Prof. Uğur Derman

Vefâtının 40. yıl dönümünde Hâfız Kemâl Batanay

6 Şubat 1893 günü Fâtih'in Hırka-i Şerîf semtinde dünyâya gelen Mehmed Kemâleddin, aslen Kayserili olup da gençliğinde İstanbul'a yerleşen Hâfız Zıyâeddin Efendi'nin oğludur.

Orta tahsîli sırasında babasından Kur'ân-ı Kerîm hıfzını tamamladı. Vefâ Îdâdîsi'nde, Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye Medresesi'nde, nihâyet Dârülfünûn'un İlâhiyat şûbesinde tahsîlini sürdürdü. Ancak 1915'de askere çağrılması üzerine mektebini terk mecbûriyetinde kaldı.

Mûsıkîyi önce babasından, sonra Kasımpaşa-Piyâle Câmii imâmı Şeyh Hâfız Mehmed Cemâleddin Efendi'den (1871-1937) meşk etti. Neyzen Emin (Yazıcı,1883-1945), Zekâizâde Ahmed (Irsoy,1869-1943) efendilerden, Dr. Subhi (Ezgi,1869-1962), Ahmed Avni (Konuk,1871-1938) ve Hüseyin Sâdeddin (Arel,1880-1955) beylerden de istifâde etmekle berâber, onaltı yıl feyz aldığı Rauf Yektâ Bey'in (1871-1935) adı geçdiği zaman gözleri dolardı. Tanbûru da Ömer Bey'den, Cemil Bey'in müstesnâ talebesi Kādı Fuad Efendi'den (ö.1920) ve Refik Fersan'dan (1893-1965) öğrendi.

Kemâl Bey önce Karînâbâdî Hasan Hüsni Efendi'den (ö.1914) ta'lîk meşkıne başladı. Hocasının vefâtından sonra da, Hulûsi (Yazgan) Efendi'ye üçbuçuk yılı aşkın süren askerlik vazîfesinin müsâadesi nisbetinde devâm etti. Sofu Hamdi Efendi'den de sülüs-nesih ve İzzet Efendi (1841-1903) tarzı rık'a hattını meşk etti.

Geçimini temîn maksadıyla, İstanbul Ticâret Odası'nda raportör olarak çalıştı. Otuz sene süren memûriyetinden 1956 yılı nihâyetinde emekli olduktan sonra, evinde verdiği derslere zaman ayırdı. 1976'dan îtibâren İ.T.Ü. Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuarı'nda ölümüne kadar repertuar hocalığında bulundu. 22 Haziran 1981 günü vefât etti ve Feriköy kabristanına defnolundu.

