Sessiz çığlık
Adamın biri; din, devlet, vatan, millet derdi-davası olan ve hayli zamandır sosyal, siyasal mücadelelerin içinde bulunan kız kardeşiyle sohbet ediyordu. Ülkenin ve toplumun gidişatı hakkında; sorular soruyor, cevaplar veriyordu.
Söz, dönüp dolaşıp evliliğe ve aile hayatına geldi. İsabetsiz evliliklerin uyumsuzluklara, geçimsizliklere ve dahi boşanmalara, parçalanmalara sebep olduğu tespit edildi.
Tanıdıkları, bildikleri çevreler içinde; az sayıda "iyi evlilik, mutlu aile" örneği vardı. Onlar da, nesli tükenmiş türler gibi, istisnadan sayılıyorlardı.
Arkasından evlenme çağına gelen genç kızların, delikanlıların anlayışlarındaki, yaşayışlarındaki, hayata ve dünyaya bakışlarındaki çarpıklıkları konuştular. Bu devirde; oğul gibi görülebilecek damatlar, kız gibi görülebilecek gelinler bulmanın zorluğu ve belki de imkânsızlığı üzerinde durdular.
Hanımefendi, henüz on yedisinde olan kızı için, uygun bir damat adayı bulamama ihtimalinin endişesini taşıyordu. Gözüne kestirdiği biri ile karşılaşırsa; örfün ve âdetin sınırlarını zorlayıp, ona talip olmanın planını yapıyordu.
Beyefendinin, yaşı otuz beşi geçtiği halde evlenememiş, nice genç kızla tanışıp görüştüğü halde kimseye evet diyememiş bir oğlu vardı. Onun sayıp sıraladığı sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik, ahlaki, ideolojik gerekçeleri hatırladı.
Toplumda; kadının ve erkeğin iffeti, evin ve ailenin mahremiyeti yara almıştı. Utanma duygusu, nadiren görülebilecek derecede azalmıştı.
İlk ve son kalemizin duvarlarında delikler açılmış, yıkılmak üzereydi. Akrabalık hakkı ve hukuku zaafa uğramış, yok olmak üzereydi.
Haz ve hız tutkunu, medya ve moda yorgunu bir nesil oluşmuştu. Himmeti yersiz zahmet, merhameti lüzumsuz külfet sayan bir anlayış gelişmişti.
Evlenip yuva kurmak, bir kadının ya da erkeğin eşi olmak, çocuk yapıp anne baba sıfatı ve sorumluluğu almak; hiç istenmeyen, az istenen, kerhen kabul edilen bir durum gibi görülüyordu. Emektar yaşlılar, yardıma muhtaç hale geldiklerinde; kolayca terk edilip, resmi ya da özel bakımevlerine gönderiliyordu.
Oysa aile olmak için; dünü, bugünü, yarını temsil eden üç neslin diyaloğu ve iş birliği gerekirdi. Hal ve gidiş değişmez yahut düzelmezse; toplum zincirinin halkaları teker teker kopup, dağılma sürecine girebilirdi.
Bu kuş bakışı değerlendirmeden sonra, bir noktaya geldiler. Sorumluluklarını yeniden kuşanıp, çözüm arayışı içine girdiler.
Sağlıklı nesiller yetiştirme konusunda; üç önemli safha var. Çocuklar ve gençler ailede oluşuyor, okulda gelişiyor, toplumda hayatla buluşuyorlar.
O halde, önce iyi anneler ve babalar yetiştirmeliyiz. Evlerimizi, ailelerimizi; "hayata hazırlık" mektepleri, medreseleri haline getirmeliyiz.
Temel değerlerle ilgili anlayışlar ve alışkanlıklar, burada kazandırılmalı. Akıl, ruh, beden tarlasına; gelecekte meyve verecek iyilik ağaçlarının tohumları atılmalı.
Adına okul dediğimiz eğitim kadroları ve kurumları; onları kaldıkları yerden devam ettirip, azami derecede geliştirmeli. Bunun için; emniyet, ehliyet, şahsiyet uygunluğuna sahip öğretmenler, idareciler yetiştirilmeli.
Toplumla buluşma safhasına gelindiğinde; çok sayıda etkileyici unsur var. Yaygın eğitim kurumları özelliği taşıyan camiler, dergâhlar, vakıflar, dernekler, odalar, sendikalar, kültür-sanat merkezleri, yayınevleri, medya organları, muhtelif sektörlerdeki iş yerleri; ailede başlayıp okulda devam eden "benlik-kimlik-kişilik" oluşumunu destekleyip pekiştiriyor ya da değiştirip başka bir kalıba döküyorlar.
Buraların da ıslah edilmesi; "hayırlı insan-huzurlu toplum" amacına uygun hale getirilmesi gerekir. O zaman kişisel, kurumsal, toplumsal bütünlük içinde; geleceğe ümitle ve güvenle bakılabilir.
Bütün bu safha ve süreçlerin doğru yönetilmesi konusunda; milletin örgütlü yapısı olan devletin, sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Çünkü; baş ne yana dönüp bakarsa, gövde de o tarafa yöneliyor.
Görünen o ki; aileden topluma doğru oluşan ve gelişen anlayışlar ve yaşayışlar bakımından, büyük bir "fay hattı" üzerinde duruyoruz. Sosyal ve kültürel hayatımızı yıkıp yok edecek derecede tehlikeli bir "deprem" oluşumunun; derinlerden gelen sessiz çığlığını duyuyoruz.
Artık belirgin hale gelen "erken uyarı" işaretlerini doğru okuyup, gereken tedbirleri almazsak; büyük kayıplar vereceğiz. Yuvamızı ve yurdumuzu sağlam zeminlerde, güçlü direkler ve kolonlar üzerine kurmazsak; hepimiz, enkaz altında kalacağız.
Ağabey, bacı baş başa; bu sonuca vardılar. Yıllar önce yazılmış bir beyti, birlikte okuyarak; sessizce bağırdılar:
Ey başlar ve beyinler, terk etmeyin bedeni; / Feryadım susuşumdur, dinleyin, duyun beni!
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Daha adil bir dünya için (09.11.2021)
- İlk bulunması ve korunması gereken değer (04.11.2021)
- Bulanık suyun balıkları (28.10.2021)
- Baş ya da beyin hırsızları (22.10.2021)
- Eğitim gömleğinin ilk düğmesi (19.10.2021)
- Ölüm bize ne söylüyor? (15.10.2021)
- Hangi derdin delisi olalım? (10.10.2021)
- Maya bozuk olursa (08.10.2021)