Arama

Ehl-i Sünnetin Kelime-i Tevhidi: Sonsuz Kudrete ve Sınırsız İradeye İnanmak

Ehl-i Sünnetin Kelime-i Tevhidi: Sonsuz Kudrete ve Sınırsız İradeye İnanmak
Yayınlanma Tarihi: 14.03.2024 09:20:14 Güncelleme Tarihi: 19.03.2024 15:30
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Tanrı'nın tikellerle ilişkisinin doğrudan ve bilfiil gerçekleşebileceğini kabul etmek, antropomorfik, yani insan biçimli Tanrı telakkisinin en önemli yönünü teşkil eder. Tanrı sınırlarını ve anlamını bir türlü kavrayamadığımız "tümel" bir ilişki üzerinden "tümelleri" var ederek âlemle ilişki kurar demek yerine, Tanrı sivrisineği yaratıyor, karınca ile konuşuyor, arıya ilham ediyor demeyi mümkün kılan şey Tanrı'nın iradeli varlık olarak telakki edilmesidir. Öyle ki bu ilişki dahilinde Tanrı, âlemle ve insanla ilişki ve irtibat içinde bulunuşu nedeniyle hadiseler ve başkalaşma dünyasına girer, o dünyayla etkileşim içinde tasarrufta bulunur. Bu meyanda söz gelişi Tanrı yaratır, gelir, konuşur, bilir-öğrenir, râzı olur, öfkelenir, intikam alır vs. Bütün bu fiillerin ve niteliklerin sebebi olmak üzere Tanrı'nın yüzü, elleri, gözleri vs. olur. Hadiseler dünyasıyla ilişkili olmak, Tanrı'da daha önce bulunmayan bir hal veya durumun ortaya çıkabilme ihtimalini beraberinde getirir. "Tanrı mutlak anlamda bir ve basittir" demek O'nda herhangi bir değişme, başkalaşma, irtibatlı ve ilişkili olmaktan kaynaklanan yeni bir hal "hâdis olmaz" demektir. Filozofların Tanrı'nın birliği ile kadim ve müteâl (yaratılmış olanların dünyasından uzaklık) oluşu arasında kurdukları zaruri ilişki, O'nun hâdisler âleminden uzak kalmasını gerektiriyordu. Böyle bir bakış açısıyla Tanrı'yı tenzih etmek ise Tanrı'nın aşkınlığını korumanın imkânını gösterirken tikellerle ilişkisini izahı belirsizleştiriyordu.

Gerçekte dine inanmak, insan için kendisiyle ilişkili ve irtibatlı Tanrı'ya inanmak demektir. Böyle bir durumda din, insanı başkalaştırır, onu kemale taşır, O'nunla irtibatlı bir şekilde hadiseleri ve hayatın bütün yönlerini yorumlama imkânı elde edebilir. Bu nedenle dinî düşünce geleneklerinin Tanrı hakkındaki en güçlü kavramı O'nu iradeli varlık olarak kabul eden yaklaşımdır. Müslüman düşüncenin ana akımını teşkil eden hemen bütün geleneklere göre tevhidi konuşmak, hiç kuşkusuz, Tanrı'yı kâdir-i muhtâr yani iradeli ve kudretli olarak konuşmak, O'nun her şeye gücünün ve iradesinin yetebileceğini benimsemek demektir. Tevhidin gerçekte bundan başka bir ilkesi yoktur. Bunlar, yani kâdir ile muhtâr iki niteliğin fail halleridir. Söz konusu iki nitelik, Tanrı'da kadim olarak bulunduğu kabul edilen kudret ve iradedir. Bununla birlikte her iki niteliği önceleyen daha üst bir ilke ise bilgidir. Tanrı'nın bilgisi bahsinde nazârî ekoller arasında az çok farklı yaklaşımlar bulunsa bile, Tanrı'nın kendini ve her şeyi bilen olduğu konusunda bütün akımlar hemfikirdir. Din ile felsefe arasında esas çatışma ve ayrışma bilgi niteliğinde çıkmaz (ki gerçi nitelik olarak isimlendirmede ayrışabilecekleri kesindir). Çatışmanın ortaya çıktığı en önemli neden, irade meselesidir; kudret ise iradeye bağlı ikinci konudur.

