Mustafa Özcan

Bediüzzaman’dan Ali Şeriati’ye!

Sari Orabi adlı twitter kullanıcısı şöyle bir cümle kurmuş ve bu cümle Ürdünlü yazar Yaser Zeatre tarafından da beğenilmiş. Sari Orabi şöyle diyor: " Allah'a yemin olsun ki... Allah ve ahiret gününe imanım olmasaydı, iman etmeseydim bu hayat bir dakika olsun çekilmeye, katlanmaya değmezdi..." "Bediüzzaman da vaktiyle aynı duygulara kapılmıştır. Ölümün kıyalarında dolaşmış ama imanı ölümü tercih etmesine mani olmuştur. Allah'a isyanı göze alamamıştır. Ölümü istemek doğru olmamakla birlikte Peygamberler arasında bunu isteyen ve dua eden tek peygamber ahsenu'l kasas'ın (en güzel kıssa) sahibi Yusuf aleyhisselam olarak bilinmektedir. Başka peygamberler için de bu tür temenniler aktarılmıştır. Yusuf aleyhisselam eceli gelmeden ölümü temenni etmiştir. Birçok badire atlatmış ve bunlar onda tortu bırakmıştır. Kötülükler çölünden veya denizinden geçmiştir.

Bediüzzaman da bu intihar düşüncesine kaplanlardan birisidir. Buna ayna tutan, temas eden hakkında bir eser de kaleme alan Eşref Edip olmuştur. "Risale-i Nur'da Tahliller bölümünde Eşref Edip'in yazdığı bir bölüm vardır; "Konuşan Yalnız Hakikattir!" adını taşımaktadır. Bu bölümde bu mesele şöyle dile getirilir: "Hadiseler, Allah'ın insanlara yazdığı mektuptur. Said Nursi 'Konuşan Yalnız Hakikattir' isimli yazısında bu hadiselerin başıboş olmadığını, ilahî planın tecellileri olduğunu söylüyor. Diyor ki; "Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi diyar diyar, memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti."

Aydın adam buhran sahibi adamdır. Aydınlar hassas insanlardır. Hassas terazi ile tartar ve tartılırlar. İlahi sözlerinde denildiği gibi, gülden terazi tutarlar gül ile gülü tartarlar.

Mine'l Bap İlel'l Mihrap adlı eserinde Halit Refik Karay mütareke günlerinde Üsküdar-Eminönü arasında kayıkçılık yapanları gördükçe onların kaygısızlığına imrenir. Keşke onların kafa konforuna sahip olsaydım diye iç geçirir. Bilgi sorumluluk getirir, sorumluluk da yük olur.

Hassas terazileri kötülükler anaforunda ağır yükü veya kötülüklerin ağırlığını kaldıramazlar. Kötülüklerin altında ezilirler. Hassas terazi gibi ağır yükün altında kalır ve çökerler. Bazıları onları çelikten mamul; sarsılmaz bir kale ve insan olarak da görebilir. Bu algı yanlış ve aldatıcıdır. Aksine onlar mahviyet sahibi kişiliğe sahiptirler. Kendilerine direnç ve dayanak ararlar. Burada Allah'ın imdadı yetişir. Gazali bunu gönlüne Allah'ın nurunun akıtılması olarak ifade eder. Çevrelerinde ve afakta müşahede ettikleri kötülükler karşısında ve altında ruhları sarsılabilir, kasılabilir ve kısa devre yapabilir. Benzeri buhranlar Cemil Meriç için de anlatılmıştır.

Benim en dikkatimi çeken benzerliklerden birisi de Ali Şeriati ile Bediüzzaman benzerliğidir. Ali Şeriati'nin farklı bir muakkibi ve ardılı sayılan Abdulkerim Suruş Ali Şeriati'nin bilinmeyen yönlerini anlatırken intiharın eşiğinden döndüğünü ve intihar ile yaşam arasında gidip geldiğini aktarmaktadır*. O da bu buhrandan kurtulmak için Mevlana'nın engin düşüncesine, şefkat doruklarındaki ifadelerine sığınmıştır. Onun umut veren ifadelerinde manevi yaralarını tedavi etmiştir. Adeta Mesnevi ve diğer kitapları ona tiryak ve ilaç gibi gelmiştir. Mevlana onu ölümün çeperinden, eşiğinden çekip almıştır. Mevlana'da keşfettiği umut ile umutsuzluğunu yenmiştir. Mevlana yine de 'bu dünya firavunların şeddatların ve nemrutların dünyasıdır' demiştir. Dünya bir duraktır, bir menzildir ama son durak veya son menzil değildir. Sırası gelen gider.

İslam tarihinde Friedrich Nietzsche gibi gergin ve muzdarip bir ruha sahip olan Hallac-ı Mansur için kimi sufiler şöyle demişlerdir: Bizim dönemimizde yaşasaydı elinden tutar ve onu içinde bulunduğu vartadan kurtarırdık. Özellikle bu söz veya ifade Abdulhalık Gücdevani gibi Nakşibendi büyüklerine atfedilmiştir. Ali Şeriati'nin Mevlana ile ayağa kalkması bu sözü biraz gerçekçi kılmıyor mu? Batıran düşünceler olduğu gibi deniz feneri ya da can simidi, yeleği gibi kurtarıcı zevat ve düşünceler de yok değil.

Allahu a'lem...

* http://www.fikirzemini.com/arastirma-inceleme/abdulkerim-surus/730

Mustafa Özcan

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.