ama Şiilikten sıyrılma istidadındaki Şii kitleleri korumak ve kollamak insanlık dairesinde bir vazifemizdir. Tarihi ayrımlar yerine çıtayı, yelpazeyi daha geniş tutmamız gerekir. İran Devrimi güve gibi manen Şiiliği bitirmiştir. Irak'taki ve Lübnan'daki ortak gösteriler buna işaret ediyor.

İslam dünyasında Batı'nın kurcaladığı, can simidi gibi yapıştığı birbirini yok eden sekterizm kavgası yerine sekter hatlarını aşan yeni bir anlayışa, kucaklaşmaya ve bunu sağlayan İslami ve insani derinliğe ihtiyaç var. Oysaki, İslami kesimler, İslam'ı bihakkın temsilde ve insanları kucaklamakta yetersiz kaldılar. Kurulu İslami yapıların karşılayamadığı bu ihtiyaç fıtri olarak halklar üzerinden sağlanıyor. Söz gelimi Tunus'ta yeni Cumhurbaşkanı Kays Bin Said bu ideolojik hatları, duvarları aşmış bir adam. Bu modelin tamim edilmesi yerinde olur. Kimse dinin vasisi değil hepimiz onu anlamak ve yaşamakla yükümlüyüz. İddia makamında değil teslimiyet makamındayız. Bu arada elbette ki Sünni kitlelere sahip çıkacağız. Zira dünyanın en mazlum kitlesi onlardır. Sahip çıkma sekterizm adına değil adalet namına yürütülecektir. Şimdi yakmadan kestaneleri toplama, ateşten alma vaktidir. Türkiye kaynaştırma potası olmalıdır.

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN