Harika bir fenomen: Acıkmak
Batılı toplumlarda artık doğal ve sade gıdaların yerini rafineri (işlemden geçmiş) yiyecekler aldı. Gıdalar ihtiyacımıza göre değil de ağız tadımıza ve bize cazip gelecek tarzda ayarlanıyor. Süpermarketler, gıda sektörünün dev isimleriyle ve büyük reklam kampanyalarıyla bir arada çalışarak ne yiyeceğimizi ve ne içeceğimizi belirliyorlar. Tükettiğimiz yiyecekler çok cazip görünüme sahip, midemizi dolduruyor ve çok da lezzetli. Ancak çoğu bir şeker ve tuz bombası gibi.
Bu yiyeceklerin hazırlanma süreçleri, ihtiva ettikleri besinin ihtiyacımız olan doğal enerji ve gıdayı karşılayıp karşılamadığı göz ardı ediliyor. Önemli olan çabuk hazırlanarak yemeye müsait hale gelmeleri.
Doğal gıdalar sistemimize yavaş yavaş ve zaman içinde enerji ve vitamin sağlarken rafineri olanlar bizi enerji bombardımanına tutuyor. Zavallı bedenimiz bu besinlerin içindeki azıcık besleyici değeri bulmak için çabalayıp duruyor. Bu sebeple bedenimiz ihtiyaç içinde ve sürekli açlık hissi çekiyoruz. Bu acıkma sinyalinin çaresini ise bedenimiz daha fazla işlenmiş olan gıdaları da aldığında hemen yağa dönüşüyor ve depolanıyor.
İşte fazlasıyla işlenmiş gıdaları yemenin bizi içine düşürdüğü tuzak bu. Görünümlerine erkeklerden daha fazla önem veren kadınlar da bu tuzaktan kurtulmak için daha fazla çaba harcıyorlar. Ne yazık ki seçtikleri yöntemler çoğu zaman işe yaramıyor. Bazıları hayatlarının çoğunu rejim yaparak, birbiri ardına türlü diyetler deneyerek geçiriyorlar. Bu diyetlerin çoğu bedenin sağlıklı olması için gereken besinleri almamasına yol açıyor. Hafif ve doğal besleyici öğün yemektense; tümüyle işlenmiş, kireç tadında öğünleri yemek tercih ediliyor.
Geçtiğimiz yıl tam 231 milyon Avrupalı (çoğu kadın) diyet yapmış ve bunlardan sadece yüzde birinin zayıflaması kalıcı olacak. Zaman zaman diyet yapanların yüzde 5'inin düzenli kullanıcılara dönüştürülmesiyle diyet pazarı 6,6 milyar Euro genişleyecek.
Kısaca dev gıda şirketleri boş durmuyorlar, yapay gıdalarla önce şişmanlatıyorlar, sonra hemen diyet ürünleri piyasaya çıkıyor: Diyet peynir, diyet yağ, diyet helva, diyet baklava vs…
Ve diyetçilerin sık tekrarladıkları söz: Günde 3-4 öğün yiyin, sabah kahvaltı mutlaka yapın, öğün atlamayın…
Hâlbuki Cenabı Hakk'ın bünyemize verdiği açlık hissi boşuna değil.
Açlık sanki bizim düşmanımız gibi algılanıyor. Aslında hayatta kalmamızı sağlamak için tasarlanan muhteşem bir mekanizma. Elbette yeriz, çünkü yemezsek yaşayamayız. Ama hayatımızda bir kez olsun kendi kendimize, '' şu anda mutlaka yemek yemeyelim, çünkü yemezsem ölürüm '' dediğimizi hatırlıyor muyuz? Ama pek çok defa ''açlıktan ölüyorum'' demiş olabiliriz. Bunu söylerken, gerçekten ölmeyi veya açlık çekmeyi kast etmemişizdir. Durumu biraz dramatikleştirmişizdir, o kadar. O an aç olduğumuz için en kötü ihtimalle başımız dönmüştür veya sersemlemişizdir. Aslında söylemek istediğimiz ''fena halde acıktım ve açlığımı gidermem gerek'' tir.
Bir bebek besin almazsa öleceğini sandığından mı ağlar? Hayır, aç olduğu için ağlar.
Açlık, harika bir fenomendir. Doğal hainde, içinde bir abur cubur olmayan veya az olan yemekleri düzenli yersek, bir sonraki öğüne kadar açlık çekmeyiz.
