Hayatını şiire adayan Uyar'ı annesinin tanımıyla 'içli bir çocuk' olarak biliyoruz. İlk kitaplarında bunu ortaya çıkarmasa da üçüncü kitabı "Dünyanın En Güzel Arabistanı"nda bu özelliğini söz sanatlarına yansıtarak etkin bir biçimde kullandı.
22 Ağustos 1985 senesinde siroz hastalığı nedeniyle kaybettiğimiz bu büyük ve yalağuz şairi, ölümünün 33. yıl dönümünde saygı ve sevgi ile anıyoruz.
ŞİİRE BAKIŞINI TÜMÜYLE DEĞİŞTİRDİ
1959'da yayımlanan Dünyanın En Güzel Arabistanı, Turgut Uyar'ın daha önce yayımlanan şiir kitaplarından dil, biçim ve içerik bakımından ayrı bir yerde durur. Uyar, Dünyanın En Güzel Arabistanı ile birlikte şiir anlayışını şiire bakışını, duygusunu bütünüyle değiştirdi. Daha önceden Garip akımı etkisinde kalarak oluşturduğu kitaplarından daha farklı bir alana yöneldi ve söz sanatlarının bol kullanıldığı bir akımı benimsedi. Bireyin iç dünyası, yalnızlığı ve açmazını eksen tutan bir yaklaşımla, dilde ve duyarlıkta yeni imkânları zorlayan bir şiirin peşinden gitti.
Modern bir sanat yapıtı niteliği taşıyan Dünyanın En Güzel Arabistanı hem ses hem de modernist yaklaşımlarla yeni imgeler kurma açısından Türk edebiyatında dönüm noktası olarak gösterildi. Kitapta dinin, geleneksel ahlâkın ve bunları yeniden üreten kurumların birey üzerindeki baskısı ve kentleşmenin, büyük kent yaşamının ve modern uygarlığın ürettiği şok yaşantısı ve rahatsızlık konuları hakim oldu.
HER CÜMLESİ AÇIK, OKURA ANLAM YÜKLEMESİ YOK
Uyar, Dünyanın En Güzel Arabistanı'ndaki şiirlerinde kendisini gizler ve okuru anlatıcıyla baş başa bırakır. Öykü ve tiyatro gibi şiir dışı türleri de kullanan Uyar, okura parçaları kendisinin birleştirebileceği bir dünya sunar. Kitapta benimsenen estetik anlayış, okurda tamamlanmamışlık, bitmemişlik hissini uyandıran, Turgut Uyar'ın deyişi ile de acemiliğin öne çıktığı biçimde bir estetik anlayıştır.
İlk kitaplarında etkisi görülen Garip akımı esintisi örneğine, her cümlesi açık olan ve okura anlam bakımından herhangi bir ilişki yüklemesi yapılmayan Arz-ı Hal'deki "Mersiye" adlı şiiri gösterebiliriz:
Büyük bir vatanseverdi,
İnkılâplar yapamadı,
Binalar falan kuramadı gerçi.
Sessizce çalıştı masasında.
Evrak kaydetti.
Ve tevazu gösterdi halince.
Nihayet vadesi yetti.
–Ecelin sunduğu şerbeti içti–
Allah rahmet eylesin,
Hüsnü Efendi.
ŞİİRLERDE İMGESEL YOĞUNLUK ÖN PLANA ÇIKTI
Turgut Uyar'ın dilindeki farklılık ise Dünyanın En Güzel Arabistanı'nın ilk şiiri olan "Geyikli Gece"de açıkça görülür:
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
Görüldüğü gibi dizelerde insanın iç dünyası betimlenirken, okura sürekli değil, kesikli ve birbirinden bağımsız bir şekilde anlam yüklemesi yapılıyor. İmgesel olarak da yoğunluk yaşayan şiirde süreklilik-kesiklilik ilişkisinin devam etmesi, Uyar'ın şiir anlayışındaki değişikliğin önemli bir göstergesi. Uyar, önceki kitaplarında yer alan şiirlerinde okura algılaması için hazır resimler sunsa da; Dünyanın En Güzel Arabistanı'nda okur, parçaları kendisi birleştirir. Bu durum Turgut Uyar'ın şiir anlayışındaki en önemli değişiklik olur.
