Bedbahtlık ve Saadet
‘Biz Kur'an’ı sana bedbaht olasın diye indirmedik?” (Taha, 2)
Bir ayet-i kerimeyi tefsir ne anlama gelir? İmam Matüridi'nin söylediğine göre ilahi kelamın anlamını tespit ederek Hakkın bizden muradını anlamak tefsir faaliyetinin özünü teşkil eder. Bu yönüyle tefsir faaliyeti bir ayet-i kerimenin niçin ve nerede geldiğini bilen sahabenin inhisarında iken öteki müminler için ise tevil, yani muhtemel yorumlar ve çağrışımlar kapısı açıktır. Usul ilminin sağladığı imkanlar ile ikinci neslin yorumu da 'tefsir' sayılmış, tevil veya işaret ise bilhassa sufilerin yorumlarının genel ismi olarak kalmış iken yine de tefsir ile tevil arasındaki ayrımı korumak mümkündür. Biz de tasavvufi yorumlara verilen genel isim olan işaretten hareketle bir ayet-i kerimenin muhtemel yorumlarına bakalım:
Önce, ayet-i kerimenin bağlamına bakalım: Hz. Peygamber tebliğe direnç gösteren insanların iman etmelerini istiyor, hırslanıyor, üzülüyor, lakin onlar bir türlü imana yanaşmıyorlardı. Özellikle vahyin erken evresinde Hz. Peygamberin tebliğdeki hırsı ve ısrarı ile ayet-i kerimelerde dile getirilen istiğna ve üstenci dil tebliğin ilk yıllarını özetler. Böyle olunca ayet-i kerimenin Hz. Peygamber'i teselli sadedinde okunması mümkün olduğu gibi "Abese" veya başka surelerde yer aldığı haliyle ilahi uyarı şeklinde de okunabilir. Binaenaleyh Allah peygamberine görev sınırlarını hatırlatırken uluhiyet ile nübüvvet arasındaki farka dikkatimizi çekmiş oldu. Nübüvvet ve uluhiyet ilişkisi etken ile edilgen ilişkisi şeklinde teessüs etmiş, ilk ayet-i kerimede kendisine 'oku' diye buyurgan olarak tecelli eden uluhiyet karşısında Hz. Peygamber, 'okuyamam' şeklinde acziyet ve edilgenlik diliyle cevap vermiştir. Tebliğ de bu istikamet üzere şekillenir: Allah gönderir, peygamber bildirir, hidayet Allah'a kalmıştır.
Bağlamdan kısmen uzaklaşarak -ki gerçekte bunu uzaklaşmadan da yapabiliriz- meseleyi biraz daha geniş çerçevede ele almanın önünde engel yoktur. Ayette zikredilen kelime bedbahtlık yani şekavettir. Allah, peygamberine 'bedbaht olasın diye' ilahi kelamın inmediğini söylerken tezkire yani hatırlatma, öğüt vermek üzere indirildi, der. Bu tabir farklı türevleriyle birlikte Kuran-ı Kerim'de sıkça zikredilir, haddi zatında ilahi kitabın isimlerinden de birisi olarak kabul edilebilir (zikir veya zikra).
