Yaygın adıyla Divan şairi olarak bilinen ve aynı zamanda çok iyi bir gözlemci olan klasik Türk şairi şiirlerinde, çevrelerinde gözlemledikleri, gördükleri veya haberdar oldukları her türlü izlenim, olay, durum ve bilgiyi; eskilerin tabiriyle "zerreden küreye" hemen her şeyi, sınırlı nazım şekilleri ve fakat son derece zengin bir içerik ve konu çeşitliliğine sahip türler vasıtasıyla, elbette kendi sanat anlayışları çerçevesinde ve kendilerine has bir söyleyiş tarzıyla işlediler.
Klasik Türk şairleri bütünlük, harmoni, simetri ve orantı gibi estetiğin temel özelliklerinin yanı sıra işleve de büyük önem verirler. Kullandıkları her bir estetik nesnenin aynı zamanda bir işlev yüklenmesini bekleyen klasik Türk şairleri, icazlı söz söyleme hedefine ulaşmak için eserlerinde çiçeklere de yer vermişlerdir fakat klasik Türk şiirinde kendine yer bulan çiçek sayısı azdır. Bunun temel nedeni, klasik Türk şiiri estetiğine dâhil edilmekle birlikte söz konusu estetiğe işlevsel katkılarda bulunabilen çiçeklerin sayıca sınırlı olması... Bir diğer ifadeyle, bu şiirde kendine yer bulan sadece on dokuz çiçek klasik Türk şiiri estetiği içinde birer işlev yüklenebilmiş ve şiire konu olabilmişlerdir.
"Bu dünyanın nesneleri, ancak öteki dünyadaki misalleri sayesinde anlam kazanırlar"
Bahçe kültürünün ortaya çıkışını; yerleşik hayat, devlet ve istikrar gibi kavramlara bağlamaktadır. Bu gibi kavramlar aynı zamanda sanatın da kök salmak için ihtiyaç duyduğu zaruretlerdir. Böyle bir bakış açısıyla Türklerde bahçe kültürünün yukarıda sayılan üç faktörün bir arada sağlandığı dönemlerden sonra veya onlarla eş zamanlı geliştiği düşünülebilir.
ÇİÇEKLERİN KOKUSU HANGİ İLK ESERDEYDİ
Türk edebiyatında çiçeklerden ilk söz eden eser olarak Divânü Lügati't-Türk anılabilir. Söz konusu eserde çiçekler, ne klâsik Türk edebiyatının birer estetik unsur olarak beliren çiçekleri ne de "kültür" (insanlar tarafından yetiştirilmiş) çiçekleriydi.
"Sözü edilen çiçeklerin hepsi, hiç şüphesiz, kır çiçekleriydi. Göçebenin bahçeler tanzim edip kültür çiçekleri yetiştirmeye vakti yoktu. Yerleşik hayata çok erken geçenler de bulunmakla beraber, atalarımız genel olarak göçebe idi, bu bir gerçek. Göçebeliğin ilkellik olduğunu zannedenler itiraz ediyorlar, ama biz öyle düşünmüyoruz. Göçebelik ilkellik değil, kendine göre üstünlükleri olan farklı bir yaşama biçimi." Beşir Ayvazoğlu, Dede Korkut Kitabı'nda da çiçeklerin "iyileştirici" özellikleriyle şiire konu edildiklerini, çiçeklerin "işlev"lerine yoğunlaşıldığını söylemektedir.
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE ÇİÇEKLER
Klasik Türk şiirinde çiçekler, gerçekçi gözleme dayanarak icaz, üsluplaştırma, remiz ve ayetlerin okunması ve anlaşılması ekseninde kullanılır.
Şair okuduğunu, anladığını gündelik sözlerle ifade etmek yerine sanatsal bir dille ifadeye yönelir yani tasannu peşindedir. Bundan mütevellit üsluplaştırma, stilizasyon gibi taktikleri kullanır. Fakat tüm bu soyutlamaların, taktiklerin çıkış noktası gerçekçi gözlemdir. Aşağıdaki örneklerde de görüleceği gibi klasik Türk şairleri, nesneyi en ince ayrıntısına kadar gözlemledikten sonra onu şiirlerine konu edinirler. Aynı kaide çiçekler için de geçerlidir.
NEDEN DİVAN ŞİİRİNDE ÇİÇEK SAYISI SINIRLIDIR
Eğer şiir gözleme dayanıyorsa, şairler tüm çiçekleri gözlemlemiyorlar mıydı? Bu soruların yanıtını birbiriyle bağlantılı iki unsurda aramak gerekiyor: Bahçe kültürü ve İslam estetiğine dahil edebileceğimiz klasik Türk şiiri estetiği. Bir diğer ifadeyle, bahçe kültürü içinde yetiştirilmiş ve daha çok şehirlerde görülen; dolayısıyla yukarıda değinilen estetik algıya uygun olan çiçekler klasik Türk şairleri tarafından kullanılmış, birer gözlem nesnesi olarak şiirde yer almıştı. Estetik algının bir parçası haline getirilemeyeceği düşünülen çiçekler ise dışarıda bırakılmıştı. Aşağıda klasik Türk şiirinde kullanılan çiçekler tek tek sıralandığında da görüleceği gibi şairler estetik anlam yüküne sahip çiçeklere şiirlerinde yer vermeyi tercih etmişlerdi.
KLASİK ŞİİRDE ADI GEÇEN 28 ÇİÇEK VAR
"Klasik Türk şiirinde isimleri bizzat zikredilmek suretiyle, geçen 28 çiçek şöyledir: gül (verd), nesrîn, nesteren; lâle, şakâyıku'n-nu'mân; sünbül; nergis, ('abher), zerrîn, zerrîn-kadeh; nevrûz; benefşe (menevşe); yâsemin (semen, yâsemen); sûsen; nilûfer (nîlû-per, nîlû-berg), çadır çiçeği; reyhân, fesleğen; karanfil (karanfül); za'ferân; şebbû (şebbûy); zanbak; buhûr-ı Meryem, bahûr-ı Meryem; leylâk; merzengûş (mercanköşk), sedâb, lisânü's-sevr."
Her ne kadar sayı yirmi sekiz gibi görünse de aynı çiçeğin farklı isimlerini listeden çıkardığımızda elimizde on dokuz çiçek kalıyor.
Kitap sanatlarında kullanıldığı halde klasik Türk şiirinde kullanılmamış çiçek türleri de şunlardır: Haşhaş, gül hatmi, çuha çiçeği, bahar açmış meyve ağacı, çiğdem, calendula, ağlayan gelin, hezaren, kadife çiçeği, açelya, nerengül (katmerli düğün çiçeği), Peygamber çiçeği, Hasekiküpesi, Kasımpatı, kardelen, sümbülbeter, çanta çiçeği, yalınkat.
DİVAN ŞİİRİNİN GÖZDE ÇİÇEĞİ GÜL
"Klasik Türk şiirinde en çok dikkat çeken çiçek, tartışmasız güldür. Gülden sonra divan şairlerinin en çok kullandıkları çiçekse lâleydi. Sümbül, nergis, yasemin ve menekşe de klasik Türk şiirinde oldukça sık kullanılan çiçeklerdendi. Kullanıldıkları beyitlerin sayıları açısından dördüncü grubu; reyhân, sûsen, erguvân, karanfil, nilüfer, şebboy, za'ferân/ safran ve zambak oluşturuyor. Buhurımeryem, leylâk ve mercanköşk gibi çiçeklerin geçtiği beyitler ise istisna derecesinde az.
Gül
Klasik şiirde gül, daha çok sevgiliyle birlikte düşünülmüş; aynı zamanda peygamber efendimizin göstereni olarak şiire konu edilmişti.
Gülün kokusunu Resûl-i Ekrem'in terinden aldığına inanılır. Halk arasında, 'Gül koklamak sevaptır' sözü de daha çok bu çiçeğin Hz. Peygamber'in sembolü olmasından kaynaklanıyor.
Gül aynı zamanda, sevgilinin yanağı, yüzü, dudağı; kimi zaman şarap ve kadeh olarak da beyitlerde kullanıldı. Bunun nedeni gülün renk, şekil ve koku açısından sevgilinin mezkûr uzuvlarına teşbih edilmesi. Şekil itibariyle yüz, renk itibariyle yanak ve dudak ile müşabehet ilişkisi içinde olan gül, şekil bakımından kadeh, koku ve renk açısından da şarapla ilişki içinde düşünülmeye müsaitti.
Gülün yukarıda zikredilen estetik hususiyetlerinin yanı sıra şairlerce kabul görmesinin bir diğer nedeni de gül-bülbül ilişkisi içinde ve âşığın göstereni bülbüle karşılık sevgilinin göstereni olarak kullanılması. Bu da gülün klasik Türk şiiri estetiğinin en önemli iki unsurunu yani âşık ve maşuku açıklamakta ve anlatmakta önemli bir görev icra ettiğinin göstergesiydi.