MUTSUZLUĞUN ABLUKASINI KIRAN ŞAİR
Turgut Uyar hakkında yayımlanan en kapsamlı çalışma, Hüseyin Cöntürk'ün "Turgut Uyar" başlıklı çalışması. Ağırlıklı olarak Dünyanın En Güzel Arabistanı'nı inceleyen Cöntürk, Turgut Uyar'ın şiirlerinde "mutsuzluğun ablukası"nı kırmak için yedi yöntem bulunduğunu söyler. Bunları şöyle sıralar: "kötüleri iyileştirmeye çalışmak; alışamadığı kötü şeyleri sevmeye çalışmak; bayağılaştırarak kötü şeylerin dünyasının bir parçası olmak; alıştığı kötü şeylerden kurtulmaya çalışmak; iyisi ve kötüsü ile realiteyi bir oldu-bitti diye kabul etmek; realiteyi görmezden gelmek ve yedincisi hayâl evrenine kaçmak." ( Turgut Uyar'ın huzursuzluğu/ Fırat Caner)
İSMET ÖZEL'İN TURGUT UYAR ANEKDOTU
İsmet Özel, Turgut Uyar ile ilgili bir anısını şöyle aktarıyor:
"Ben edebiyat, şiir dünyasına ilk adımlarımı attığım sırada Ankara'da idim. Hüseyin Cöntürk çarşamba akşamları davet ettiği bazı insanları ağırlardı. O akşamlardan birinde Turgut Uyar ve ben karşı karşıya konuştuk. Ben biraz önce söylediğim sözlerin paralelinde bir şeyler söyledim. Bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada şairin sözü her şeyden önemli, mesela geçenlerde Peru'da bir futbol maçı sırasında halk tribünlerden indi ve kendilerine müdahale etmek isteyen polisleri dövdü. Yıl 1964. Yani 27 Mayıs ihtilalinin üzerinden 4 sene geçmiş geçmemiş. Türkiye'de böyle bir şey olması bahis söz konusu değil. Polis kelimesinin ne ifade ettiği yaşayanlar için bile tam yerine oturmuş değil. Biz o zaman bunu gazete-haber olarak öğreniyoruz. Ben dedim ki şairin söylediği şey dünyada olandan daha kıymetli olmalı dünyada bir şeyler oluyor hem o olan şeyi yansıtacaksınız yaşatacaksınız. Ama aynı zamanda ortaya bir şiir çıktığına göre başka insanların beslenebileceği bir şey de ortaya koyacaksınız, yani şiir başka türlü nasıl olur? Ne yapardın?
-Peki, dedi Turgut Uyar yani sen olsan ne yapardın?
-Valla gayret ederdim ki buna denk düşen bir mısra kurayım, daha sonra mısra ile yüz yüze gelen insanın beslenebileceği bir şey ortaya çıkarayım.
-Hayır dedi Turgut Uyar, böyle olmaz. Ne olmuşsa onu söyleyeceksin. Ben olsam şöyle söylerim dedi: "Peru'da halk polisleri dövüyor. Bir de sebep göstereceksin, aşktan."
"Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor"
Göğe Bakma Durağı
VAKAYI TESPİT EDEREK ŞİİRİ PARLATIYORDU
Turgut Uyar şiirini bu yaklaşımla inşa etti. Onun çok şairane ifade saydığımız şeyleri biraz önce aktardığım benimle olan mükâlemesindeki tavrı ile oluşmuş şeylerdir. Doğrudan doğruya hadisenin tespiti onun şiir kaynağı idi. Şiiri olaydan çıkarıyordu. Birinci kitabı Arzı Hal CHP'nin açtığı şiir yarışmasında derece almış ve Nurullah Ataç "ben zarımı onunla atıyorum" demiştir. İkinci kitabı Türkiyem. Bu iki kitap Türk şiirinin modern atılımının öncesinde yazılmış iki kitap. Yani Birinci Yeni dediğimiz Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat garip kitabını yayımlamasıyla beraber şiirdeki değişmenin içinde olan iki kitap bunlar. Daha sonra Türk şiiri 1954 ve 1959 yılları arasında son modern atılımını yaptı ve bu dönemde Turgut Uyar'ın yayımladığı kitabı (3. kitap) "Dünyanın En Güzel Arabistanı"dır. İkinci kitabı Türkiyem. Acaba bu "Dünyanın En Güzel Arabistanı hangisi? Yine Türkiye. Yani Uyar vakayı tespit ederek şiir parlatma metodunu benimsemiş. Bu sefer Türkiyem dememiş, Dünyanın En Güzel Arabistanı demiş.
"İÇLİ BİR ÇOCUK"
Babasının mesleği nedeniyle uzun yıllar ailesinden uzak olan Turgut Uyar, duygusal burukluklar nedeniyle naif bir kişiliğe sahipti. Bu ruh halini "Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem; "Yapma oğlum derdi ona; "o içli bir çocuk "sözleriyle açıklar.
Yatılı olarak 1941 yılında Konya Askeri Ortaokuluna giren şair, liseye Bursa Askeri Lisesinde başladı, 1947'de Askeri Memurlar Okulundan mezun oldu. Uyar, 1948'de personel subayı olarak ilk görev yeri ve o günlerde Kars'ın ilçesi olan Posof'a (Ardahan) tayin oldu. Daha sonra Terme Askerlik Şubesine, oradan da Ankara'ya atanan Uyar, Ankara'da, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Dairesi Başkanlığında üsteğmen olarak görev yaptı.
