Yorumcunun dini metni anlamaya çalışırken izlemesi gereken kaide: Hermeneutik
Düşünce/felsefe dünyasında sıkça kullanılan kavramlardan biri olan hermenötik/hermeneutik (yorumbilgisi), köklü bir geleneğe sahip. Hermenötiğin ana konusu, tarihsel, dinî ve edebî metinleri de ihtiva edecek şekilde en genel anlamıyla “metin yorumu sorunu”dur. Hermenötiğin yoğunlaştığı esas mesele ise yorumcunun metinle olan ilişkisidir.
Yorumcu-metin ilişkisine yönelik bu yoğunlaşma, hermenötik filozofları için başlangıç noktası ve meselenin bam telidir. Hermenötik terimi oldukça eski olup ilk kullanımı Hıristiyan teolojisine dair çalışmalarda söz konusu olmuştur. Bu çerçevede terim, yorumcunun dinî metni (kutsal kitabı) anlamaya çalışırken izlemesi gereken kaide ve ölçütleri ifade etmek üzere kullanılmıştır. Bu anlamıyla hermenötik, exegesis terimi ile ifade edilen "tefsir"den/yorumdan farklılık arz eder; zira exegesis terimi tefsirin/yorumun bizzat kendisine ve tatbikatına dair tafsilatlara işaret ederken hermenötik terimi "yorum teorisi"ne işaret eder.
Terimin bu anlama işaret etmesinin tarihsel kökeni 1654'e kadar geri gitmekte olup günümüzde de, özellikle Protestan çevrelerde, bu anlamda kullanılmaya devam etmektedir…
HERMENÖTİK TERİMİNİN KAVRAMSAL ANLAMI
Hermenötik hem kadim hem de yeni bir konudur. Modern dönemdeki uygulamalarda genişlemiş, ilahiyat alanından daha geniş bir alana intikal ederek tarih, sosyoloji, antropoloji, estetik, edebiyat eleştirisi ve folklor gibi bütün insan bilimlerini kapsar hale gelmiştir. Yorumcu-metin ilişkisine yoğunlaşması itibariyle bu konu sadece Batı kültürüne mahsus olmaktan çıkmaktadır, zira aynı konunun hem kadim/klasik hem çağdaş Arap kültüründe bariz bir varlığı söz konusudur.
Hermeneutik (yorumsama) kavramı, etimolojik olarak Hermes'e kadar gerilere götürülür. Tanrıların mesajlarını anlaşılması için insanların kullandığı dile çeviren Hermes'in bu edimi, Yunanlılar için "açıklama-açık kılma-açımlama ve yorumlama" gibi anlamlara gelmekteydi. Bu hermeneutiğin antikçağ anlayışı temelinde kullanımının ilk aşamasıdır. Kavram, daha sonraları 17.yy kutsal metin yorumlarında, tanrı mesajlarındaki örtülü anlamların kaldırılmasını amaçlayan bir disiplin olarak kullanılmıştır. Bu anlayışı da hermeneutik geleneğin ikinci aşaması olarak belirlemek mümkündür.
Çağdaş hermeneutiğin önemli temsilcilerinin de zeminini oluşturan bu kavramsal köken, ilk kez Schleiermacher tarafından yöntemsel bir şekilde epistemolojik değerlendirmeler yapabilmek için ele alınmıştır. 19. yy'ın başlarında kaleme aldığı "Hermeneutik Üzerine Dersler" adlı eserinde hermeneutiği, tüm metinlere uygulanabilecek bir anlama yöntemi olarak tasarlayan Schleirmacher, böylelikle anlama sorununu evrenselleştirmiştir. Schleiermacher'in anlama kavramını ciddiyetle ele alışı, kendisinden sonra gelen hermeneutik düşünürlerin çalışmalarını da büyük oranda karakterize etmiştir.
ÜNLÜ DÜŞÜNÜRLERDE HERMENEUTİK KAVRAMI
Schleiermacher'e göre anlama, metnin dehalar-arasılık temelinde üretken tekrarıdır. Bu tanım çevresinde metni anlamanın iki şartı vardır. Schleiermacher bu iki şartı dilsel ve psikolojik anlama olarak belirler. Yani metni anlamanın ilk yolu, yazarın dilini anlamaktan sonra da yazarın bireysel kimliğini anlamak geçer.
Hermeneutik gelenek içinde önemli bir yere sahip olan ve tarihsellik fikrini ısrarla vurgulayan Dilthey; "hermeneutiği bugün anladığımız anlamda doğa bilimlerinin yöntemine göre alternatif olarak tin (insan) bilimlerinin hizmetine sunan bir kişidir."
