Zekât Bahsine Zeyl: Kibrin Aktif ve Pasif Hâlleri
İslâm'daki kurucu ibadetler arasında toplumsallık kısmının görece daha baskın göründüğü ibadet olan zekât bahsine ara bölüm ekleyerek "ibadette iştirak" bahsinin hikmetini anlayabiliriz belki. Zekât, insanın duygularını teşhirde etkili bir ibadettir, özellikle alış-veriş kısmı insanın sakladıklarını hemen izhar eder. Çünkü insana en çok tesir edecek şey, başka bir insanın onunla ilişkisi, bilhassa öteki insanla arasında kurulan eşitsiz ilişkidir. Böyle bir ilişki zekâtın tarafları arasında (alan ve veren) farklı tutumlar ortaya çıkarır, onlarda farklı hâllere yol açar. Bu özelliği nedeniyle bütün ibadetler arasında "âdâb" şartları en çok zikredilen ibadet zekât ve sadaka olmuştur. Hz. Peygamber'in hadis-i şerifleri zekâtın ve sadakanın icra keyfiyetini ve âdâbını neredeyse imanın göstergesi olarak açıklar. "Sağ elin verdiğini sol el duymayacak" ifadesinde dile gelen hassasiyet, zekât ve sadakalarda hemcinsler arasındaki ilişkinin zararlarından tarafları sakınma amacı taşır. Bu meyanda zekâtın insanda ortaya çıkarabileceği en tehlikeli hâl, üstünlük fikri yani "ben verdim" duygusunun oluşturduğu muktedirlik iken zekâtı alan tarafta ise alınganlık, minnet ve ezilmedir. Söz konusu hâllerin adları farklı olunca mahiyette farklı huylar oldukları düşünülür. Hâlbuki gerçekte öyle değildir. Hemcinsler arasındaki alışverişin insanda izhar ettiği hâller, tek bir huyda toplanabilir. O tek huy ise bütün günahların ve eksikliklerin kaynağı olarak hadislerde beyan edilen kibirdir.
Kibir denilince akla daha çok zenginlik, iktidar ve bilgi sahiplerinde görünen dışa vurumcu üstünlük hâli gelir. Kibri insanlara göre taksim etmek; bir kısmında daha çok, ötekilerde ise eksik bulunduğunu zannederek diğer görünümlerini ihmal etmek, insan olgusunu hiç anlamamak demektir. Kibir bütün insanlarda neredeyse eşit ölçüde bulunabilecek, insanın derin doğasında sabit ve yerleşik bir huydur. Hiçbir kibir insana büyük gelmez, hiçbir kibir insanın içindekini göstermeye yetmez. Aynı zamanda bir insanın kibri ötekinden az veya çok olmaz, insanların hâllerine göre kibir görünümler kazansa bile mahiyeti bir ve aynı olarak kalır. Kibrimiz insan olduğumuz kadardır ve herkesin kibri sadece insan olmaktan neşet eden bir insanlık hâlidir.
Kibrin en bilinen hâli makam, iktidar ve "devlet" sahiplerinde ortaya çıkan "dışa vurumcu" ve gösterişli hâldir. Bu kibir genellikle davranışlarda ihtişam, kılık kıyafette şatafat, sözlerde ve konuşmalardaki baskınlık, yerli yersiz kendini gösterme gibi yaygın bir tasannu hâli olarak ortaya çıkar. Kibir denilince akla en çok dışa vurumcu kibrin gelmiş olması, insan davranışlarını yönlendiren temel âmilleri perdeleyen bir yanılgıdır. Belki de kibrin dışa vurumcu hâli, kibrin türleri arasında en zayıf ve anlaşılabilir olanıdır. Buna mukabil kibir, "dışa vurum" şeklinde değil de pasif olarak ortaya çıktığında sorun çözümsüz hâl alır. Mesela kibrin en tehlikeli pasif hâli, öteki insanlarda görünen nimet ve iyilikleri hazmetmemek hâli olan haset duygusudur. Başkasıyla rekabet duygusunun yol açtığı haset, rakibin elinde olanın yok olmasını istemek şeklinde ortaya çıkar. Böyle bir durumda kibir, kendini ifade edebilecek bir imkân bulamamış, saklanmış, pasif bir hâlde öteki insanlara saldırma yollarını aramıştır. Kibrin en yıkıcı hâllerinden birisi budur.
Pasif kibrin en tehlikeli ve yıkıcı hâllerinden biri ise karmaşık bir duygusallıkla beslenen kırılganlık ve incinme hâllerine yol açan beklentili kibirdir. Kibir, dışarı çıkma ve kendini gösterme imkânı bulamadığı ölçüde içe döner, pasif bir hâlde saklanır, kırılma ve incinme hâlleri ortaya çıkartır. İncinme duygusu insanın varlıkla ve hayatla ilişkisini daraltır, öteki insanlardan sınırsız ve nihayetsiz beklentinin sonucu olarak birçok ıstırabın sebebine dönüşür. Sûfîlerin "derviş gönülsüz olmalı (beklentisiz)" veya "incinmeyeceksin" diye dile getirdikleri tavsiyeler, pasif kibrin devasıdır. İncinmek duygusu kendini yücelterek zarafet, hassasiyet, duyarlılık gibi "muteber" formlar içinde kendini saklama imkânı bulabilir. Hâlbuki insan neden incinir diye sormaya başladığımızda, ulaşabileceğimiz netice bellidir: Nedensiz beklentiler, içinde saklanan fakat bir türlü ifade imkânı bulamadığı üstünlük fikri ve bu üstünlüğün insanlarca kabullenilmemiş olması! "Kadrim kıymetim bilinmedi" ifadesi, pasif kibrin en yaygın anlatımıdır.
Kibrimiz, biricikliğimizi korumak üzere harekete geçtiğinde bizimle öteki arasına sınır ve çerçeve çizer, sınırın bir yanını bizim dünyamız olarak belirler, öteki dünyaya ise "tiksinme" ile yaklaşmaya yol açar. Tiksinmek, ben ile öteki arasındaki en keskin ayrımların neticesidir ve tam bir pasif kibirdir. Tiksinmenin ölçeğini belirleyen ise temizliğin "ben"in görünme aracı haline gelmesini sağlayan temizlik takıntısıdır. "Temiz olan benim" duygusu tiksintinin esas nedenidir.
Son olarak üzerinde durmamız gereken pasif kibir hâllerinden biri de incinme ve kırılmanın yol açtığı derin öfke, öfkenin dışa vurumlarından biri olan acımak duygusu, keskin bir üslûpla ötekini yargılamak, daha sonra öfkenin duygulara yerleşmesiyle yaşanan kindarlıktır. Kindarlık, incinme ile başlayan "pasif kibir" hâlinin zararlı sonuçlarından biri olduğu kadar zihni perdeleyen ve düşünmenin yerine yargılamayı koyan bir düşünememe nedenidir. Kindarlık, pasif kibrin insanı içine hapsettiği mağaradır.
Ekrem Demirli