İstikbal köklerdedir
Eskiden beri, değişik zamanlarda yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına bakılarak, genellikle kabul edilen bir tespite göre; insanın benlik-kimlik-kişilik özellikleri, iki ana unsurun derin etkisiyle şekillenir. Genetik silsilesi ve sistematiği yoluyla, atalarımızdan bize intikal eden "kalıtım"ın altyapıyı oluşturduğu; içinde yaşadığımız sosyal, kültürel, fizik "çevre"nin de üst yapıyı geliştirdiği söylenir.
İşte bu yüzden, insanlar ve toplumlar için, geçmiş; hayat binasının temeli gibidir. Yaşadığımız ve yaşayacağımız her şey; bu temelin üstünde yükselir.
Dolayısıyla, temeli sağlam olmayan binalar; mümkün ve muhtemel afetler sırasında, bünye direnci düşük organizmalar gibi kolayca savrulur. Bir başka ifadeyle; geçmişle ilgili "hatıra"ları zayıf olan toplumların, gelecekle ilgili "hayal"leri de cılız olur.
CİNNET GEÇİRMİŞTİK
Biz, bu ülkede ve toplumda; Cumhuriyet tarihi boyunca, derin bir "hafıza kaybı" sendromu içine girdik. Geçmişimizle tüm bağlarımız kesildiği, kültür ve medeniyet değerlerimiz kazınarak silindiği için; psiko-sosyal yönden, sarsıcı bir "toplu cinnet" hali geçirdik.
Altyapımızı oluşturan rayları birer birer söküp; devlet ve millet trenini, uçurumdan aşağıya kaydırdılar. Aklımıza, ruhumuza, bedenimize; cebren ve hile ile, bize hem dar hem de kısa gelen demir elbiseler giydirdiler.
Başımıza, üst üste balyoz indi; beynimize, şiddetli şok salındı. Kendi gövdesine ihanet eden hain eller aracılığıyla; asırların tecrübesini ve birikimini barındıran hafızamız çalındı.
Tutunacak dallarımız kırıldı; gümbür gümbür, bir boşluğa yuvarlandık. Aşağı mahallede bir yalan söyleyip, yukarı mahallede inandılar ve inandırdılar; kendimizi, kütük kovuğundan çıkmış, nesebi belirsiz bir güruh sandık.
KÖKLERİMİZİ ARIYORUZ
Son yıllarda, ufkumuzda çakan şimşeklerin aydınlığında; toplumsal hafızamızın hasıraltı edilmiş hatıraları, birer ikişer canlandı. Giderek parçalar birleşti, görüntüler netleşti; çoktandır uyuyan hücreler, yavaş yavaş uyandı.
Şimdilerde, özgüvenimizin geri gelmiş olmasından istifadeyle; alıcı gözlerle sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza bakıyoruz. Elimizde kazma kürek, belimizde yağlı çörek; kaybettiğimiz köklerimizi aramaya çıkıyoruz.
Artık, istiklalin ve istikbalin; "gökler"den önce "kökler"de olduğunun, bilgisi ve bilinci içindeyiz. Acıkmışın aşa, susamışın suya koşması gibi; ayaklarımızı yere sağlam basmanın, kollarımızı göğe güçlü uzatmanın peşindeyiz.
Geçtiğimiz günlerde, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün e-Devlet üzerinden paylaştığı "soy ağacı" bilgisi; işte bu hassasiyetlerin doğal sonucu olarak, sistemi kilitleyip çalışamaz hale getirecek kadar büyük bir ilgi ve itibar gördü. Kaybettikleri değerleri geri kazanma, kökü derinlerde olan temeli bulup ona dayanma şansını, imkanını yakalayan insanlar; kim olduklarını görmenin, nereden geldiklerini bilmenin, nereye doğru gideceklerinin sistematiğini yeniden kurmanın niyeti, gayreti içine girdi.
SAKSIDA AĞAÇ YETİŞMEZ
Bilindiği gibi insanların, hayvanların, bitkilerin; kendilerine has "fıtrat"ları, yani özel ve özgün yapıları var. Ancak ve ancak; temel ihtiyaçlarını karşılayabildikleri çevre ve ortamlarda doğuyor, büyüyor, yaşıyorlar.
Güneş, hava, su, toprak; her birisi için, olmazsa olmaz derecede gerekli. Ama fıtri önceliklerinin ve özelliklerinin gerektirdiği bazı temel ihtiyaçlar; diğerlerinden ayrı, farklı, çeşitli.
Tohumdan fideye, fideden fidana, fidandan ağaca dönüşebilmeleri için; bu temel ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Her zaman, her yerde değil; uygun zamanda, uygun ortamda çiçek açıp meyve veriyor.
Ekilen ve dikilen şeylerle; biçilen ve toplanan şeyler arasında bir denge, uyum var. Buğday ekenler bir yılda; ağaç dikenler on yılda sonuç alıyorlar.
Bir ağacın, kökü ne kadar derinlere iniyorsa; gövdesi de o kadar yükseklere, yücelere çıkıyor. Yerden kökler, gökten dallar aracılığıyla; gövdeye oluk oluk gıda akıyor.
Ve biz biliyoruz ki; küçücük saksılarda ve seralarda, büyük ağaçlar yetişmez. Toprağı az, kökü kısa olanlara; bol meyveli, büyük gövde yakışmaz.
Bu şeksiz ve şüphesiz gerçek; insanlar ve toplumlar için de aynen geçerlidir. Geçmişinde zengin hatıralar bulunanlar; gelecek için daha güçlü hayaller kurabilir.
Tarihi ve kültürel geçmişimiz; toplum ağacımızın köklerinin salınacağı, devlet binamızın temel direklerinin kurulacağı toprağımızdır. Oradan alacağımız ilham ve irfan; bizi yüksek ve yüce ufuklara taşıyacak Burak'ımızdır.
Büyük gemiler; büyük okyanuslarda yol alabilirler. Köklerine sahip çıkanlar; göklerin de hâkimi olabilirler.
Yetişme çağındaki çocuklarımıza ve gençlerimize; bu iksiri içirmeliyiz. Geleceğin Kızıl Elma'sını, geçmişin eleğinden geçirmeliyiz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Bana arkadaşını söyle (14.02.2018)
- Aile istatistikleri alarm veriyor (11.02.2018)
- Mesleklerin anası, istiklalin ve istikbalin aynası (08.02.2018)
- Eğitimin “muhacir”i ve “ensar”ı olmak (04.02.2018)
- Sosyal sermayenin sırları ve sınırları (31.01.2018)
- “En”lerimizin ve “gen”lerimizin gücü (27.01.2018)
- İncili Çavuş’un incileri (24.01.2018)
- “Medya mektebi”nin mevzuatı, müfredatı var mı? (20.01.2018)