Alman Tarih Okulu içinde yetişen Dilthey, dünyanın nesnel bir şekilde bilinebileceğini öne süren pozitivist-empirist geleneğe karşı çıkarak doğa bilimlerinin egemenliği karşısında tin bilimlerine özerk bir olan sağlamayı amaçlamaktadır. Çünkü "açıklamayı" temele olan doğa bilimlerinin karşısında tin bilimleri " anlamayı" erek edinerek, bir başka deyişle, hermeneutik, tin bilimlerinin yöntemi olarak belirlenerek tin bilimlerinin bir sistemi oluşturulmalıdır. Oluşturulacak bu sistematiğin temeli de "yaşama felsefesi"ne dayanmalıdır.
Dilthey'in "yaşam" vurgusu, yaşanılanı bireysel yaşam olmaktan çıkarır ve ortak ereklere bağlar. Bu anlamıyla yaşantı, herhangi bir kavram değil, deneyimi ve insanın tinsel bütünlüğünü kucaklayan bir kavramdır ve yaşam felsefesi, yaşamın bütününü kavrama girişimi olmalıdır. Dilthey'e göre insan, yaşadığı müddetçe anlar ve insanların ortaklaşa paylaştıkları dünya anlaşılmayı zorunlu kılar. Bu durum da "anlama, kendi varlığımızın sübjektif sınırları içinden dışarı taşmak, başkalarına ait ruh durumlarını içten yaşamak, insanlık dünyasının bilgisini yaşayarak kavramaktır."
HEİDEGGER VE HEİDEGGER SONRASI HERMENEUTİK GELENEK
Birçok hermeneutik tarihçisine göre, çağdaş hermeneutik çalışmalarına yön veren en önemli isim Heidegger'dir. "Hatta hermeneutik geleneği Heidegger ve Heidegger sonrası diye ayırmanın kullanışlı bir sınıflanma olduğu düşünülmektedir." hermeneutik, Heidegger'le yepyeni bir boyut kazanmıştır. Çünkü Heidegger, geleneksel hermeneutikçiler gibi bir yaşam felsefesi kurma ya da yöntemsel bir arayışın çabasında değildir. Onun ontolojik temelli anlayışında hermeneutik, "ne metin yorum kurallarına ne de din bilimlerine ait bir yönteme işaret eder. Hermeneutik burada fenomelojik açıdan insan varlığının açıklanması anlatılmaktadır."
Heidegger'e göre, tin/insan bilimleri için ortaya konabilecek yöntemin meşrulaştırılmasında Diltey'in yaptığı gibi, açıklamayı anlamadan ayırmanın gereği yoktur. Çünkü anlama daima benim diyen varlık (varolan) olarak Dasein'ın var oluş biçimidir. Bir başka deyişle anlama, varoluşsal bir olaydır ve dünyanın daha ilk anlamlandırılmasından itibaren vardır.
Gadamer'e göre, Heidegger anlamayı bu şekilde algılayarak "hermeneutiğin en temel öğesini yakalamıştır." Hermeneutik deneyimin ve anlamanın Heidegger tarafından farklı bir geniş bir çerçevede kullanılışı, hermeneutiğin alanını, tek tek yapıtları anlamaktan tüm tarihsel varlıklara ve oradan varlığın anlaşılmasına kadar genişletmişlerdir.
Geleneksel hermeneutiği eleştirerek bir anlamda çağdaş hermeneutiğin kurucusu sayılan Gadamer, Heidegger'i takip ederek hermeneutiği ontolojik bir zemine yerleştirmeye ve evrenselleştirmeye çalışmıştır. Gadamer'e göre hermeneutik, yaşam terimiyle kapsanan bütün alanlarda kendini gösterir" ve bilimsellik iddiası (kaygısı) taşımaz. Ona göre hermeneutik, tin bilimlerine yardımcı bir disiplin (yöntem) olmanın ötesinde etkin– işlevsel bir tarih bilincidir.
Gadamer'in hermeneutikçe anlama kavramının bir başka merkezi imgesi de "ufukların kaynaşması"dır. Ufuk kavramı Nietzsche ve Husserl'den devralan Gadamer, kavramı, " belirli bir bakış açısından görülebilen her şeyi içine alan görüş sahası " olarak tanımlanır.
Gademer'in tüm çalışmalarının, düşüncelerinin bağlandığı temel nokta, hermeneutiğin evrenselliği fikridir. Ona göre hermeneutiğin evrenselliği, "bugün ile dün arasında dil dolayımında kurulan bağın yorumlama bağı olmasındaki evrensellikten kaynaklanmaktadır."