Klasik Türk şiiri estetiği içinde gül, heyet olarak maşukun benzetilmesi vazifesini ifa ediyor. Gülün boyu ile sevgilinin boyu, gülün rengi ile sevgilinin yüzü ve yanakları, gülün nazlı yapısıyla sevgilinin nazı, gül-i ra'na ile sevgilinin hem âşık hem de rakibe yüz veren mizacı, bahar mevsiminde gülün açılmasıyla sevgilinin baharda gezintiye çıkması, gülün üzerindeki çiğ tanesiyle sevgilinin kulağındaki küpe, gülün dikeniyle rakip, gülün yapraklarının kat kat oluşuyla kulak arasındaki ilişki, gülle ilgili önemli estetik hususiyetler olarak dikkat çeker.
Lâle
Klasik Türk şiirinde ilk zamanlarda taşralı bir çiçek addedilen lâle, estetik bir unsur olarak kabul gördükten sonra en çok kullanılan çiçeklerden biri oldu.
"Gülden sonra klasik Türk şiirinde en sık rastlanan çiçek lâledir.
Ayrıca ilişkilendirildiği şahıslar arasında 'sevgili ve güzel', uzuvlar arasında 'yanak ve dudak', eşyalar arasında 'kadeh ve şarap', doğal ve kozmik öğeler arasında 'güneş, ay ve ateş', soyut kavramlar arasında da başta şiirsel terimler olmak üzere olumlu anlam ve çağrışım ifade edenler daha çok dikkat çekiyor.
Lâlenin klasik Türk şiirinde kolayca benimsenmesi ve sıkça kullanılmasının sebeplerinden birisi de lâle kelimesinin ve Allah lafzının aynı harflerle yazılmasıdır.
Sünbül/ Sümbül
Klasik Türk şiirinde gül ve lâleden sonra en sık kullanılan çiçeklerden biri olan sümbülün klasik Türk şiirindeki temel işlevi; sevgilinin saçı, zülfü, kâkülü vs. için doğal bir benzetmelik öğesi olarak değerlendirilmesine dayanır. Sevgilinin saçına, zülfüne ve kâkülüne benzetilmesinin nedeni koyu rengi ve güzel kokusu...
Klasik Türk şiiri estetiği açısından sümbül; renk, koku ve şekil boyutlarıyla önem arz etmektedir. Koyu rengi ve kokusu açısından saç ve kâkülle ilintili olarak düşünülmüş. Şekil açısından ise dağınıklık ve perişanlık mefhumlarını anımsattığından dolayı, dağınık saçın benzetileni olarak şiirimizde estetik bir kullanım olarak kendine yer buldu.
Nergis
Klasik Türk şairleri herhangi bir nesnenin dışsal özelliğine uygun, gerçekçi benzetmeler kurarlar. Aynı ilke nergis için de geçerli. Nergis, şekil ve renk bakımından göze benzediği için daha çok sevgilinin gözüyle teşbih ilişkisi içinde kullanılır.
Nergis hasta, sarhoş ve âşık; eşya arasından taç, külâh, kadeh, altın ve gümüş; kozmik öğeler arasından da yıldızlarla birlikte düşünülür
Klasik Türk şiiri açısından nergisin estetik önemi, beyitlerde onun mitolojik kökenine de vurgu yapılmak yoluyla telmihe konu olması ve gözle ilişkisinden dolayı şiire kattığı estetik hususiyet olarak zikredilebilir. Bu yüzden divanlarda maşukun mestane, mahmur, sâhir bakışı; âşıkın hasta, uykusuz bakışı nergisle temsil edilebilir.
Yasemin
Klasik Türk şiirinde yaseminle birlikte "uzuvlar arasından saç, zülüf, yanak ve sinenin; eşya arasından elbise, altın ve gümüşün; şahıslar arasından da sevgili ve güzelin daha çok dikkat çektiği anlaşılıyor.
Menekşe
Klasik Türk şiiri estetiği içinde kendine yer bulan çiçeklerden menekşe, başı eğik olduğundan klasik Türk şiirinde daha çok âşık için bir benzetmelik olarak kullanıldı.
Menekşenin âşığın müşebbehi olarak kullanılıyor oluşunun nedenlerinden bir diğeri de bu çiçeğin zayıflığıyla aşığın bedeninin zayıflığı arasında kurulan ilişkidir. Âşık, çektiği eza ve cefalardan dolayı bedenen zayıf düşer. Menekşe de incecik bedeninin zayıflığından dolayı her an yerinden çıkacakmış gibi bir izlenim bırakır bakan kişide.