Kemâl Bey'le ilk defa 1957 yılında Necmeddin Efendi'nin Toygartepesi'ndeki evine geldiği zaman tanıştık, henüz emekli olmuştu. Önceleri selâmlaşma ve hâtır sorma seviyesini aşmayan bu karşılaşmalar zamanla arttı; 1963 sonlarından îtibâren sık ve muhabbetli görüşmelerimiz başladı. Cuma günleri, hayrânı olduğu Hâfız Ali (Üsküdarlı, 1885-1977) Efendi'nin hutbesini Yeraltı Câmii'nde dinledikten ve namâzını edâ ettikten sonra, Taksim'deki Gümüşsuyu Eczâhânesi'ne gelirdi; musâhabede bulunurduk. Ben de fırsat buldukça, Kadıköy'deki, Nüzhetefendi sokağındaki tek katlı evlerinin kapısını çalıp, ziyâret etmekten haz duyardım. Hayatdaki tek evlâdından pek vefâ görmediği için, o yaşlı yıllarında kendisini arayanlardan fazlasıyle hoşnûd olur, heyecânlanırdı. Hele 1965'den îtibâren âilece görüşür olduk. Bizim "cicianne" olarak hıtâb etdiğimiz zevcesi Naime Hanım (1913-2000) mûsıkî nazariyâtında olduğu kadar, yemek pişirip sunmakda da hüner sâhibesiydi. Değme aşcılara külâh çıkarttıracak birikimi ve icrâatı vardı. Akşam Kız San'at Mektebi'nin "yemek" bölümünde öğrendiklerini olağanüstü kābiliyetiyle san'at hâline getirmişti dersem, mübalağa etmiş sayılmam. Bu sebeble Niyâzi Sayın, o efsânevî keman virtüozuna (1782-1840) telmîhan, kendisine "Yemeğin Paganinisi" derdi. Meselâ Fransız mutfağına mahsus milföy (bin katmer) hamurunu hidâyete erdirip, evinde -tereyağını dışa taşırmadan- soğuk vasatda defâlarca sabırla açar ve bundan bâdemli bir tatlı yapardı ki –Anteblilik îcâbı- kundağı baklavayla açılmış olan Tanbûrî Necdet Yaşar'ın (1930-2017) bile, bu ikrâm önünde başeğip boyun kesmekden başka yapacağı kalmazdı! Bu bahse ekleyeceğim bir hâtıram daha var: Bir iftar sonrası sofraya gelen "milföy tepsisi" –saate bakdığım için biliyorum- yedi dakîkada dümdüz olmuş; Niyâzi Sayın, Necdet Yaşar ve Derman âilesinin bu yarışlarını keyif ve hayretle seyretmek de Batanay'lara düşmüşdü! Bütün bu faaliyetden sonra, Kemâl Hoca'nın, hanımına yardım için severek üstlendiği bir vazîfesi daha vardı: Tabak, çanak, bardak yıkama işlerini –bir beste mırıldanarak- ikibuçuk lira yevmiye ile hallederdi! Bu hâtıralar demetinden sonra, artık diyecek ne kaldı? "Geçmiş zamân olur ki, hayâli cihân değer" mısrâından ve bir de "evvel gidenlere" rahmet okumaktan başka...

Çocuk safvetinde bir kalbe sâhib olan Kemâl Hoca, hat ve mûsıkîyle meşgalesi dışındaki zamanlarında, hâfızasından Kur'ân hatmini sürdürürdü; konuşması dışında, dudaklarının bu maksadla kımıldadığını görürdünüz. Ard düşünceli olmak, ahlâk lugatinde yoktu, gıybetde bulunulan yeri -mâni olamazsa- terk ederdi. Gençliğinde güreş etmiş miydi bilmiyorum; fakat bu merâkı kendisini her yıl Kırkpınar müsâbakalarını tâkîbe çekerdi.

Naime Hanım'ın o emsâlsiz mutfağına rağmen, Kemâl Hoca boğazına düşkün değildi; hep aynı kiloda kalırdı. Doksanına yanaşdığı son zamanlarında bile, bâriz bir sıhhî şikâyeti olmadı. Ancak, ölümüne yakın, hâline bir durgunluk gelmiş, eski neş'esi kalmamıştı. Bundan endîşe ederek, çıkacağımız uzun bir seyahat öncesi gidip helalleşmiştik ve dönüşde korkduğumuz başımıza gelmiş; Kemâl Batanay soy isminin müsemmâsı olmuştu.

Eski mûsıkîmizi bu kadar iyi bilmesine rağmen, Kemâl Bey san'atını maddî çıkarlara hiç âlet etmedi. Hattâ, yakın arkadaşı Hâfız Sâdeddin Kaynak'ın (1895-1961) kendisi gibi film müziğine yönelmesi teklîfini nasıl çevirdiğini bir münâsebetle anlatmışdı. Birkaç kereden başka, ben onun tanbûr icrâsını dinlemedim; lâkin mûsıkîmizin nâdîde eserlerlerini fırsat düşdükçe klasik ağızla tegannî etmekden hoşlanırdı. Osmanlı yâdigârı bâzı zevâtda müşâhede olunduğu üzere, Batanay'da da –ancak sorulduğunda billûrlaşan- mücevher gibi müktesebât vardı. Buna müşahhas bir örnek vermek isterim: Tanbûrî Necdet Yaşar, Cemil Bey (1871-1916) yolunda ilerlerken, Tanbûrî Oskiyam'ın (1780?-1870?) geleneğe bağlı tavrını da öğrenmek gayretine düşmüşdü. Oskiyam'ın talebesi Şeyh Abdülhalîm'den (1824-1897 ) Dr. Subhi Ezgi'ye intikāl eden bu tavrı, Kemâl Bey de, vaktiyle Subhi Bey'den öğrenmiş olan ve hayâtda kalan son tanbûrî idi. Necdet'in bu merâkını, gāliba 1966 yılıydı, bizim de bulunduğumuz bir iftar gecesi, tanbûr üzerinde bütün incelikleriyle göstererek gidermiş;ona yeni ufuklar açmıştı. Bu gibi mes'eleler parayla pulla alınmıyor; gönül gerektiriyor...

