Ferdî bir hayat tarzı olarak kalenderilik
Tasavvufi daire içerisinde adet ve alışkanlıkları, gerçekleştirdikleri ritüelleri yönüyle farklı bir yerde duran Kalenderîler kendilerini, dış görünüşlerinden iç dünyalarına kadar toplumun her kesiminden ayrı bir yerde konumlandırmışlardır. Kalenderî dervişlerin gerçek aşk peşinde koşmaları, kaba sofunun dilinden gönlüne inmeyen sözlerinin karşısında olumlu bir duruşun ifadesidir.
Dünyayı ve dünyevî değerleri umursamayan, içinde yaşadıkları toplumun, toplumsal düzenin inanç ve geleneklerine karşı çıkan, bunu kılık kıyafet, tutum ve davranışlarıyla gündelik hayatlarına da yansıtan sûfîlere kalender, bunların temsil ettiği tasavvufî zümrelere de genel olarak kalenderiyye veya kalenderîlik adı verilir. Kalenderin Farsça'da "iri yarı, kaba" anlamındaki kalanter (Türkçe'de kalantor) veya Grekçe aynı anlamda kaletoz kelimesinden geldiği ileri belirtilir. Kelimenin Farsça kalan sözcüğüyle ender ekinden oluştuğu ve "ağır yük taşıyan, ağır yük altına girmiş bulunan" mânasına geldiği yahut Arapça ekall kelimesiyle Farsça ender ekinden teşekkül ettiği ve "az, önemsiz" anlamında kullanıldığı kaydedilir. Farsça tarihî metinlerde genellikle "rind, ayyâr, derviş" mânasına gelen kelimenin kökeni üzerinde kesin bir görüşe yoktur. Kalenderîlik üzerinde yapılan çalışmalarda da akımın geniş ölçüde eski Hint ve İran mistik akımlarından etkilenmiş olabileceğine dikkat çekilir.
SÖZLÜKTE KALENDER
Klasik edebiyat geleneği içerisinde şairler pek çok eserler vücuda getirmişlerdir. Şairlerin şiir kudreti kadar içinde bulundukları çevre ve sahip oldukları duygu ve düşünce dünyası, mensubiyetleri de onların sanatı üzerinde etkili olmuştur.
Kalender kelimesi sözlükte "dünyadan elini çekip başıboş dolaşan (derviş); dünyadan elini eteğini çekip her şeyi hoş gören (kimse)." Bir başka sözlükte "dünya işlerini bir kenara bırakmış kendince başıboş dolaşan (derviş); kendi halince dolaşan, her şeyi hoş gören (kimse)" şeklinde tanımlanır.
Kamûs-ı Türkî'de kalender maddesinin açıklamasında "dünyadan el çeküb serseriyâne gezen, derbeder ve laubali derviş; alâik-i dünyevîyeden müberrâ ve âlâyişlere aldanmaz merd, hakîkat-bîn, feylesof" ifadeleri yer alır. Tasavvuf terimleri sözlüğünde ise "Dünya ile alâkasını kesip Allah'a yönelen kimselere denir. Bunların özelliği, laubali meşrep, lâkayd, mücerred ve fakir olmalarıdır. Kalenderîyye tarikatına mensup olanlara kalender denir" açıklaması verilmiştir.
KÖPRÜLÜ'DEN KALENDERÎLİĞİN TARİHÇESİ
M. Fuad Köprülü, Kalenderîliğin tarihçesini, bu akımı bir tarikat haline dönüştürdüğü kabul edilen Cemâleddîn-i Sâvî'den önce ve sonra olmak üzere iki devrede ele almış, bu ayırım konu üzerinde çalışan daha sonraki araştırmacılar tarafından da benimsenmiştir. Kalenderîliğin, muhtemelen 10. yüzyıldan itibaren Melâmetîler'in ortaya çıktığı coğrafyada bazı sûfîler ve onların çevreleriyle sınırlı bir tasavvuf akımı ve sosyal bir muhalefet unsuru olarak belirmeye başladığı, 10. yüzyılın ikinci yarısıyla 11. yüzyılın ilk yarısı içinde yaşayan Ebû Ahmed-i Çiştî, Baba Tâhir-i Uryân, Baba Hemşa ve Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr gibi tarihî şahsiyetleri bilinen sûfî ve şairlerin kalender niteliği taşıdığı öne sürülmüştür.
Bunlardan Büyük Selçukluların kuruluş döneminde Hemedan'da yaşayan Baba Tâhir'in Baba Câfer ve Seyyid Hemşa ile birlikte şehrin dışındaki bir dağda münzevî hayat sürdükleri ve dindar kişiler oldukları kaydedilmektedir. "Uryan" lakabının da gösterdiği gibi yarı çıplak dolaşan cezbeli bir sûfî olmasının yanında el-Fütûĥâtü'r-rabbâniyye adlı eserinden ilim sahibi, rubâîlerinden iyi bir şair olduğu anlaşılan Baba Tâhir kendisi için "kalender" adını kullanan ilk kişidir:
"Ben o pîrim ki adım kalender / Ne evim var ne barkım ne manastırım var ne tekkem / Gündüz oldu mu senin civârında döner dururum / Gece olunca da başımı kerpiçlere kor yatar uyurum."