İlk şiirini, çocukluk döneminde âşık olduğunu söylediği kıza yazar:
"Güzeldir sevgilim her dakika her an
Güzeldir sözleri kaşı gözleri
Geçtiği her karış sönük topraktan
O anda fışkırır neşe özleri"
ŞİİR YAZMA İSTEĞİ YENİDEN DOĞDU
Turgut Uyar ile nasıl tanıştıklarını anlatan Tomris Uyar, o sırada Cemal Süreya'dan ayrılmak üzere olduğunu söyler ve şöyle devam eder: "1966 yılında ben zaten Cemal Süreya'dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul'a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu."
"MAKBERE MEZAR ADIYLA BİR NAZİRE YAZMIŞTIM "
Turgut Uyar'ın ailesi müzik duyarlılığı olan ve çeşitli enstrümanlar çalan bir aileydi. Şiir alt yapısında ailesinin sanata olan yakınlığının büyük rolü oldu. Çocukluk yıllarında şiir yazmaya başlayan Uyar, şiire nasıl başladığını şu şekilde anlatır:
"Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler ve romanlar. Liseyi bitireceğim yıl, Hayyam, Nedim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Hamit ve Haşim kıskıvrak tutmuşlardı. Taklit ettiğimi bile bile onlara özenerek, bildiğim ve becerdiğim kadar terkipli filan gazeller mazeller yazardım. Hatta Makbere Mezar adıyla bir nazire bile yazmıştım. "
Çılgın Hüzünlü
"Şimdi dolaşıp duruyor aramızda
Kıpkırmızı bir duygu olarak
Doğudan batıya bir güz halinde
Çılgın ve hüzünlü"
NURULLAH ATAÇ: "İLERİDE ÇOK İYİ BİR ŞAİR OLACAK"
Uyar'ın 1947'de "Yad" isimli ilk şiiri Yedigün dergisinde yayımlandı. Şair, 1948'de Kaynak dergisinin açtığı bir şiir yarışmasında ikincilik kazandı. Yarışmadan sonra, seçici kurulda bulunan şair-yazar Nurullah Ataç, birincilik adayının Uyar olduğunu açıklayarak, ileride çok iyi bir şair olacağını söyledi.
Uyar daha sonra şiir türünde kaleme aldığı ilk eseri "Arz-ı Hal" isimli kitabını 1949'da Kaynak Yayınlarından çıkarttı. Turgut Uyar'ın ayrıca en samimi şiirlerinden biridir.
Ben de günahkâr kullarındanım Allahım...
Bir "Kulhuvallahi" bilirim dualardan,
Bir de "Yarabbi şükür" demeyi doyunca,
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkar kullarındanım Allahım!...
1952'de "Türkiyem" adlı ikinci kitabını Nurullah Ataç'ın ön sözüyle yayımladı. Kitap, o ve sonraki dönemlerin ünlü şairlerinin kitaplarının yayımlandığı yayınevlerinden biri olan Varlık Yayınlarından çıktı. Şairin bu kitaplarında Garip şiiri ve Orhan Veli tesiri açık olarak yer aldı. Halk söyleyişine yönelmesinde ve Atatürk konulu şiirlerinde de Cahit Külebi etkisi görülür. "Dünyanın En Güzel Arabistanı" ve "Tütünler Islak" kitaplarında gerçeküstücülüğün aykırı sanat kriterleri ön planda oldu.
KALABALIKLARIN İÇİNDE YALNIZ BİR ADAM
Uyar, ilk olarak "Arz-ı Hal" kitabında yer alan "Yalağuz" şiirinde, "yalnız" kelimesini 18. yüzyıl Türkçesindeki karşılığıyla "yalağuz" olarak kullanarak, daha sonra "kendini kalabalıkların içinde yalnız hissetme" duygusunu şiirlerinde sıklıkla işledi, kentleşme sürecinin birey üzerinde yarattığı etkilerini değişik yönleriyle gözler önüne serdi.
İlk iki kitabındaki şiirleri hece şiirinin ve Orhan Veli Kanık etkisinin algılandığı ilk dönem şiirleri olarak bilinen Uyar, daha sonra Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Edip Cansever ve Cemal Süreya gibi şairlerin içinde olduğu İkinci Yeni akımına katıldı.
Bektaş yüce dağ başında -yalağuz-du.
Bektaş zaten doğduğundan beri -yalağuz-du...
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du...
