Ali Fuad Başgil, kendi fikrî ve felsefî görüşlerine dayanarak hazırladığı Gençlerle Başbaşa, kendisinin gençlik üzerine verdiği konferansların genişletilerek yazıya geçirilmiş şekli. Gençlerle Başbaşa kitabında ahlak, başarı, irade, çalışma ile bunların yol ve yöntemlerine ilişkin konular işlenmiş. Kendisi de eğitimci olan Ali Fuad Başgil, kendi tecrübelerinden ve hayat hikâyelerinden de örnekler göstermiş.
Ali Fuad Başgil, bu eseri için, "Geleceğin ümidi olan gençleri, bunalımdan, iradesiz ve cesaretsiz yaşamaktan kurtaracak olan bu kitap; başarılı olmanın sırlarını göstermektedir" der. Bu doğrultuda eser, genç-yaşlı her yaştan insan için kılavuz niteliğinde.
Kitabın ithafını çocuklarına yapan Başgil, sonrasında kitabın basımı için sebebini açıklar.
BİR KÖYDE ONU AYDINLATAN KİTAP
Kitaba başlamadan önce ön söz olarak Fransa'da yaşadığı bir anısından bahseder.
Fransa'da öğrenci olduğu zamanlarda Fransız bir arkadaşıyla beraber, bir yaz tatili için yer ararken, Alplerin Isere Nehri eteklerindeki çam ormanları içine gömülmüş, Revel adlı bir köye yolları düşer. burayı çok severler ve pansiyon ararlar. Pansiyonda kalırken Mösyö Gerard (köyün papazı ve pansiyon sahibi) onlara bir kitap önerir ve mutlaka okumalarını söyler. Bu, Aix – Marseille Üniversitesi Rektörü ünlü eğitimci ve ahlakçı Jules Payot'un "İrade Terbiyesi" adlı kitabıdır.
Ertesi gün bu kitabı alıp okumaya başlayan Başgil, içerisinde özlem ve pişmanlıkla karışık, belirsiz bir acı duymaya başlar. Kendi kendine "Ah bu on sekiz – yirmi yaşlarında elime geçmeliydi." diye söylenir ve geciktiği için derin üzüntü duyar. Okuması tam iki gün sürer. Sonrasında Mösyö Girard, vakit buldukça okuması için mutluluk, başarı, karakter, irade üzerinde başka kitaplar da tavsiye eder.
Ön sözde Başgil, o kitapları da okuduğunu hatta bazılarını tekrar tekrar okuduğunu söyler. Ancak okuduklarını tam olarak uygulayabildiğini üzülerek söyler:
"İlim ne yazık ki pratik gerektirmez. Çünkü ilmin kaynağı zekâ, işin ise iradedir. İrade terbiyesinin en iyi şekilde sonuç verebilmesi için, ona erken başlamak gerekir. Alışkanlıklar kökleştikten ve huylar iyice yerleştikten sonra bu terbiye giderek zorlaşmakta ve sonuç vermek için Eyüp Sabrı istemektedir. Yalnız şununla avunuyorum ki, öğrendiklerime kendi kişisel bilgilerimi ve tecrübelerimi katarak gençlere daima öğretmeye çalıştım. Bütün hayatımda imrenip de kendimde tamamıyla gerçekleştiremediğim iyi huylarla onları bezenmiş görmeyi daima istedim. Ve bu yolda bir şeyler yazayım dedim. Ancak meslekten eğitimci ve ahlakçı olmayan için bu konularda bir esercik olsun yazmak kolay değil."
ESERİN DOĞUŞU ÇOK YAKIN
Nihayet, 1943-1944 ders yılının kışında Eminönü Halkevi yönetimi Başgil'den "Gençliğe Öğütlerim" başlıklı bir konferans vermesini istedi. Bu konferans geniş bir yankı uyandırdı. Dinleyicilerin birçoğu bu konferansın yazılı metnini teklif etti. Konferans, "Gençlerle Başbaşa" kitabının özet metni niteliğindeydi.