KALENDERNÂME ADLI RİSÂLE
Cemâleddîn-i Sâvî öncesi dönemde yetişen bazı büyük sûfî ve şairler Kalenderîler ve Kalenderîlik'ten övgüyle söz etmişlerdir. Kalendernâme adlı bir risâle kaleme alan Hâce Abdullah-ı Herevî Kalenderîliği benimsemiş ve bir kalenderin ağzından bu konudaki görüşlerini dile getirmiştir. Hakîm Senâî'nin şiirlerinde de Kalenderîliğe dair birçok mazmuna rastlanmaktadır. Onun şiirleri arasında, "Bu Kalenderîlik atını herkes koşturamaz; bu yokluk tavlasını herkes oynayamaz. Er gerek ki candan geçsin de senin aşkını can edinsin" ve "Kalenderîlik yolunda ziyan faydadır; zâhidlik takvâ, seccade bir dumandır"; "Kalenderîlik yolundan ve harâbattan başka bir yolda yürüme; bâde, semâ ve yârdan başka da bir şey arama" gibi ifadeler dikkat çekmektedir.
FERDÎ BİR HAYAT TARZI OLARAK KALENDERÎLİK
Ferîdüddin Attâr Mantıku't-Tayr'da ve divanının birçok yerinde Kalenderîlik'ten bahsetmiş, bazen kendisinin de kalender olduğunu söylemiştir: "Çapulcular arasında ben kalender olduğumu fâş etmişim." Bir yerde de, "Bizde ne varsa hepsini kılavuzumuzdan almışız, bundan dolayı pîrimiz ile birlikte Kalenderîlik yolunu tutmuşuz" diyen Attâr, "Kalenderîlik köşesinde hümâ kuşu gibi ol, fakat nişanın olmasın" demektedir. Kalenderîliğe bu olumlu bakışın, Kalenderîliği bir tarikat haline dönüştürdüğü kabul edilen Cemâleddîn-i Sâvî'den sonraki dönemde Fahreddîn-i Irâkī, Hâfız-ı Şîrâzî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hüseynî Sâdât el-Gūrî gibi sûfî ve şairler tarafından sürdürüldüğü görülmektedir. Kalenderîliğin Cemâleddîn-i Sâvî öncesi döneminin en belirgin özelliği belli bir şeyhin etrafında toplanan müridler grubu bulunmaması ve Kalenderîliğin ferdî bir hayat tarzı, bir meşrep olarak algılanmasıdır.
Anadolu'da Cevleki Kalenderîleri'nin yanı sıra yine bu akım çerçevesinde ele alınan Haydarî, Vefâî-Babaî şeyhleri de faaliyet göstermişler, siyasî hayatta önemli roller oynamışlardır. Aybek Baba ve Barak Baba bunlar arasında dikkat çeken iki Türkmen şeyhidir. Ahmet Yaşar Ocak'ın "Anadolu'da Popüler Kalenderîlik" başlığı altında tanıttığı bu şeyhlerden Barak Baba'nın genel Kalenderî tavrın aksine namaza çok önem verdiği, namaz kılmayan müridlerini cezalandırdığı kaydedilir.
"BABA" VE "ABDAL" LAKAPLARI
M. Fuad Köprülü, XV. yüzyıl tarihçilerinden Âşıkpaşazâde'nin Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde Anadolu'da bulunan dört taifeden biri olarak zikrettiği abdâlân-ı Rûm'un Kalenderî, Haydarî ve Yesevîler'den oluşan derviş zümrelerini ifade ettiğini, ilk Osmanlı tarihlerine adları geçen Geyikli Baba, Doğlu Baba, Postinpuş Baba, Abdal Mûsâ, Abdal Murad, Abdal Mehmed gibi dervişlerin adlarındaki "baba" ve "abdal" lakaplarının Kalenderîler tarafından kullanıldığını, abdal kelimesinin kalenderle eş anlamlı olduğunu söyler.
Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecinde Anadolu'daki Kalenderî şeyh ve dervişleri Osmanlı topraklarına giderek Osman Gazi, Orhan Gazi ve I. Murad'ın fetih hareketlerine katılmışlar, beyler de buna karşılık onların zâviye açmalarına izin vermişlerdir. Bununla birlikte beylerin zaman zaman onları teftiş ettirdikleri, Ehl-i sünnet dışı bir hareketleri tesbit olunursa derhal beylik dışına çıkarıldıkları kaydedilmektedir. Kalenderîler Fâtih Sultan Mehmed'in İstanbul kuşatmasına katılmışlar, fetihten sonra Şehzadebaşı'ndaki Hristos Akataleptos Manastırı, sultan tarafından kendilerine zâviye olarak verilmiştir. İstanbul'un fethine katılan Kalenderî şeyhlerine İstanbul dışında da bazı zâviyeler tahsis edilmiştir. (TDV, İslamansiklopedisi, Kalenderiyye - Nihat Azamat)
HAYÂLÎ BEY DİVANI'NDA KALENDERÎ UNSURLAR
Hayâlî Bey'in Kalenderlik ile tanışması yaşadığı Vardar Yenicesi'ne bir grup Kalenderî dervişin gelmesi ile gerçeklemiştir. Bu zümrenin başında II. Bayezid devrinden İran'dan Bursa'ya gelerek bir burada bir tekke kuran Baba Ali Mest-i Acemî vardır. Hayâlî Bey gençlik döneminde karşılaştığı bu Kalenderî zümresinden etkilendiğini ve bu zümreye dâhil olduğunu şiirinde işler.