YALAĞUZ
Uyarın, henüz öğrencilik yıllarında iken yaptığı evlilikten, üç çocuğu oldu. Ancak ilk eşi Yezdan Şener ile olan evliliği boşanma ile sonuçlandı. Daha sonra şair Ankara'da tanıştığı öykü yazarı Tomris Uyar ile evlendi. Turgut Uyar, 22 Ağustos 1985 tarihinde siroz hastalığı sebebiyle hayata gözlerini kapadı.
ESERLERİ
Şairin, sonuncusu şiirlerinin toplu basımıyla birlikte yayınlanan, toplam dokuz şiir kitabı vardır. Arz-ı Hal (Ankara,1949), Türkiyem (İstanbul, 1952), Dünyanın En Güzel Arabistanı (Ankara, 1959), Tütünler Islak (Ankara, 1962), Her Pazartesi (62–67 Notları) (İstanbul, 1968), Divan (Ankara, 1970), Toplandılar (70–73 Notları) (İstanbul, 1974), Kayayı Delen İncir (İstanbul, 1982),Dün Yok Mu (İstanbul, 1984).
YAD
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
Ve güzel gecelerim masallarla dopdolu.
Her şey, her şey güzeldi, gözyaşı, dünya, zaman,
Böğürtlen topladığım ıssız, tozlu köy yolu,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan.
Ufacık korumuzda dolaşırdım korkuyla,
Ve Allahı arardım serçe yuvalarında,
Bulamayınca dua yollardım akan suyla,
Göğü bulutlar saran bahar havalarında,
Dolaşırdım ufacık korumuzda korkuyla.
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ayı.
Ve kale duvarından yıkık mezarlıkları,
Bana korkunç bir devi hatırlatan kayayı.
Ve annemin taktığı mavi nazarlıkları,
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ayı.
Odanın ortasında yanan petrol lâmbası,
Ve bazan şimşeklerle aydınlanan geceler.
Bacamızın üstünde duran leylek yuvası,
Ne güzeldi ne güzel masallar, bilmeceler.
Odanın ortasında yanan petrol lâmbası.
Neş'elerim geride kaldı eski günlerde,
Güzel günlerim vardı yağmurlarla ıslanan,
O doğduğum diyarda, o kuru ıssız yerde,
Petrol değil masaldı lâmbalarında yanan
Neş'elerim geride kaldı eski günlerde...
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe Bakma Durağı
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım.
Acıyor
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor
Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
Acının Coğrafyası
Sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır
çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir
kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek
kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat
mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın
artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını
biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır."
Tomris
senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz
kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz
alır başımı erzincan'a giderim seni düşünmek için
dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor
kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için
bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur
ne var ki ıslanır gider coskunluğum durmadan
durmadan
dağ biraz daha benden deniz her zaman senden
hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan
kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm
seni övdüğüm zaman
güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda
seni övdüğüm zaman"
Çünkü herkesin bir gideni vardır
Herkesin
Bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü…
Çünkü herkesin bir gideni vardır,
İçinden bir türlü uğurlayamadığı...
Senfoni
Önce sesin gelir aklıma
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
Sonra cumartesi günleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.
Kırk kere söyledim bir daha söylerim
Savaşta ve barışta, karada ve denizde,
Düşkünlükte ve esenlikte
Zamanımız apayrı bize göre
Yanyana olduk mu elele
Aç kalsak ağlamayız biliyorum.
İçim güvercinleri okşamış gibi rahat
Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşam üstleri
Üstüste üç kere deniz, üç kere çınarlar.
Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum.
Arasıra düşmüyor değil aklıma
Yabancı kadınların sıcaklığı
Ama Allah bilir ya, ne saklıyayım
Yanında ihtiyarlamak istiyorum...
Umuttur
"Ben beni sevdikçe ey yar derdim artar daima"
Çünkü beni sevsen de
Güvenmezsin bana bilirim
Ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
Mesela her su gözyaşı olur
Her dönem bir hazin geçiş
Suya boşversem yanılsama
Aya baksam bir bulut
Sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar
Bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
Şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
Bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
Gene de soluğumuz
Bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
Ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
Mutlaka hatırlarsın bunu
Tut ki enver bırakır tehdidini
Ethem başlar
Çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
Apoletim sırmasız hatta hiç yok
Su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
Neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım bilirim
Aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
Ölüme direnerek şimdilik
Şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
Aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
Bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
Ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar
Sev beni, alış bana
Kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
Sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
Şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
Bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
Zorlayarak her bir yanı
Çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar
Aslında bir alıştırmadır umut
Öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-Baharı beklemeye benzer-
Hain ve olmayanadır çünkü
Umutsuzluğu taşır yanında
Oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
Önüne durulmaz mantığıyla doğanın
Yeşilden olma birim
Sudan gelme itmeyle
Umut yoktur
Kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
Çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
Bütün gümbürtüsüyle
Umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
Biri Asya'da biterken sözgelişi, Şili'de öbürkü başlar "
Fikriyat