EDEBİYATTAN TEOLOJİYE KADAR BİRÇOK ALANDA ETKİLİ
Edebiyat teorisi -tarihsel gelişim süreci içinde- bu kavramın çeşitli yönlerini ele almaya çalışmıştır. Her yaklaşım -kendi tarihsel şartları çerçevesinde- bu yönlerden bir ya da bir kaçını diğerleri aleyhine ön plana çıkarıp önemine vurgu yapmıştır. Bu yaklaşımlara hızlıca göz atıldığında, klasik tecrübeden istifade ederek yorum sorunun çeşitli yönlerini kararlı bir şekilde tahlil eden sosyalist gelenekte bile metin-yorumcu ilişkisinin ihmal edilmiş olduğu görülmektedir. Sosyalist geleneğin temel söylemleri içinde -özellikle diyalektik söyleminde- metin-yorumcu ilişkisini ele almaya uygun bir zemin bulunuyor olsa da, bu gelenek içerisinde sorunun bu yönü edebi eleştiri düzeyinde ihmal edilmiş ya da en iyimser gözle bakacak olursak, muğlâk kalmıştır.
Batı kültüründe kimi farklılıklara rağmen yeni katkı ve açılımlarla gelişime devam eden hermeneutik gelenek, edebiyattan hukuka, edebiyattan teolojiye kadar birçok alanda etkisini arttırmaktadır. Bu anlamda hermeneutiğin yeni adlarından kısaca söz etmek yerinde olacaktır. Bu isimlerden ilki Ricoeur'dur. Ricoeur'un fenomenlojik hermeneutiği, Heidegger'in açtığı yoldan ilerler ve daha çok yorum -anlama sorunu üzerinde durur. Ricoeur'a göre her yorumun amacı "metin ait olduğu kültürel dönem ile yorumcu arasındaki mesafeyi kaldırmaktır."
Hermeneutik ile felsefe arasındaki ilişkiyi sorunsallaştıran ve hermeneutiğin İngilizce konuşulan ülkelerde (özellikle Amerika'da) tanınmasını sağlayan diğer bir felsefeci de Rorty'dir. Rorty'ye göre hermeneutik, epistemolojik özelliğe sahip bir disiplin değildir; tersine epistemolojinin reddiyle kendine dışa vuran, açığa çıkaran kültürel bir birliktir. Anlaşılacağı üzere Rorty'nin postmodernizmle temas halinde bulunan anlayışında, hermeneutik epistemoloji karşıtlığı belirleyici bir rol üstlenmektedir. Rorty'nin temel itirazı, felsefeyle epistemolojinin özdeşleştirilmesi ve hermeneutiğin epistemolojik bir alana çekilmek istenmesidir.
Hermeneutiğe yeni anlamlar kazandırma çabalarında, Almanya'da hermeneutiği toplum kuramı çalışmalarıyla ( özellikle ideoloji eleştirisinde) ele alıp verimli bir senteze ulaşmaya çalışan K.O. Apel ve J. Habermas "eleştirel hermeneutik" anlayışının en önemli temsilcileridir. Eleştirel hermeneutik anlayış genel olarak insan varlığında, yaşamında maddi-ekonomik ve toplumsal koşulların belirleyici olduğu fikrini temele alır. Örneğin Habermas, hermeneutiğin anlam, yorum ve iletişim konusundaki kavramları netleştirdiği için yararlı bir olanak görürken, toplumsalın eleştirisinde/yapılandırılmasında önemli sınırlılıkları bünyesinde barındırıldığını ifade etmekten geri kalmaz. (Hermeneutik (Yorumbilgisi) : Kısa Bir Tarihçe, medium.com)
SONUÇ OLARAK HERMENÖTİK
Hermenötik -Schleiermacher'de- doğru yoruma götürecek kurallar ve kriterler aramak üzere yola koyulmuş ve nihayet -son gelişiminde- edebî metinlerin yorumu için bir teori geliştirmiştir. Ancak başlangıcı ile geldiği nokta arasında çok önemli birçok düşünce ufku açmıştır ki bize göre bunlardan en önemlisi, dikkatlerin yorumcunun ya da sanat eseri ile karşılaşanın rolüne çekilmesidir.
Gadamer'in diyalektik hermenötiği, maddeci diyalektik açıdan bazı tadilatlardan geçirildikten sonra, sadece edebî metin incelemelerinde ya da edebiyat teorilerinde değil, aynı zamanda ilk dönemlerden günümüze kadar Kur'ân tefsiri çevresinde geliştirilmiş dinî geleneğin yeninden incelenmesi için de köklü bir başlangıç noktası sayılır. Böylece değişik görüşlerin nasıl birbirinden farklılaştığı ve her döneme ait Kur'ân tasavvurlarının ne ölçüde etkili olduğu görülebilecektir. (Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Hermenötik ve Metin Yorumu, Nasr Hâmid EBÛ ZEYD )