Çehresinde görüben lema-i nûr-ı Nebevî
Bir yalın yüzlü ışık şevkine oldum alevî
Hayâlî Bey'in Kalenderî zümreye katılmasıyla birlikte şairin içinde bulunduğu çevre, onun kişiliğinin şekillenmesi üzerinde etkili olmuştur. Kalenderî dünya görüşünün etkisi şairin yalnızca kişiliği ile sınırlı kalmamış, doğal sonucu itibariyle şiirine ve şairlik duyuşlarına da etki etmiştir. Şair, kendisini tarif ettiği mısralarında şairlik ve kişiliği üzerine değerlendirmelerde bulunur. Bir yönüyle bu söyleyiş şairin madde ve mana karşısındaki durumunun tespiti niteliğindedir.
Manide naẓm kişverinün tâcdâriyem
Sûretde gerçi baĢı açuk bir kalenderem
Şairin karakterini oluşturan özellikler ile bu özelliklerin şiirine yansıması durumunda yakın bir bağ vardır. Hayâlî Bey hakkında gerek yakın dostu Âşık Çelebi gerekse de diğer tezkire yazarları tarafından yapılan değerlendirmeler şairin alçakgönüllü ve istiğna sahibi bir kişiliğe sahip oluşudur.
Hayâlî Bey Divanı'nda alçakgönüllülük duygusuna dair kullanımların çoğunda diğer şairlerde olduğu gibi bir tezat içerisinde verilmek istenilen düşüncenin ifade edildiği görülür. Şair için gökyüzündeki güneş gibi olmak durumuna erişmenin yegâne yolu alçakgönüllü olmaktan geçer.
Dilersen olmaga gün gibi âsumân-rifat
Yüzünü sâye-sıfat hâk-i râh ol yere ur
Alçakgönüllülük ile yükselme ve baş üzere yer edinme düşüncesini işleyen şairin kendi hayatında da bu durumun gerçekleştiği görülmektedir. Bu düşünceler paralelinde saray çevresinde çoğu şairin imrenerek baktığı bir noktaya ulaşması, onun bu söyleyişlerinin ayakları yere basan, sadece sözde kalmayan bir tavır takındığını göstermesi bakımından önemlidir. Alçakgönüllülük ve tok gözlülük kavramlarına şair değerlendirmelerde şairin bakışı, âlemin her türlü süs ve gösterişinden uzakta olmanın gerekliliğini vurgulamak yönündedir. Bu vurgusunda dervişlik kisvesine bürünme düşüncesini de atlamayan şair, abdal olup her türlü şan ve şöhretten geçmeyi salık verir. Şairin bu düşüncesinin altında da Kalenderîliğin temellerini teşkil eden her şeyden arınma duygusunun yattığı belirgindir;
Ey Hayâlî mâder-i aşkun bugün ferzendiyem
Ümmehâtından cihânun fârıgam âbâ ile
KALENDERÎ DERVİŞLERİN GERÇEK AŞK PEŞİNDE KOŞMALARI
Tasavvufi daire içerisinde adet ve alışkanlıkları, gerçekleştirdikleri ritüelleri yönüyle farklı bir yerde duran Kalenderîler kendilerini, dış görünüşlerinden iç dünyalarına kadar toplumun her kesiminden ayrı bir yerde konumlandırmışlardır. İlk olarak ortaya çıktıkları 9. yüzyıldan itibaren çeşitli baskılar ve sürgünlerle karşı karşıya kalmalarına rağmen zihnen bütün yönleriyle kabul ettikleri Melametîlik düşüncesinden ayrılmammışlar ve toplumun değer yargılarını önemsememişlerdir. Bu tarikatın klasik edebiyat içerisinde kimi şairler tarafından yoğun bir biçimde işlenmesinin altında âlemin gösterişine kapılmamak ve tarikatın temelinde yer alan tecerrüd kavramının ortaya çıkardığı durumların var olduğu söylenebilir. Kalenderî dervişlerin gerçek aşk peşinde koşmaları, kaba sofunun dilinden gönlüne inmeyen sözlerinin karşısında olumlu bir duruşun ifadesidir. (Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kalenderi Bir Şairin Divanı'ndan Yansımalar, Dr. Orhan Kılıçarslan)