Kapitalist sistemin, insanın bencil ve ikiyüzlü yanının eleştirildiği ölünemeyen ülke
“Ertesi gün hiç kimse ölmedi. Bu olay, yaşamın temel kurallarına taban tabana zıt olduğundan, insanların ruhlarında büyük bir huzursuzluğa neden olmuş, her açıdan etkilemişti, zira dünya tarihinin kırk ciltlik külliyatında göstermelik için bile olsa böylesi bir duruma rastlanmıyordu; bütün gün geçtiğinde, gündüzüyle gecesiyle, sabahıyla akşamıyla, yirmi dört saat boyunca, ne hastalıktan, ne ölümcül bir kaza sonucunda, ne de sonuna kadar götürülmüş bir intiharın neticesinde hiçbir şekilde hiç kimsenin ölmediği görülüyor, hiç kelimesi durumu özetliyordu.”
Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen 1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, 2010 yılında aramızdan ayrılan Portekizli yazar José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş'u, başladığı gibi bitiriyor: "Ertesi gün hiç kimse ölmedi."
"…bu ameliyat esnasında ölebileceğini düşündü, sonra bunun artık mümkün olmadığı aklına geldi, bilincinin açık olduğu son anlarda ise tekrar ölebileceğini düşündü, her şey bir yana gerçekten ölse, bir yönüyle ölümü yenmiş de olacaktı."
ÖLÜM BEKLENMEDİK BİR KİMLİKLE GELİYOR
Ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla insanların arasına nasıl geri döner?
Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla insanların arasına geri döner.
"Gece yarısına ramak kalmış, diye sözlerine başladı, can çekişir gibi görünen büyükbabam, saat kulesinin son vuruşundan biraz önce birdenbire gözlerini açtı, atacağı adımdan pişman olmuş gibiydi adeta ve ölmedi.
1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, 2010 yılında aramızdan ayrılan Portekizli yazar José Saramago, romanında, ölümün ortadan yok olduğu adı bilinmeyen bir ülkeyi anlatmaya "Ertesi gün hiç kimse ölmedi" diyerek başlıyor. Saramago'nun dili, kendine has üslubu ile bir serüvene dönüşen hikâyeleri okuyucuyu derinlere sürüklüyor. Öyle ya kime sorsanız ister, ölümsüz olmayı. Peki, bir gün gerçekten bu istek gerçekleşirse diye hiç düşünmüşler midir? Bu romanda iliklerinize kadar bu duygunun gel-gitlerini, olumsuzluklarını hissediyorsunuz. Ölüm bir gün ülkeyi terk ediyor ve bir kaos ortamı başlıyor. Daha sonra eflatun renkli mektuplar yolu ile tekrar dönüş yapıyor. Artık herkes ölümünü bir hafta öncesinden eflatun renkli mektuplar yolu ile öğrenecektir. Ama ölümün bile düşünemediği çok büyük bir kilit nokta vardır…
"Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş'u, başladığı gibi bitiriyor: "Ertesi gün hiç kimse ölmedi."
"EN BÜYÜK DEVRİM AŞKTIR"
Kitabını "evim" dediği eşi Pilar'a ithaf eden Saramago bir söyleşisinde "en büyük devrim aşktır" der. Okuyucuyu gülümseterek umut yoksunu bir dünyayı anlattığı Ölüm bir Varmış Bir Yokmuş'da da umudu aşkla buluştururken hiç ummadığımız bir sonla bizi baş başa bırakır.
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, toplumu, kapitalist sistemi, insanın bencil ve ikiyüzlü yanını eleştirel olarak anlatır. Kitapta noktalama işaretleri genel görevlerindeki gibi kullanılmaz, paragraflar yok denece kadar az. Karakter isimleri dahi yok. Saramago'nun bilinçli ve zekice tercih ettiği bu üslubunun anlatımı ne kadar güçlendirdiğinin farkına varmamak mümkün değil.
