Kıymetli madenleri oyan kimse “Hakkâk”
Batı dillerinde gravürcü denilen hakkâk, yakut, zümrüt, akik gibi değerli taşlar, madenler veya ağaç eşya üzerine yazı ve şekiller kazıyan bir sanatçıydı.
Çok eskiden beri pek çok medeniyette görülen başlıca el sanatlarından birisidir. Bu sanat özellikle mühür ve damga işlemleri yapmak ihtiyacından doğmuş ilk çağ medeniyetleri, Mezopotamya Uygarlıkları, Sümer, Akat, Asur, Babil, Mısır, Roma ile Osmanlı Selçuklu ve İslam medeniyetlerinde revaçta olan bir sanat dalı olmuştur.
Hakkâk sözlük anlamı olarak hak işleri yapan sanatçı, oymacı; hak etmek ise, maden, ağaç taş üzerine elle yazı veya şekil oymak, yazı ve şekilleri kazıyarak silmek anlamlarına gelmektedir. Buna göre bir yazı yâda şekli tahta, metal, taş veya mermer üzerine kazıyanlara Hakkâk denir.
Bu sanatın geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Oğuz boylarının damgalarını kayalara kazıyarak günümüze ulaşmasını sağlayanlarda birer Hakkaktı, bu teknikle kumaş baskısı (ıhlamur ağacından hazırlanan yemeni baskı kalıpları) hazırlayanlarda birer Hakkaktır aslında. Matbaacılığın başlangıcında da bu yöntem kullanılarak yazı kalıpları hazırlanmıştır.
Nahhat ise sözlük anlamı olarak marangoz, doğramacı, ağaç oymacısı, taş yontucusu anlamına gelmektedir. Naht ise, ağacı yontmak suretiyle kabartma şekiller yapma, yontma, oyma sanatı olmaktadır. Hakkâk ile Nahhat arasındaki fark birinde düz zemin içeriye doğru kazınarak, oyularak çalışılmasıyla diğerinde yazının veya resmin kabartma halinde işlenmesinden ibarettir.
Hüsnü hat ve süsleme sanatının gelişmesiyle birlikte, özellikle camii süslemelerinde, mezar taşlarında, ahşap ağırlıklı süslemelerin sıklıkla kullanıldığı mekânlarda geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır.
Hattı-ahşap'da hat sanatı eserlerinin ahşap üzerine uygulandığı bir sanat dalıdır. İşte bu sanatın uygulayıcılarına da Nahhat denilmektedir. Aynı zamanda hem hattat hem hakkâk olan sanatçılarda bulunmaktadır. Buna Evliya Çelebi ve Ahmed Şemseddin Karahisari'yi örnek gösterebiliriz.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde en az 4 yerde mermer üzerine bizzat kendisinin yazdığı kitabelerden bahseder. Bunlar sırasıyla (1) Uyvar Kalesi'nde (Slovakya'da Nitra Nehri kıyısında) Sultan IV. Mehmed Han Camii (1074/1663), (2) Girit-Kandiye'de Sultan IV. Mehmed Han Camii (1080/1669), (3) Mora Yarımadası'nda Zarnata Kalesi'nde (1081/1670), (4) ve yine Zarnata'da Sultan IV. Mehmed Han Camii'ndeki kitabedir.
Evliya Çelebi'nin Zarnata'da Hünkâr Camii'nde yazdığı kitabe ile ilgili olarak Seyahatname'de şöyle demektedir:
"Zarnata'da ve Hünkâr Camii'nin mihrabı üzre mermerde Karahisari tarzı müzehheb hatt ile mihrab ayetini ve minber üzre Kelimei Tevhid ism-i celâllerin ve bâlâda tahrir olunan şikeste beste ve güfte tarihlerimermer üzre hakîr yazup hakkâki sikke-i mermerde kazup kala kapuları üzre koyup nice yüz gûne âsârı acîbeler edüp hakirin inşa ettirdiği tekyeme dükkânları vakf edüp tekyeyi gûya nûr etdim".
Ahmet Şemseddin Karahisari'nin hattatlığı yanında hakkaklığının delili de Şemseddin Sami'nin Kamus-ul Âlam' adlı ansiklopedik sözlüğünde ve Sicill-i Osmani'de bulunmaktadır. Buna göre: Karahisari, Südlüce'de Çafer Abad Tekke'si haziresinde yatmaktadır. Karahisari sağlığında iken mezar taşını kendisi yazmış, tarih kısmını ise boş bırakmıştır. Tarihi ise, Karahisari'nin vefatından sonra öğrencisi Hüseyin Çelebi yazmıştır.
Kaynak:
1- Mehmet Tütüncü, Yedikıta Dergisi, Evliye Çelebi'nin Bilinmeyen El Yazısı, Nisan 2011,s.20.
2-Sicill-i Osmani (Osmanlı Ünlüleri) Eski Yazıdan Yeni Yazıya Çeviren Mehmet SÜREYYA, Kültür Bakanlığı Ve Tarih Vakfı'nın ortak yayını Cilt 2, Tarih Vakfı Yurt Yayınları 30, İSTANBUL, 1996
3-Şemseddin Sami, Kamus-ul Alam (Osmanlıca)