Açık büfe “meslekler merkezi”
Bizden sonraki kuşaktan, ama yakıdan tanıdığımız biri, İmam Hatip mezunu. Birkaç yıl öncesine kadar imamlık yapıyordu. Ancak eskiden beri, bilişim alanına ilgisi ve yeteneği vardı. Eline bir bilgisayar geçse, altından girip üstünden çıkardı. Görev yaptığı yerlerde ilçe ya da il bazında, müftülüklerin bilgi işlem işleriyle ilgilendi. Kısa zamanda o işlerin aranan adamı haline geldi. Derken giderek su yatağını buldu. Diyanet'te memuriyeti devam etti, ediyor; fakat imamlığı bıraktı, bilgi işlem elemanı oldu. Büyük bir ihtimalle, vaktiyle eğitimini alsa, şimdi daha iyi noktalara gelirdi. Hatta belki de, Türkiye'nin en iyi yazılımcılarından biri bile olurdu.
Yıllardır tanıştığımız, zaman zaman görüştüğümüz dostlarımızdan biri, Eczacılık Fakültesi'ni bitirmiş. Ancak sıra iş seçimine geldiğinde bir türlü eczacılık yapmak istememiş. Sağa sola toslayarak yıllar sonra, kendisini psikoloji alanının kapısında bulmuş. Yeniden üniversite okuyarak ve yüksek lisans yaparak uzman psikolog olmuş. Şimdi artık ekmeğini; psikolojik danışmanlık yaparak kazanıyor. Eczacılık Fakültesi'nden aldığı diploma, özel evrak dosyasında eski bir hatıra olarak duruyor.
Birkaç gün önce hemşerimiz olduğunu ve bizi gıyaben tanıdığını söyleyen bir anne aradı. Benzer cümleleri defalarca tekrar ederek; "ne olur yardım et" diye yalvardı. Oğlu iyi bir üniversitede mimarlık okumuş; ama bu alanda çalışmak istemiyormuş. Dışarıdan ilgilenip özel dersler ve kurslar alarak müzisyen olmuş; sanatını icra edebileceği ve yeni sanatçılar yetiştirebileceği bir iş arıyormuş. Sonra delikanlının kendisiyle de görüştük, müzik alanında yapabileceği işlerden ve görev almak istediği kurumlardan söz etti. Musiki dünyamızın usta sanatçılarından birilerinin isimlerini sayarak; "Konservatuar mezunu değilim ama bu hocaların hepsinden ders aldım, gerekirse bana referans mektubu verebilirler" dedi.
Önceki gün, Cuma namazında, sağ yanımda yedi-sekiz yaşlarında bir çocuk vardı. Bir yandan hutbeyi dinlerken öte yandan babasıyla fısıldaşarak bir şeyler konuşuyorlardı. Sonra çocuk önüne yönelip, halının üstüne işaret parmağının ucuyla resimler çizdi. Bir ev yaptı, bahçesine ağaçlar dikti; sokağına muhtemelen adresini yazdı. Hutbenin bitiminde elinin tersiyle hepsini sildi. Zannımca, hayalinin hoşnutluğu içinde gözlerinin içi parlayarak, hafifçe güldü. İçimden dua edip; "İnşallah bu parıltı sönmez" dedim. Namazdan sonra görüşüp konuşmayı düşündüm; kalabalığın içinde kayboldu, bulmayı beceremedim.
Yakın ve uzak çevremizde böyle nice örnekler var. Çocuklar ve gençler, ilgi ve yetenekleri doğru tespit edilmeden, bilinçsizce yönlendirildikleri zaman, eğitimini görüp, diplomasını aldıkları alanlarda faaliyet göstermek istemiyorlar. Bu durum hem zaman,hem de imkân kaybı anlamına geliyor. Hatta bazen, nice üstün yetenekler, ortamını bulamadığı için israf oluyor.
Bugünlerde gene bir tercih süreci içine girildi. Bir alt kademeyi bitirip, bir üst kademeye geçme noktasına gelen gençler; ilgi ve yetenek alanlarına göre değil, daha çok puan ve kontenjan imkânlarına göre muhtelif liselere, üniversitelere kaydedildi. Onların da önemli bir kısmının emekleri boşa gidecek. Binlerce genç, üniversite mezunu olacak; ama eğitimini aldığı alanda faaliyet göstermek istemeyecek. Hayata tutunmak için iş arayacaklar; bulmakta zorlanacaklar. Hadi buldular diyelim, fıtratlarına uygun olmadığı için, yeteri kadar mutlu ve başarılı olamayacaklar.
Bu kısır döngüye artık son vermeliyiz. Çocukların ve gençlerin, ilgi ve yetenek alanlarını erkenden tespit edip, ona uygun okullara göndermeliyiz. Mevzuata, müfredata, okul modeline göre öğrenci yönlendirmenin ve yetiştirmenin ötesine geçilip, ilgi ve yetenek alanlarına göre okullar açılmalı. Toplumun ihtiyacı olan tüm sektörler yahut iş kolları, adil ve dengeli bir şekilde kuşatılmalı. Zaten insanların fıtri kabiliyet ve kapasite alanları ile üretim ve hizmet ihtiyaçları arasında doğal bir paralellik olduğunu görüyoruz. Âlemlerin ve içindekilerin, muazzam bir denge ve düzen ile yaratıldığını biliyoruz. Bize düşen; bu dengeye ve düzene uymak. İnsanı, bitkiyi, hayvanı, her türlü maddeyi ve onlardan üretilen eşyayı; yaratılış gayesine uygun olarak, yerli yerine koymak.
Bir zamanlar İstanbul'da, İBB tarafından Türkiye genelindeki tarihi ve turistik eserlerin maketlerinden oluşan bir Miniatürk kuruldu. Böylece insanlara gidip göremedikleri yerlerdeki eserleri bir arada görme fırsatı verildi. Buna benzer bir şekilde, büyük yerleşim yerlerinde, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve TOBB işbirliği ile bütün meslekleri yahut iş kollarını bünyesinde bulunduran bir "meslekler merkezi" kurulabilir. Çocuklara ve gençlere, yerinde görerek, ehlinden bilgi alarak tanıma fırsatı verilebilir. Hani açık büfe, zengin menü yemek yahut kahvaltı servisleri yapılıyor ya. İnsanlar, yemek kültürlerine ve damak zevklerine göre beğendikleri çeşitlerden, istedikleri kadar alarak yiyip içebiliyor ya. Burada da böylesine bir çoklu buluşma gerçekleşebilir. Hem ilgi ve yetenekler ortamında ortaya çıkar; hem de doğru tercihler yapılarak, herkes kendi alanında ve daha iyi yetişebilir.
Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te, böyle bir proje hayata geçirilmiş. Çocukların ve gençlerin sevdikleri oyunlar da göz önünde bulundurularak; mesleklerle oyunları birleştiren, bütünleştiren bir "meslekler şehri" inşa edilmiş.
İyi örnekleri ve öyküleri; nereden ve kimden olursa olsun alırız. Ümit ve temenni ediyoruz ki; biz daha iyisini yapabiliriz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ortak paydamız “Atatürk” mü? (05.09.2018)
- Eğitim kalitesi nedir ve nasıl ölçülür? (31.08.2018)
- Yeni öğretim yılının kayıtları ve kayıpları (29.08.2018)
- Yalansız dolansız bir dünya için (25.08.2018)
- Bir musibet, bin nasihat (22.08.2018)
- Sonsuzluk duygusu (18.08.2018)
- Ak koyun, kara koyun mevsimi (15.08.2018)
- Okulları kim, nasıl yönetsin? (11.08.2018)