"Ancak gecenin geç bir saatinde yayımlanabilen resmi açıklamada başbakan, yeni yılın başlangıcından beri ülkede hiçbir ölüm olayının kaydedilmediğini teyit ediyor, bu tuhaf olguya dair yorumlarla çıkarımların sorumluluk ve görev bilinci çerçevesinde yapılmasını rica ederek, olanların talihin getirdiği bir tesadüfler silsilesinden, kozmik düzeyde gerçekleşen ve sürekliliği olmayacak bir düzensizlikten ya da zaman-mekan denkleminde istisnai nitelikli olarak rastlantıların bir araya gelmesinden ibaret olabileceği ihtimalinin de göz ardı edilmemesini istiyor, tüm bunlara karşın, hükümetin olabildiğince düzenli ve etkin çalışmak adına, konuyla ilintili uluslararası kuruluşlar nezdinde de temaslara başladığını vurguluyordu."
ROMANDAN ALINTILAR
-"Ölünemeyen ülkede her şey biraz önce anlatıya konu olanlar kadar kötü değildi, ruhları yoldan çıkaran, bedenleri ele geçiren ya da rüşvet kokan, dolu bir 'zarf geldiğinde, Bununla gidin de çocuklarınıza oyuncak alın, veya, yanılmış olmalısınız bu zarf bana değil, türünden yorumlarla geri verildiği eski zamanların iyi prensiplerinden geriye ne kaldıysa kirleten açgözlü maphia, her şeye rağmen kıvrık pençelerini, sonsuz yaşam ümidiyle, hiçbir zaman ölememe korkusu arasında bölünmüş toplumun tüm kesitlerine geçirememişti."
-"Sekreter makama girdiğinde, zarf genel müdürün masasının üzerinde duruyordu. Eflatun renkli bir zarftı ve alışılmadık şekilde, kendinden desenli gofre ketenin dokusu taklit edilerek Üretilmiş bir kâğıttan yapılmıştı. Eski bir havası vardı ve adeta daha önce kullanılmış gibi duruyordu. Üzerinde ne gönderene ait ne de alıcıya ait herhangi bir adres bulunmuyordu, ilkinin yazılmadığı durumlar olabilirdi ama ikincisinin yazılmaması vaki değildi, öte yandan zarf, geceleri kilitlenen ve kilidi biraz önce açılmış bir odada duruyordu, dolayısıyla bu odaya sekreterden önce kimse girmiş olamazdı."
-"Cenaze levazımatı, defin, yakına, nakliyat ve benzeri firmaların temsilcileri de aynı saatte meslek odalarının merkezinde bir araya gelmeye karar vermişlerdi. Ülke sathında örneğine önceki dönemlerde hiç rastlanmamış bir toplu ölüm meydana gelecekti ve binlerce ölü için aynı anda toplu cenaze levazımatı hizmetine ihtiyaç duyulacaktı, tek çıkar yol ellerindeki teknik imkânları ve insan kaynaklarını, diğer bir deyişle lojistik imkânlarını bir araya getirmek ve maliyetleri düşürmekti, böylelikle kar da büyük ölçüde artabilecek, pastanın dilimleri de katılım payıyla orannlı olarak bölüşülecek, demişti işkoluna ait meslek odasının temsilcisi, odaya kayıtlı üyeler bu kararı ölçülü ama gülücüklerle süslü bir alkışla karşıladılar."
-"Oysaki dünyayı anlayamadılar ve ne yaparlarsa yapsınlar anlayamayacaklar, çünkü yaşamlarındaki her şey geçici, eğreti ve çaresiz bir şekilde yok olup gidiyor, insanlar, tanrılar, her şey yok oluyor, hatta ben bile, mektupla ya da alışıldık yöntemlerle öldüreceğim kimse kalmadığında ben de yok olacağım, diye düşündü ölüm."
-" Kadın haline gelmiş olan ölüm, çantasından koyu renk camlı bir gözlük çıkarır ve bu yaz sabahı güneşinin ışıklarına henüz alışık olmayan insan gözlerini, oluşması kuvvetle muhtemel bir göz iltihabından koruma yoluna gider. Ölüm sokak boyunca, duvarların son bulup ilk binaların boy göstermeye başladığı noktaya kadar ilerler."
-" Ölüm yatağa döndü, adama sarıldı, o hiç uyumazdı ama bu kez daha ne olduğunu bile anlamadan uyku gözkapaklarını yavaşça örttü. Ertesi gün hiç kimse ölmedi."
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, José Saramago
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayınız...