Zekeriya Erdim

Ölüm bize ne söylüyor?

Büyük büyük babamız Âdem ile büyük büyük anamız Havva'dan bugüne; insanlar doğuyor ve ölüyorlar. Kalıcı iz ve söz bırakanlar; öldükten sonra da yaşayanlardan oluyorlar.

Allah (cc), muhtelif ayetlerde; "Her nefis ölümü tadacak" diyor. Peygamber (sav) ise; "nasıl yaşarsak öyle öleceğimizi, nasıl ölürsek öyle dirileceğimizi" söylüyor.

Rabbimiz; kimlerin daha güzel işler yapacaklarını görmek için, hayatı ve ölümü bir imtihan olarak yaratmış. Dünyada yapıp ettiklerimiz; ahirette, ceza ya da mükâfat olarak karşımıza çıkacakmış.

Bütün bunlara, kavli olarak inanıyor fakat fiilen unutuyoruz. Uzun yolculuk sırasında, kısa bir mola yeri olan dünyada; menzili ve mesafeyi yok sayıp, derin uykulara yatıyoruz.

Ölüm gelip, kapımızı çaldığında; kısmi uyanış gerçekleşiyor. Sevdiklerimizi kaybetmenin acısı geçip, hatıraları geride kaldığında; başlarımız, yeniden yastıklara düşüyor.

Sonuç olarak; uyku ile uyanıklık arasında, gidip gelmeler içindeyiz. Bâkî olan ahiret âleminden ziyade, fâni olan dünya hayatı için kazanmanın ve biriktirmenin peşindeyiz.

Oysa, kefenin cebi yok; hiçbirini götüremeyeceğiz. Sahih iman ile sâlih amellerin dışında, hiçbir ağacın gölgesinde oturamayacağız.

Can bedenden çıktıktan sonra, hesabımız kapatılacak. Sadece; arkasında hayırlı ilim ve talebe bırakan âlimlerin yahut hocaların, hayırlı evlat bırakan annelerin ve babaların, hizmeti devam edecek kurumlar bırakan hayır sahibi kulların amel defterleri açık tutulacak.

Geçtiğimiz günlerde yaşadığımız iki ölüm hadisesi, bizim için yeni bir uyanış vesilesi oldu. "Ölümün en büyük nasihat olduğu" gerçeği, yeniden aklımıza geldi.

Önce, hanımın dayısını uğurladık. Bir dua kapımız daha kapandı diye, ondan çok kendimiz için ağladık.

Hayatının bütününü bir dua ve ibadet haline getirmişti. Ahirete olan güçlü imanı sayesinde, dünya ile ilgili süfli arzularını ve heveslerini bitirmişti.

Yıkama ve kefenleme işlerini yapan din görevlisi; "Yıllardır ölü yıkıyorum, böyle birini görmedim" diyordu. Çünkü, düğün gecesindeki damat gibi; saadet ve sükûnet içinde gülümsüyordu.

Sonra, kadim dostumuz ve kıymetli bacanağımız İsmet Uçma Bey'i uğurladık. Dostları ve yakınları ile birlikte, nasıl yaşadığını hatırladık.

Gençlik yıllarından itibaren, bedel ödemeyi göze alan "dava adamı" olmuştu. Hiç sapmadan ve sadakatsizlik yapmadan, "dost doğru yol" üzerinde kalmıştı.

Zor zamanlarda, "işaret" ehlinden olup; hakkı gösteren, hakikatin altını çizen yayınlar yaptı. Meclis'e gitti, siyaset kurumuna "bilgelik" kattı.

Onurlu bir adamdı, namert köprüsünden geçmedi. Fikren ve fiilen temiz olmaktan, kalmaktan yanaydı; kirli denizlerde yüzmedi, bulanık sulardan içmedi.

Sivil mekteplerin muallimlerinden, medreselerin müderrislerinden oldu. Allah'ın dostlarının yanında, düşmanlarının karşısında yer aldı.

Aşağıdan, yukarıdan, uzaktan, yakından çok sayıda devlet ve millet adamı; cenazesine veya taziyesine geldiler. Gönül rahatlığı içinde, nezaketen değil hakikaten; "İyi bilirdik, hakkımız varsa helal olsun, Allah rahmet eylesin" diyebildiler.

Bu arada, bazı hatıralar gündeme geldi. Kimliğinin ve kişiliğinin yansıması olan hassasiyetler, şahitlerin şehadeti ile öğrenildi.

Yıllar önce, Yüksek İslam Enstitüsü'nde veya İlahiyat Fakültesi'nde okumak için İstanbul'a gelen gençlerin bir kısmı; yakınları tarafından, O'na gönderiliyormuş. Elinden tutacağına, ağabeylik yapacağına inanılıp güveniliyormuş.

Amansız bir hastalığa yakalandığını anladığında; kimselere duyurmadan, iktidar partisinin kurucu üyesi ve milletvekili olma sıfatını kullanmadan, tedavi için, sade bir vatandaş gibi devlet hastanesine gitmeyi tercih etmiş. Niçin özel hastanelerden birine gidip daha iyi hizmet almadığını soran dostlarına, yakınlarına; "devlete ve millete yük olmak istemem" demiş.

Yoğun bakıma girmeden önce, oğullarından ve kızlarından bir talebi olmuş. "Ziyaretime gelen misafirlerimle iyi ilgilenin. Yokluğumu belli etmeyin, yedirip içirmeden göndermeyin" diye tembihte bulunmuş.

Şimdi onlar; babaları için "hayırlı evlat" olma niyeti, gayreti içindeler. Acılı günlerinde gözlerinin gördüğü, kulaklarının duyduğu işaretleri okuyup anlayarak; bıraktığı mirasa sahip çıkmanın ve devam ettirmenin peşindeler.

Aslında, hemen her gün; ölüm bize söyleyeceğini söylüyor. "Ey insan! Dünya mektep, hayat imtihan, süre sınırlı ve ne zaman biteceği belli değil. Derslerine iyi çalış, ödevlerini doğru yap; sınıfını geçmiş ve takdirname almış olarak git" diyor.

Nasihatleri duyanlardan, işaretleri okuyanlardan olalım. Her ölümü; hakkı ve hakikati hatırlatan uyarıcılardan, uyandırıcılardan sayalım.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.