Menekşenin renk açısından; zülf, kâkül, ben gibi sevgiliye ait hususiyetlerle kurduğu müşabehet ilişkisi onun koku olarak miskle beraber anılmasını da sağlamış. Dolayısıyla estetik olarak menekşe; şekil, renk ve koku gibi hususiyetler bakımından sırasıyla boynu bükük ve bedeni zayıf âşık, her biri koyu addedilen sevgilinin zülüf, kâkül ve beni ve son olarak miskle beraber anılmak yoluyla şiirde kendine yer buldu.
Reyhân
Siyah rengi ve kokusu dolayısıyla sevgilinin saçı, zülfü, kâkülü ve yanağındaki ayva tüyüne benzetilen çiçeklerin sayısı çoktur. Bunlardan biri de reyhândır. Burada da teşbih ilişkisi esnasında renk ve koku işlevlerinin ön planda olduğu göze çarpar.
Sûsen
Divan şairleri, sûsenle daha çok kılıç, tîğ, hançer ve şemşîr gibi keskin eşya ile ayrıca dil (zeban) ve asker gibi öğeler arasında ilgi kurmuşlardı. Klasik Türk şiirinde sûsen, şekil açısından diliyle bağlantılı hayallere konu olmuşken renginden dolayı da sevgilinin zülfüyle ilgili benzetmelerde kullanıldı.
Erguvan
Diğer çiçekler kadar sık kullanılmasa da şekil ve renk açısından şairlere değişik ilhamlar veren bir çiçek de erguvandır. Erguvanın "şarap, kan, kanlı gözyaşı ve sevgilinin yanağı gibi birbirinden değişik tasavvura malzeme olduğu tespit edildi.
Yine bu bitkisel özelliğinden ilhamla ilişkilendirildiği kadeh, yaş, kan, ateş, dudak, yüz, yanak, yara, yara izi, dil, boy, vücûd, sevgili ve âşık gibi öğeler erguvânın anlam çerçevesini tamamlıyor.
Erguvan estetik hususiyetinden çok rengi ile ön plana çıkan bir çiçek.
Karanfil
Karanfil, klasik Türk şiirinde az kullanılmakla beraber, birbirinden çok farklı öğelere benzetilmesiyle dikkat çeker. Diğer taraftan karanfilin anlam çerçevesini; yara (zahm) ve ben (hâl) ile yüz, yanak, boy, göz, çene (zenahdân), zülf, güzel, gelin ('arûs), sevgili, âşık, âbdâl, âbid, kuş ve yıldızlar (encüm) gibi değişik öğeler oluşturur. Karanfilin de erguvan gibi daha çok öne çıkan özelliği rengi yani kırmızılığıdır. İçinde kullanıldığı beyitlerde ya doğrudan ya da dolaylı olarak kırmızılık, çoğunlukla da âşığın kanı veya kanlı gözyaşı ilgisi bulunuyor.
Şebboy
Geceleri açması ve güzel kokması açısından dikkat çekmiş ve bu sebeple en çok sevgilinin zülfü ve saçlarıyla ilişkilendirilmişti. Ayrıca 'hâl, göz, sûfî ve hırsız' olarak algılanmasında da bu özelliğinin etkili olduğu anlaşılıyor. Bu çiçek, geceleri açtığı için herhangi bir özelliğiyle karanlığı, geceyi, gizliliği çağrıştıran öğelerle birlikte düşünülmüş. Gece kokusu anlamına da gelen şebbûy kelimesi siyah olan sevgilinin saçlarına, benine, gözüne; geceleri eve girdikleri için hırsıza ve sırrını ifşa etmedikleri için bir nevi gizli iş gördükleri için de sûfîlere benzetilmişti.
Za'ferân / Safran
Diğer çiçeklerin aksine sonbaharda açar ve sarı renk elde etmede kullanılır. Bu yönüyle daha çok âşığın yüzüyle (çehre, sîmâ, beniz, yanak) ilişkilendirilmişti. Yukarıda, erguvan maddesinde aktardığımız beyitte de görüldüğü gibi âşığın yüzü safran rengindeymiş gibi tasavvur edilir.
Zambak
Çağrışım alanı oldukça zengin olmakla beraber nispeten az kullanılmış çiçeklerden biri zambaktır. Zambak, beyazlığı ve zarafetiyle ön plana çıkar. Doğal olarak zambağın anlam çerçevesini; güzel, serdâr, yüz, zekân, parmak, yara, kirpik, boy, arz-ı hâl, kef-, Mûsâ, yed-i Beyzâ, Hz. Mûsâ, bâzûbend, şem', lû'bet, lûle, şiir, devât, name gibi öğelerin oluşturmasında bu ince, uzun, beyaz, güzel ve zarif özelliklerinin etkili olduğu aşikâr.
Buhûrı Meryem
İsminden dolayı Hz. İsâ'yı çağrıştıran buhûrı meryem sevgilinin zülfü, hâme, Hz. İsâ, Mesîh, ve yed-i beyzâ imgeleriyle birlikte kullanılır. Söz konusu çiçek çok az kullanılan bir çiçek olduğundan divanlarda buhurı meryemli kullanım bulmak bile zordur.
Leylak
Oldukça seyrek kullanılan bir diğer çiçek olan leylak ise "mor veya beyaz renkli, kuvvetli kokulu olması sebebiyle; sonuna nisbet i'si getirilerek, sevgilinin ayva tüyleri, zülfü ve elbisesini nitelemek üzere sıfat konumunda değerlendirilmiş.
Eftimûn
Klâsik şiirde daha çok sevgilinin saçının benzetileni olarak yer verilen eftimûnun, aynı zamanda sevda hastalığının tedavisindeki rolü ile ele alındığı görülür.
Nilüfer
Klâsik Türk şiirinde nilüfer, bilhassa şekil ve renginden hareketle, güneş ya da âşığın solan yüzünün sarılığı; hatta gökyüzünün maviliği için benzetilen olur. Suda yetişmesi ve su üzerinde bulunması nedeniyle gözü yaşlı tasavvur edilen nilüfer ayrıca,"seccâdesini suya sermiş, riyâzetten ötürü yüzü sararmış bir derviş" olarak tahayyül edilir.
KÖKLERİYLE DİVAN ŞİİRİNE TUTUNMUŞ AĞAÇLAR
Ağaçlardan klâsik şiirde daha ziyade su kenarlarında bulunmaları, sulanmaları, üzerlerinde yağmur ve çiğ damlaları bulunması gibi yönleriyle söz edilir. Yine divanlarda ağaçlar, başta sevgilinin boyu olmak üzere, türlü güzellik unsurları; âşık, gül, bülbül, çemen, gülzâr, fidan, dal, budak, yaprak, çiçek, meyve/yemiş ile benzetme ilgisi oluşturmuş, bilhassa tasavvufî metinlerde soyut kavramların benzetileni olmuştur.
Şairlerimiz aşklarına ilişkin türlü duygu, düşünce ve hâllerini ağaçlar ile onun ayrılmaz parçaları üzerinden dile getirmiş; bu çerçevede divanlarda en çok "servi, ar'ar (dağ servisi), sanavber (çam fıstığı), çenâr, şimşâd (şimşir) ve Tûbâ"ya yer vermişlerdi. Anılan ağaçlar kadar yoğun olmasa da "kâfur, sandal, misvak" vb. ağaçlara da divanlarda rastlandığı ve özellikle tıbbî/şifalı yönleriyle ele alındıkları görülüyor.
Bunların dışında kaynaklarda bilhassa tıbbî özellikleri veya şifalı yönleri olduğu belirtilen, ayrıca divanlarda çeşitli benzetmeler çerçevesinde değinilen; ancak bizim sınırlı sayılabilecek taramalarımız çerçevesinde ilgili beyit örneği tespit edemediğimiz "âbnûs/ abanoz, bakam, köknar, nârven, bân/bîd/söğüt, ûd/öd" vb. başka ağaçlar da bulunuyor.
Kâfur Ağacı
Klâsik Türk şiirinde kâfur, mecazen çok beyaz anlamında oluşundan da hareketle, daha çok sevgilinin bedeni, teni, özellikle de sinesi ve gerdanı için benzetilen olarak ele alınmakta, ayrıca sevgilinin ayva tüyleri, müşk ve âşığın yaralı bağrı ile birlikte söylenmekte.
Misvak Ağacı
Yapılan araştırmalar, misvak ağacının çok eski dönemlerden beri kullanılmakta olduğunu, misvakın dişleri güçlendiren, çürümelerini önleyen, parlamalarını sağlayan, diş etlerini sıkılaştıran, iltihapları kurutan ve ağız içi asit salgısını dengeleyen; aynı zamanda antiseptik özelliğe sahip "etilamin, filorid, silis, kalsiyum, fosfor, magnezyum, potasyum, sodyum, kükürt dioksit, sitasterol" vb. maddeler içerdiğini ortaya koydu. Klasik şiirde de bu yönüyle kullanıldı.