Tanrı'da iradenin bulunup bulunmadığıyla ilgili düşünce tarihindeki seçeneklerimiz sınırlıdır, daha doğrusu kadim zamanlardan beri ortaya atılan yaklaşımlar iki kısımda mütalaa edilebilir. Bunlar, Tanrı'nın zatı gereği fail olduğunu söyleyerek Tanrı'da bir tür cebriliği ve zorlanmayı kabul eden (iktiza-i zati) teori ile Tanrı'nın mutlak iradeyle hareket ettiğini düşünen dinî düşünce mensubu kelamcıların teorisidir. Filozoflar Tanrı'yı iradesiz düşünmekle gerçekte O'nu Tanrı olmanın gereğiyle yücelttiklerini düşünmüşlerdir. Çünkü irade ancak insan ve mümkün varlıklar için değer ifade edebilir, ancak onlar gibi farklı duygu ve düşünceler tarafından çelinme ihtimali taşıyan varlıklarda konuşulmaya değer bir konu olabilir. İradeli insan dediğimizde maddi yapısından neşet eden arzu ve duygularına karşı bilgisini yeğleyen, bilginin gösterdiği istikamete doğru koyulurken öteki ihtimallerce çelinmeyen kimse demektir. Bu durumda irade, insan için övülen bir nitelik haline gelirken zihnin insanı zabt ü rabt altına almasıyla özdeşleşir. İnsanın zihin ile bedeni arasındaki çatışmada doğruyu gösterebilme imkânıyla yüceltilen irade niteliğini Tanrı için geçerli saymak tam bir yanılsamadır diye düşünür bir metafizikçi filozof ve ekler: Tanrı'dan tek bir fiil çıkar ve bu fiilin alternatifi olmadığı gibi bir nedeni hatta gayesi bile yoktur. Çünkü gaye bile halihazırda olmayan bir eksiklik anlamına gelerek Tanrı'daki kemâlle çelişir. O zaman iradeyi savunmak, tam bir "insan biçimli" anlayışla Tanrı hakkında hüküm vermek demektir. Dinî düşünce ise bunu reddederek insan ile Tanrı arasındaki ontolojik bir irtibata taşımakla dinin zeminini inşa eder. Bunun yolu Tanrı'yı iradeli ve kudretli bir varlık sayarak insanın tüm varlığını böyle bir Tanrı'ya yönlendirmek üzere onu terbiye etmek etmektir. O zaman tevhid, iradeli ve kudretli Tanrı'ya iman etmek, dindarlık ise bu imanın gereğiyle hayatı anlamak, bu imanın yükümlülüklerine uymak demektir.

İradeli bir Tanrı telakkisinin birçok tartışmayı ortaya çıkardığı kesindir. Bunlar uzun zamandır kelam ve tasavvuf bilginleri tarafından genellikle sonuçsuz kalan meşakkatli bir emekle tartışılmıştır. Kelamcıların hiçbir zaman nihai çözümü olmayan böyle tartışmaları bıkmadan yapabilmeleri düşüncenin hoş örnekleri arasında yer almıştır. Bu meyanda onların, filozofların dile getirdikleri birtakım tehlikeleri göz önünde bulundurduklarını belirtmek gerekir. Kelam geleneğinde "tevil" yapmanın esas gayesi budur. Fakat kelamcılar daha çok iki hususa odaklanmışlardır ki gerçekte iradeli Tanrı telakkisinin sonuçları bunlardı: Birincisi, Tanrı'nın fiilleri mutlak iradeyle gerçekleşiyorsa âlemde nizamın varlığından söz etmek hangi anlamda mümkün olabilir. Bu sorun doğada başta olmak üzere geniş çaplı bir zeminde "nedensellik" ve mahiyetler sorununu tartışmak demekti. İkincisi ise Tanrı'nın iradesi varsa ve her şey O'nun iradesiyle gerçekleşiyorsa insan iradesinden nasıl söz edilebilir? İnsan fiillerinin gerçekte faili kimdir? Bu sorun daha mühim bir sorundu çünkü bu sorunun neticesinde insanın yükümlülüğünü temellendirmek mümkün olabilecekti. Sünnî kelam bu iki soruya da kesin bir cevap bulamadı. Bunun yerine başka bir yöntemle tevhidi bir karara bağladı: Tanrı'nın iradesinden taviz verilemez, insanın ise iradesini açıklamak mümkün olmasa bile, yükümlü oluşundan vazgeçilemez. O halde Tanrı mutlak ve sınırsız irade ve kudret sahibi, insan ise yükümlü varlıktır. Tevhidin, bir dindarın hayatındaki yansıması budur.

Ekrem Demirli

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN