İşçi Bayramı üzerine
'İşçinin ücretini onun alın teri kurumadan ödeyin.'
(Hadis-i Şerif)
Allah hakkında doğru ve yetkin bilgi hayat tecrübemizden çıkartılabilir, daha doğrusu çıkartılmalıdır. Yaşadığımız hayatı Allah hakkındaki bilgiye ulaşabileceğimiz bir ayna mesabesinde görmekle 'varlık bir okuldur, ilahi isimler tedris edilir' demiş oluruz. Gerçekten de varlık bir okuldur ve okulda derslerin ana meselesi 'ilahi isimlerdir.' 'Allah insanı kendi suretinde yarattı' demek, insanı ve insanın dünyasını ilahi isimlerin aynası mesabesinde görmek demektir.
İki hadis-i şerif Allah hakkında bilgimizin tarzını anlamada bize yön verir: Birincisinde Hz. Peygamber 'işçinizin ücretini onun alın teri kurumadan ödeyin' buyurmuşken ötekinde köleleri idare etmek ve onlara iyi davranmaktan söz ederken 'Köleniz hata ettiğinde onu affedin' buyurmuştur. Kölenin sahibi 'Köleyi kaç kere affedelim ki?' dediğinde ise Hz. Peygamber şöyle demiştir: 'Yetmiş kere bile olsa affetmek gerekir.'
Her iki hadis-i şerif 'işçi hakları' sadedinde yorumlanabilir, fakat meselenin o yönü üzerinde durmayacağız. Hz. Peygamber'in sözlerine 'cevamiü'l-kelim (tüm hakikatleri kapsayıcılık)' kavramının iktiza ettiği kuşatıcılık ve çok katmanlılık cihetiyle bakabilirsek, hadisleri metafizik bilgi hakkında yorumlayabiliriz. Başka bir ifadeyle günlük hayattaki bir hadiseden metafizik bilgiye veya oradan günlük hayata intikal edebiliriz. Bu durumda her iki hadis Allah hakkındaki fiil-infial (etkin-edilgenlik) bilgi türlerini fark edebileceğimiz bir referansa dönüşür.
Her iki hadis insanın fail ve münfail olarak bulunduğu ilişkilere atıf yapar: Burada görünüşte işçi ve köle edilgen (münfail) iken sahip veya çalıştıran faildir. Allah insan ilişkisinde Allah'ı fail insanı münfail sayarsak, sahip ve çalıştıran kişiler, işçi ve köle karşısında Allah'ın konumunu hatırlatır. Buna mukabil köle ve işçi de Allah karşısında edilgen insanı hatırlatır. Bununla birlikte her biri için bu kategoriler kalıcı ve sabit değildir: işçi ve köle aynı anda ve aynı ilişkide başka bir yönden fail olarak bulunabilir. Bu meyanda insan her daim aradaki varlıktır ve iki kategoriyi birden yaşar: Varoluşsal olarak insan aradadır çünkü önünde yaratan Allah bulunur. Allah'ın önde olması O'nun alemle ilişkilerinde failliğe işaret ederken O'na el-Evvel dememizin sebebi budur. Buna mukabil Allah her şeyin ardında da bulunur ve bu itibarla O'na el-Ahir deriz. Fakat bunun ötesinde insan nispeten edilgen ilişkilerin önünde fail mesabesinde olabilirken fiilinden etkilenenler de edilgendir. Bu durumda her insan fail-münfail olarak varlığı 'zevk' ederken Allah-insan ilişkisinin modelini tekrarlar.
Allah'ın fail oluşu hakkındaki bilgimizi çıkartabileceğimiz yer baba olmak, öğreten olmak, sahip olmak, yönetici olmak, kısaca görece özne gözüktüğümüz yerlerdir. Bu süreçte uluhiyetin bir yönü hakkında düşünebilecek zemin elde ederiz: vermek, yapmak, etkilemek gibi fiiller veya fiilimizin ulaştığı kimselerle aramızdaki bağın verdiği haz ile uluhiyetin hakikatini idrak ederiz. Buna mukabil Allah kulların taleplerini karşılamak, onların sözlerini yerine getirmek ve hacetlerine bakmak gibi fiilleriyle görece edilgendir. Bu durumda Allah hakkındaki ikinci tür bilgimiz edilgenlikte O'nu tanımayı iktiza eder. Biz varlıktaki edilgen hallerimizle de bu bilgiyi idrak ederiz. Bu durumda varlığın iki kategorisinde Allah'ı bilmekle O'nun hakkındaki bilgimiz tamamlanır.
Her iki hadis-i şerifin tam olarak ne demek istediğini bilmemiz zor, lakin neye işaret etiklerini ve neyi çağrıştırdıklarını bu bakış açısıyla tespit etmek mümkün olabilir. İnsan Allah karşısında edilgen iken görece etkilediği insanlar ve varlıklar karşısında etkindir. Böyle bir ilişki dahilinde idrak edeceği 'fail olmak' bilgisi ile imtihan edilir: Bu bilgiden hareketle Allah'a intikal ederek O'nun karşısında kendini muhtaç bir kul kabul edebilir veya etkinliğini asıl sayarak köleye acıyabilir veya ona başka türlü davranabilir. Birinci ihtimal dindarlığın iktiza ettiği 'itibar' veya tabir (bir bilgiden asıl bilgiye, bir durumdan gerçek duruma intikal etmek) demek iken ikinci durumda ise insanın metafizik sıçrama yapmasından söz edemeyiz. Din bize fail olarak bulunduğumuz yerlerde Allah'ın halifesi olduğumuzu hatırlatmakla iktidarımızı sınırlamayı emretti. Hadislerin birisinde beyan edilen kölenin affedilmesi emri buna işaret eder. Hz. Peygamber insanın günde yüz kere veya yetmiş kere istiğfar etmesi gerektiğini söylerken kul-Allah ilişkisindeki edilgenliğimizi bize hatırlatır. Sahip köle ile ilişkisini Allah-kul ilişkisinin bir yansıması haline getirdiğinde, Allah'ın ona davranmasını umut ettiği gibi köleye davranması gerekir. İkinci hadiste ise ücretin hemen ödenmesinden söz edilir. Kul bir bakıma ücretli insan gibidir: ibadet eder, emirlere uyar, yasaklardan sakınmaya çalışırken bir ücret elde etmek ister. Peki bu ücret veya ödül nerede ve ne zaman ödenecektir? Hz. Peygamber işçinin ücretinin hemen ödenmesi gerektiğini beyan ederken derin bir bilgiden hareket etmiş olmalıdır: Allah kulun ücretini onun ibadette terlemeden önce ödemiştir. İşveren işçinin ücretini hemen öderken ibadetinin anlamını da fark edecektir: İbadet yapıldıktan sonra ücreti talep edilecek bir şey değil, ihsan edilmiş nimete yapılan bir teşekkürdür. Daha doğrusu peşin ödenmiş bir bedel için yapılan şeyin ismidir ibadet. Kul teşekkürü yaptığında Allah'tan yeni nimetler umar. Bu durumda bedeli önceden ödenmiş ibadet, insanı Allah kapısında -bir alacaklı gibi değil- umutla, iltica ederek, yoksullukla ve daimi bir beklenti ile durmaya sevk eder. Dindar için hayat sabık bir nimete teşekkür ile gelecek nimeti beklemek arasındaki sürekli umut haliyle idrak edilir.
'Yunus kapında kuldur, sultandan içerü.'
Ekrem Demirli