Ama günde üç öğün yemeliyiz saplantısından da kurtulmalıyız. Tekrar acıkana kadar yememeliyiz. Acıkınca yemek, daha çok lezzet demektir ve yan etkisi olmayan şahane bir zevktir.
Doğal gıdaların tatsız olduğunu da düşünmeyelim. Aslında bize en fazla fayda sağlayan gıdalar, tatları en lezzetli olanlardır. İnanması güç ama doğru bir tespittir bu. Rafineri gıdaları terk ettiğimizde bu lezzeti anlarız. Sözgelimi ben çayın şekersiz içilemeyeceğini, tatsız olacağını zannederdim. Ne zaman ki şekeri bıraktım, çayın kendi hakiki lezzetini yudumluyorum şimdi ve şekerle içemiyorum.
Diyelim aç olduğumuzu hissettik, ama şu veya bu sebeple karnımızı doyuramadık, bu çok kötü bir şey de değildir ki! Midemiz kazınıyor olabilir ama bu fiziksel bir acı vermez. Bu aslında boşluk ve güvensizlik hissi veren bir duygudan başka bir şey değildir. Bu duyguyu ''yemek yemek istiyorum'' şeklinde tanımlarız. Yiyecek azsa veya o an erişilmeyecek gibiyse, işin içine korku ve panik girer. Kişi o zaman ''yakında besin bulmam gerekir, yoksa hayatım tehlikeye girecek'' diye düşünmeye başlar.
Şunu unutmayalım, Yaradan'ın bize verdiği her türlü doğal içgüdünün amacı, hayatta kalmamızı sağlamaktır.
Öğünlerimizi acıkmaya göre ayarlayalım, tabi olan budur. Böylelikle dilediğimiz yemek bize daha lezzetli gelir, daha çok haz duyarız.
Ancak aşırı yemekten kaçınalım. Bedenimiz ''doygun'' sinyalini verince, daha doğrusu tam doymadan yemeyi bırakalım.
Tam doymadan dedik, çünkü doyduğumuza dair sinyal beynimize 20 dakika sonra gider. Bu yüzden tam doymayı beklerken de fazla kaçırmış olabiliriz.
Böyle yaparsak hem fazla kilolarımızı vermiş hem de formda kalmış oluruz.
Şunu da ekleyelim, karnımız tokken sofraya oturursak doyma hissimizi de bilmez oluruz. Ayrıca sürekli olarak daha çok yiyecek aldığını ve hep doyurmak gerektiğini sandığımız için, midemizin diğer midelerden daha büyük olduğuna inanıyoruz. Hâlbuki midemizin büyümemesi elimizdedir. Nitekim midemiz elastik bir torba gibidir. Onu ne kadar aşırı doldurursak o kadar sarkacak ve genişleyecektir. Mide genişlemeye alışınca da, yemek yedikten bir-iki saat sonra sindirim sürecinin etkisiyle boşalmaya başlayan torbanın küçüldüğünü hissedecek ve acıktığımızı sanacağız. O zaman da şekerlere, sandviçe, rafineri yiyeceklere yöneleceğiz. Kısacası az yiyerek, midemizi küçültecek ve sık acıkmayı da önlemiş olacağız.
Bir de yanıltıcı açlık sinyali var, onu da kaydedelim. Önümüzde güzel bir yemek görürsek veya alıştığımız yemek vakti gelirse şartlanmadan dolayı acıktığımızı sanabiliriz. Biraz yürür, dikkatimiz bir şeyle dağıtırsak veya su içersek bu sinyal geçecektir. Bu yüzden acıkmadan yemeyelim, doymadan sofradan kalkalım.
Prof. Dr. Sefa Saygılı
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Evlatlarıyla ilgilenen babalar da kazançlı! (23.06.2021)
- Gıda üreticimiz: Arı (12.06.2021)
- Üniversite sınavına günler kala gençler nasıl hazırlanmalı? (08.06.2021)
- Dikkatimizi çekmeyen ancak çok önemli parçamız: Kaşlarımız (04.06.2021)
- Hayatından çizgilerle Freud (27.05.2021)
- Doğumunun 200. yılında: Charles Baudelaire (1821-1867) (20.05.2021)
- Sağlıklı beyin için ne yapmalı? (18.05.2021)
- Şeker değil Ramazan Bayramı (15.05.2021)