Bir hadis-i şerifte anne karnındaki bebeğe meleğin yazdığı dört şey arasında 'onun said mi saki mi olduğu' bilgisi zikredilir -öteki iki ise rızkı ve ecelidir. Burada said / saadet iman sahibi olmak demek iken şaki/şekavet veya şakilik ise kafir olmaktır. Bu durumda şekavet kelimesi, en ileri anlamını kazanarak kafir olmakla özdeşleşirken saadet de en ileri anlamına kavuşarak mümin olmak anlamına gelir. Günlük dilde saadet ve şekavet (mutluluk ve mutsuzluk) dar bir anlamda kullanılarak sıradan hüzünler ve endişelerin varlığı veya yokluğu anlatılır. Ahlak felsefelerinde ise kelimeler metafiziğe ulaşabilecek bir anlam derinliği kazanarak bütün felsefi çabanın gayesi haline gelirler. Ahlakın gayesi, saadete ulaşmaktır denilince felsefe yapmanın amacı ortaya çıkar. Ayet-i kerimede beyan edilen şekaveti bu şekilde ahlaki bir davranıştan hareket ederek metafiziğe ulaşan bir çerçevede düşünmek mümkündür. Bu itibarla saadet, mutluluk anlamına gelirken aynı zamanda onu sağlayan erdemler ve iyilikler saadetin parçası demektir. Buna mukabil şakilik ise bedbahtlık, yani insanı mutsuz kılan kötü değerlerin genel ismidir. Ayet-i kerimede geçen 'bedbaht olmak' tabirini bu şekilde ele alırsak Allah bize Kuran'ı kötü nitelikleri, erdemsizlikleri çıkartabileceğimiz bir kitap olarak indirmedi demek olur. İlahi kelam, insanı saadete ve kemale taşıyan değerleri getirir, yoksa insanlığımızı tezyif edebilecek veya bizi değerlerden kopartacak herhangi bir hüküm veya bilgi getirmemiştir. Kuran-ı Kerim, insana her şeyden önce bir yaratıcısı olduğunu 'hatırlatmak' ile onu daha üst bir varlığa yönelmeye davet eder, insanı yüceltir, bedbaht etmez. Allah'a inanmak, insanın varlığı en geniş çerçevede düşünerek kendini büyük varlığın bir parçası -hatta aynası- saymasının zeminini inşa eder. Kuran-ı Kerim, insanı Allah'a imanın gereğiyle yaşamayı 'öğüt' verirken onu bedbahtlıktan uzaklaştırmak ister. İmanın gereğiyle yaşamak, doğruluk, merhamet, cömertlik, hikmet gibi temel ahlaki ilkeleriyle yaşamaktır.
'Din insanı bedbaht kılacak şeyler getirmedi' demek, din ile insanlık değerleri ve erdemler arasında bir telazüm ilişkisi var demektir. Dindarlığın herhangi bir evresinde insanın değerler ile çelişen bir iş yapmaması gerekir. Din yalanı getirmediğine göre dindarlığın yalan üretmemesi ve yalan üzere kurulu olmaması beklenir. Din, insanı varlıkların en değerlisi saydı fakat ona kibirlenmek için gerekçe vermedi. Allah'a inanmak kibirlenmeyi reddederek bütün insanlarla eşit olma bilinciyle yaşamak demektir. Din insana doğruları söyledi, fakat zihinsel faaliyetini bırakarak aklını daraltması için bunu yapmadı. Din insana mal edinmek, rızkının peşinden koşmak için yollar gösterdi, fakat cimrilik yapsın diye bunu yapmadı. Bu tarz yorumları çoğaltarak din ile erdem, dindarlık ile ahlaklı olmak arasındaki bağları güçlendirmek mümkün, hatta zorunludur. Bu sayede dinin amaçlarını her bir ayet-i kerimenin yorumunda hatırda tutarak ayeti o istikamette yorumlamanın imkanlarını bulmak gerekir.
O zaman bu ayet-i kerimeyi surenin ismini teşkil eden Ta-Ha ile irtibatlandırmamız da mümkündür. İbnü'l-Arabi bu iki harfin Hz. Peygamber'in iki ismiyle ilişkili olduğunu söylemiştir. Bunlar bir çok hadiste ve ayet-i kerimede zikredilen taharet-Tahir ile rehberlik-rehber anlamıyla Hz. Peygamber'in lakabı olan "Hadi"isimleridir. Bu durumda surenin ismi temiz-rehber (Tahir-Hadi) demektir. Taharet dini erdemlerle bezenerek beşeri noksanlıklardan arınmak, insanın insana olan düşmanlığını ve kibrini kırarak rıza üzere Allah'a teslimiyet demektir. Hidayet ise bunun neticesidir. Çünkü rehber, ancak kirlendiğimiz yerden çıkarak bize temizliği getirenin yapabileceği bir iştir. O bize, bizi kirletecek bir şeyi getirmez, bizi bedbaht ve mutsuz kılacak herhangi bir eylemi bize öğretmez.
Ekrem Demirli