Daha sonra o metin genişletilerek Cumhuriyet Gazetesi'nde makale şeklinde yayınlandı. 1947 yılında Üsküdar Halkevi İdaresi de bir konferans istedi. "Terbiyenin Karakter Üzerindeki Tesiri" başlığı altında bu konferansı yaptı. Konferans metnini de Tasvir Gazetesi'nde yayınladı.
Az çok toplanan malzemeler kitabın ana hatlarını oluşturunca Başgil, metni biraz daha geliştirerek "esercik" dediği bu güncel eseri meydana getirdi.
Hazırlanan bu kitap, Mösyö'nün tavsiye ettiği kitaplar kadar uzmanlık eseri değildi. Ancak, fikri çalışma atölyesinin genç ve tecrübesiz çırakları için faydalı olabilecek bir rehberdi.
ZANAAT ÇIRAĞI İLE FİKRİ ÇIRAK ÜZERİNE
Kitapta özellikle dikkat çeken hususlardan bir tanesi çıraklar üzerinden yaptığı karşılaştırma. Zanaat üzerinden eğitim alan çırak ile fikri çalışma çırakları arasındaki farkı dile getirir. Başgil'e göre zanaat çırakları ustasından çalışmanın yöntemini, güçlüklerini yenmenin kolaylığını gösterir. Ancak fikri çıraklar çalışıp öğrenmenin yöntemini ve yönünü bilmezler, manevi destekten mahrum kalırlar. İşte yitirilen gençlerin usanıp bezmesinin, cesaretinin kırılıp ruhsal perişanlığa düşmesinin elzem sebebi de budur.
Burada okullara asıl görevi verir Başgil ve ilk öğrenimden yüksek öğrenimin sonuna kadar ve derece derece gençlere öğrenme ve yetişme yolunda güvenle yürümenin yöntemini öğretmesini; çalışıp başarılı olmanın sırlarını göstermesini gönülden ister.
"Biliyorum ki, bir gencin beklediği ve bir gençten beklenen de başarılı olmaktır. Yani okul sıralarında ise iyi bir şekilde öğrenimini bitirmek; hayata atılmış ise, toplum içinde umduğu ve layık olduğu yeri almaktır. Genç arkadaşım! Alçak gönüllülükle söylüyorum ki, sana burada bu amaca götürecek en doğru ve güvenli yolu göstereceğim" sözüyle kitabın yazılış amacını okuyucularına aktarır.
HER BAŞARI MUTLULUK GETİRMEZ
Başarı ve mutlu olmak arasındaki ilişki üzerinde de okuyucularını bilgilendirir. Başarılı olmak onun nezdinde mutlu olmak demek değildi. Ona göre mutluluk tamamıyla gönül işiydi ve insanın içindeydi. Onu kendi içimizden başka yerde sanıp aramak ve mutluluğu sırf servette, güçte, şöhrette görmek çölde serabı su zannetmekti.
"Yolcum! Ben sana bu esercikte başarı diyarının yolunu göstereceğim. Sen istersen, ondan ötesine gidebilir ve özlediğin mutluluğu bulabilirsin."
Ali Fuad Başgil, kitabında çalışmanın kanunları ve başarılı olmanın sırlarını şöyle özetler:
*Çalışmak için müsait gün ve saat bekleme. Bil ki her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.
*Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil ki her yer ve her köşe çalışmanın en müsait yeridir.
*Bir günde ve bir zamanda yapman lazım gelen bir işi ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi işi de kendine yeter.
*Bir zamanda yalnız tek iş yap, yalnız bir ders, bir kitap, hatta bir fasıl üzerinde çalış. Ta ki dikkatin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın. Bir zamanda birden fazla iş yapayım diyen, hiçbirini tam ve temiz yapamaz. Dünyaca ünlü büyük İslam mütefekkiri İmam Gazali'ye "İhya-u Ulumud-din" adlı muazzam eserini nasıl bir çalışma ile vücuda getirdiğini sormuşlar: "Bir zamanda yalnız bir fasıl, bir bahis, bir mesele üzerinde çalıştım" demiş.