Sandal
Sandal ağacının klâsik şiirde daha ziyade güzel koku verici yönüyle ve âşıkla bağlantılı olarak ele alındığı görülür.
DİVAN ŞİİRİNİN DALLARINDAKİ MEYVELER
Klâsik şiirde, aralarında "ayva/eyvâ, nar/enâr, sîb/elma, şeftâli/ şeftâlû ve turunç/nârenç"in de bulunduğu birçok çeşidinin ayrıca redif olarak tercih edildiği meyveye, şiirlerde aynı zamanda belli bir çabanın sonunda elde edilen ürün anlamında kullanıldığından, çoğunlukla "saâdet semeri, mîve-i safâ, bâr-ı ümmîd, mîve-i bâğ-ı cihân, murat meyvesi"vb. kelime ve tamlamalarla birlikte yer verilir.
Bilindiği üzere, oluşmadan önce çiçek hâlinde olduğundan meyvenin aynı zamanda "berg ü bâr" şeklinde yaprakla birlikte anıldığı;"nârven, servi, söğüt"vb. ağaçların ise ayrıca meyvesiz oluşları üzerinde durulduğu görülür.
Ayva
Beyitlerde "âbî, ayvâ, bih, eyvâ ve havyâ" şeklinde de geçen; aynı zamanda " eyvâh, yazık" anlamına gelecek şekilde tevriyeli de kullanılabilen ayvaya klâsik Türk şiirinde renginin sarılığı, yuvarlak şekli ve üzerindeki havları sebebiyle daha ziyâde sevgilinin çenesi veya âşığın yüzü için benzetilen olarak yer verilmişti.
Bâdem
Beyitlerde "bâdâm, dıraht-ı bâdâm, gözleri bâdâm, gül-i bâdâm, helvâ-yı bâdâmî, nahl-i bâdâm, telh bâdâm, revgân-ı bâdâm, şükûfe-i bâdâm" vb. şeklinde yer verilen bâdem, klâsik şiirde daha çok göz ile birlikte anılmakta; ayrıca ağacı, beyaz ve pembe renkte açan çiçekleri, meyvesi, yağı ve meze oluşuyla geçiyor.
Bu çerçevede örneğin âşığın ağlamaktan ak düşen gözleri beyaz renkte açan bâdem çiçeğine; güzelliğini ortaya çıkaran beyaz elbisesi ve başındaki beyaz sarığıyla sevgili, bembeyaz çiçekler açmış bâdem ağacına benzetilir. Bâdemin bu şiirdeki temel işlevi ise sevgilinin gözü için benzetilen olmasıdır.
Hünnap
Beyitlerde rengi, şekli, suyu, tadı, mezesi ve şarabı olması bakımından konu edilen hünnap ile daha ziyâde "dudak, göz, kanlı göz, kınalı parmaklar, la'l ve akik taşı" arasında benzetme ilgisi kurulmuştur.
Hünnabın klâsik Türk şiirindeki asıl işlevi, "sevgilinin kırmızı dudağı" için benzetilen olmasıydı. Bu benzerliğe, hünnabın meyvesinin küçük, leziz ve renkli oluşu yol açmış olmalı.
İncir
Beyitlerde daha çok Arapçası olan "tîn" ile yer verilen, bazen de "encîr veya yemiş/yimiş" şeklinde anılan incir, klâsik şiirde hem gerçek anlamıyla, hem de içindeki tomurcukların yıldızlara benzetilmesiyle ele alınır.
Sevgilinin yanağı ve dudağı için bir benzetme unsuru olarak da kullanılan incirin sütünden hareketle, merheminden de söz edilir.
Nar
Klâsik şiirde "enâr" ve "rümmân" adlarıyla da yer verilen, aynı zamanda şiirde adı en çok geçen meyve olan nar, daha çok kırmızının değişik tonlarında bulunan küçük, sulu, ekşi veya tatlı tanelerden oluşan yuvarlak meyveleri ve renkli çiçekleri açısından dikkat çeker.
Bir diğer ifadeyle daha çok rengi, şekli, taneleri, suyu, tadı, çiçeği ve fidanı ile konu edilen nar, bazen kelimenin ateş anlamı da dikkate alınmak suretiyle tevriyeli bir şekilde kullanılmıştı.
(Derlenmiştir.)