Kemâl Bey'in Mevlevî âyîninden Mevlid-i Nebevî'ye kadar, çeşitli sâhalarda dînî besteleri, klasik vâdîde söz ve saz eserleri vardı ki, bunların adedi 50'yi aşkındır. Bestelediği hisârbûselik peşrev ve sâz semâisine dâir şu hoş hâdiseyi nakletmemin de sırasıdır: Gāliba 1963 yılıydı; İstanbul Radyosu'nda her iki eser birbirini tâkîben icrâ edilmiş. Bu neşriyâtı dinlemiş olan Necmeddin Efendi Hocam, -cinâslı konuşmaktan hoşlandığı için, fırsatı kaçırmayıp- birkaç gün sonra ziyâretine gelen Batanay'a: "Kemâlciğim, sen Hisâr'da birilerinden bûse almışsın, geçen akşam radyoda îlân ettiler!" deyince, bunu ciddîye alan edeb-i mücessem Kemâl Hoca kızarıp bozarmış; böyle bir şeyin kat'iyyen vâkî olmadığını îzâh gayretine düşmüş. Necmeddin Hoca da, aynı gayreti, sözlerinin hisârbûselik bir şaka olduğunu anlatmak için göstermek zorunda kaldığını, sonradan bana nakletmişti!

Kemâl Batanay, hüsn-i hatta da haylı emek verdiği hâlde, maîşet kaygusunun ve aîlevî huzûrsuzlukların yanısıra, harf inkılâbının başlayışıyla bu san'ata gereken zamânı ayıramamışdı. Ancak, Naime Hanım'la evlenip (1953), emekli oldukdan sonra, mızrâbının yanısıra kalemi de harekete gelmişdi. Kendisi, Hulûsi Efendi'den meşk etmiş olmakla berâber, ta'lîk yazılarında ilk hocası Hasan Hüsni Efendi'nin de tesîri görülürdü. Bâzan, Yesârî Es'ad Efendi gibi artık mâzîde kalmış bir ta'lîk zirvesinin şîvesine kapılarak o yolda harfler yazar, ben de o zaman kendisine Hüseyin Hâşim Bey'in (1861-1920):

"Yesârî'yle İmâd'ın nâmı kaldı,

Reîs-i Rûm ü Îran'dır Hulûsi"

beytini hâtırlatınca, gülerdi. Celî ta'lîklerinde ise, kalemine göre yazıda ekseriyâ bir tıkızlık ve sıkışıklık hâkimdi. Bu hâl, aslında onun fıtrat ve tabiatiyle tamâmen zıddı. Buna mukābil rık'a yazısında İzzet Efendi yolunun latîf örnekleri kaleminden akardı.

Batanay Hoca'nın yazıları hakkındaki kanaatlerimi, yakın temâsımızın başladığı 1963 yılından îtibâren –kendisi sorduğu için– söylemekte bir mahzûr görmezdim. O da, bundan hiç yüksünmezdi; hattâ, 1965 yılında evlilik mubârekesi olarak Hulûsi Efendi'nin latîf bir kıt'asını "Sen benim yazdıklarımdan ziyâde, bundan keyf alırsın" diyerek, hediye etmek âlîcenâblığını göstermişti.

Prof. Uğur Derman

Kemal Batanay son yıllarında…

Kemal Batanay'ın celî ta'lîk bir Besmele levhası.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.