*Başladığın bir işi, bir dersi, bir kitabı, bir vazifeyi yapıp bitirmeden başka bir işe, derse, kitaba ve vazifeye başlama. Yarıda kalan iş, başlanmamış demektir.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayınız...
ÇALIŞIRKEN DİKKAT ET EY GENÇ!
*Bir günün işini, dersini, vazifesini bitirdikten sonra ertesi gün ne yapacağına karar ver. Yahut hiç olmazsa çalışmaya başlamadan evvel, hangi iş, ders, kitap üzerinde çalışacağını düşünüp kararlaştır ve çalışmaya bu kararla otur.
*Bir işe başlamadan, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya oturmadan evvel düşün ve çalışman için lazım olan şeyleri yanında ve elinin altında bulundur. Ta ki ikide bir kalem, kâğıt aramaya kalkıp da dikkatin dağılmasın.
*Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında düşmanı gözetleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil. Ve bütün ruhi ve bedeni kuvvetinle kendini işe ver.
*Bir işe başlamadan evvel o işi, dersi, vazifeyi, kitabı en kısa bir zamanda, en kolay ve en temiz bir surette nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüt etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.
*Çalıştığın bir iş (bir ders, bir kitap, bir yazı) üzerinde herhangi bir güçlüğü yenmeden bir adım bile gerileme. Ve bil ki, yılgınlık maskeli bir tembelliktir. Gene bil ki, çalışma sevgisi güçlükleri yenmekten doğar ve kuvvetlenir. Güçlüğü yenmekten doğan manevi zevk, eşsiz bir zevktir. Emin ol ki, savaşta zafer ve işte başarı yılmayanındır. Kararlılık önünde güçlükler erir ve imkânsız görünen, mümkün olur.
BAŞARI İÇİN ZAMAN DİSİPLİNİ
*Devamlı ve düzenli çalış. Ve her gün aynı saatlerde ne olursa olsun çalışmaya otur. Çalışmayı uzun aralıklarla kesip terk etme. Hasta ve yorgun değilsen tatil aylarında bile yavaş ve az da olsa çalış. Ta ki çalışma alışkanlığın körlenmesin ve tekrar çalışmaya koyulmak için zahmet çekmeyesin.
*Bir iş üzerinde yorulursan dinlenmek için işini değiştir ve çalışma hızını yavaşlat. Fakat dinlenme bahanesi ile asla boş oturma. Boş oturanın içi, işlemeyen demir gibi pas tutar.
*Çok düşün. Ve bil ki, çalışmak, mutlaka hareket etmek veya okumak, yazmak demek değildir. Düşünen bir insan, maden kuyularında kazma sallayan işçiden daha çok çalışıyordur.
*Zihinsel çalışmalar için, aynı saatlerde devamlı ve düzenli bir biçimde, günde iki üç saat bile yeterlidir. Büyük İslam filozofu İbni Sina, dünyaca ünlü olan "Kitabüşşifa"sını, her gün sabah namazından sonra Bağdat'taki bir caminin kandili altında oturarak, kuşluk vaktine kadar, yani yaklaşık iki saat çalışarak meydana getirmiştir. Ünlü İngiliz filozofu Spencer, büyük eserlerini, günde iki saat çalışarak yazmıştır. Her sene bin, bin iki yüz sayfalık eser veren Fransız yazar Emile Zola'ya bu başarısının sırrını sormuşlar, "Her gün yalnız üç saat çalışır ve yazarım" demiş.
*Vazgeçme, genç dostum, vazgeçme! Damlaya damlaya göl olur. Ve aynı noktaya düşen damlacıklar, zamanla mermeri bile deler.
*Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma.
OKUMAKTAN VAZGEÇME
*Her gün iyi bir eserden yüksek sesle beş on sayfa oku. Bu sayede konuşma ve söz söyleme yeteneğin gelişir.
*Okuduğun bir kitapta rastladığın güzel bir parçayı veya orijinal fikri, yerini ve sayfasını işaret ederek not et. Bu şekilde biriktirdiğin notları bir dosyaya veya bir fiş kutusuna sırası ile yerleştir. Bir yazı yazmak veya eser yapmak istediğin zaman, bu notlar senin için zengin bir malzeme hazinesi olur.
*Başarılarınla gururlanma. Bil ki gurur gelecekteki başarıların en büyük düşmanıdır.
*Çalış, daima çalış, fakat hırsı bırak. Çünkü hırs, verimli çalışmanın, sağlık ve mutluluğun düşmanıdır.
TEMBELLİK ETME EY GENÇ!
Ali Fuad Başgil hoca, başarısızlığın yanında tembelliğe de değinir. Ona göre tembellik "Tembellik insan karşısına çıkıp da mertçe savaşan bir düşman değildir. Bilakis, eski peri hikâyelerindeki kahramanlar gibi şekilden şekle girip insanı bin bir hile kullanarak alt etmeye çalışan bir namerttir (korkaktır). Tehlikenin büyüklüğü de buradan gelmektedir." demekti.
Hoca, tembelliğin özelliklerini açıklamaya devam ediyor:
"Tembelliğin, yerine, adamına ve çağına göre girmediği kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur. Dilimizde aldığı çeşitli isimler de onun bu sinsiliğini gösterir. Tembelliğin adı havaîliktir. Bir adı gevşeklik, bir adı hoppalık ve züppelik, bir adı uyuşukluk, üşengeçlik, keyfine düşkünlük, ten severliktir. Tembellik herkesin karşısına her zaman aynı kılıkta çıkmaz. O, mesleksiz aktör gibi daima rol değiştirir. Bazen samimi ve iyiliği sever bir dost tavrı alır. Bazen en meşru bir mazeret kılığına girer; hasta olur, yorgun düşer ve herkesi hâline acındırır. Bazen tatlı bir dille konuşur ve gönül çeler. Onun kandırıcı bir felsefesi ve safsata ilmeklerinden örülmüş bir edebiyatı vardır."
TEMBELLİĞİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Tembelliğin kitabından sana bazı parçalar okuyayım da dinle:
*Adam sen de… Çalışanlar ne olmuş sanki?
*Üzme kendini şu ölümlü dünyada çalışmak yıpranmaktır.
*Hayat dediğin bir şanstır.
*Şansın varsa, her şeyin var demektir.
*Şansın yoksa kendini parçalasan da bir şey olamazsın.
*Zaten suyu getiren de testiyi kıran da bir.
*Sen testiyi kır, suyu başkaları getirsin de afiyetle iç…
*Hem bir işin olacağı varsa sırt üstü yatsan da olur, olacağı yoksa yırtınsan da olmaz.
*Hele dursun bakalım, şimdi şöyle yaslan da yarın sabah yaparsın.
*Hem sana çalışmak yaramıyor; iştahın kaçıyor, neşen sönüyor.
*Huy bu ya, ben bütün sene kitabı, defteri koltuğumda gezmekten; hele kütüphane köşelerinde pineklemekten hoşlanmıyorum…
*İmtihanlara şöyle yirmi gün kala kafayı vurur, dersleri hazırlar ve imtihanları mis gibi geçerim…
*Nedense benim yalnız imtihan üstü zihnime bir açıklık geliyor; sene içinde sanki uykudayım…
*Hem ne hacet var, muvaffak olanın ve olmayanın gideceği yer mezarlık değil mi?
*Dünyaya insan bir defa gelir; hayattan kâm almaya bak…"
Bir de çözüm önerisi var Hoca'nın:
"Yalnız şunu söyleyeyim ki eğer tembel isen ve tembelliğin uzvi bir hastalıktan ileri gelmiyor da ruhi bir gevşeklik, uyuşukluk, üşengeçlik, hoppalık ve havaîlik (önemsememek) şeklinde ise iradeni kullanmak suretiyle muvaffakiyetin bu düşmanını yenebilirsin. Eğer bedeni bir arızan varsa bunun ilacını hekimler bilir…"
( Gençlerle Başbaşa - Ali Fuad Başgil)