Zekât Alan İçin Mülkiyet: Yoksulluk ve Arınmak
Zengin insan için "zekât" kayıtsız şartsız anlamda Hakk'a ait olan mülkiyetten insana düşen payın sadece sınırlı bir tasarruf olduğunu tasdiktir. Bir ibadette iman ile amelin aynı anda ortaya çıkmasının örneklerinden birisi zekât ibadetidir. İman zekâtta niyet kısmında ortaya çıkarken amel ise "ihraç" yani malın bir bölümünü belirlenen sınıflara ulaştırmakla tamamlanır. Bu durumda zekât iki ibadeti aynı anda içerir: İman, yani mülkiyetin kime ait olduğuna iman etmek (niyet), ikinci kısım ise bunun yerine getirilmesi ve tasdikidir. Haddizatında bütün ibadetlerde niyet, imanın temsili olarak bulunur. Bu itibarla niyet, ibadeti imana bağlayan veya imanın ibadete uzamasını sağlayan köprüdür. Amel ve ahlak diye bir ayrım ortaya koyacak olursak, niyet ahlak adını almaya daha yakın olur. Öyleyse zekât bu tasdik sayesinde temizlenme ameliyesi haline gelerek, insanı ve onun zihnini "kirlerden" arındırır. Hz. Peygamber "Müminin niyeti amelinden hayırlıdır" dediğine göre zihni esas temizleyenin niyet, daha doğrusu mülkiyetin kime olduğu hakkındaki iman olduğunu düşünmek mümkündür.
Peki zekât ibadetinde verenle ortaklaşa ibadeti cira eden yoksulda temizlenme nasıl olabilir? Doğrusu zekâtı alan yoksul için de temizlenmenin aynı cihetten ele alınabileceğini belirtmek gerekir. Başka bir anlatımla zengin için zekât zihni ve ruhu "maddi bağlardan" ve mülkiyet tutkusundan arındırma (tecerrüt ve tecrit) ameliyesi olduğu gibi yoksul insan için de zekât aynı işlevi görecektir. Böyle bir bakış açısıyla zekâtı maîşet temini olarak değil, arınma ameliyesi şeklinde ele almak ve bütün toplumsal sınıflar arasında ortaya çıkan farklı kirlenme türlerine karşı bir riyazet ve terbiye yöntemi olarak bakmak zorunludur. Yoksul insan zekâtı "geçinmek" ve maîşetini tedarik etmek üzere değil -maişet tedariki zekâtın amacı değil, dolaylı bir sonucudur-, temizlenmek üzere alıyor olmalıdır. Dikkatimizi zekâtın formel kısmına ve toplumsal sonuçlarına verdikçe, temizlenme, daha teknik bir anlatımla zihinsel arınma süreci kaybolur, yardımlaşmanın yol açtığı duygusallıklar yeni ve daha ciddi kirlenmelerin sebebi haline gelir.
Bir hadis-i şerifte geçinmek ile temizlik arasında bir irtibat kurulmuş, yoksulların dikkati ihtiyaç duydukları halde taharete çekilerek, âyet-i kerîmede zekâtla ilgili zikredilen temizlenmenin onlar için de geçerli olduğu ima edilmiştir. Hz. Peygamber kendisine yoksulluktan şikayet eden bir sahabesine "Temizliğe (taharet) devam edin ki rızkınız genişlesin" diye tavsiyede bulunmuş, temizlenmeyi üst ilke sayarak yoksulluğun yol açtığı veya açabileceği zihinsel ve ahlaki kirlenmeye karşı müminleri arınmaya çağırmıştır. Gerçi hadis-i şerifte temizlenmenin tam olarak neyden olduğu belirtilmiyor, kirlenmeyi ortaya çıkartan şeyin yoksulluk olduğu beyan edilmiyor. Bununla birlikte hadis-i şerifte belirtilen taharetin mal ve mülkiyet tutkusunun yol açtığı kirlenmeyle ilişkili olduğu düşünmek mümkündür. İnsanı kirleten mülkiyet tutkusudur ve mülkiyet her iki durumda da insan için bir kirlenme vesilesidir: Yokluğu halinde bir tür, varlığı halinde başka türlü zihnin kirlenmeye yol açarak zihnin hakikati idrakini engeller, insanı şaşı hale getirerek dünyayı görmesine perde olur. Temizlenmek bu kirlenmeye yönelik bir tavsiye olarak ortaya çıkmıştır.
Temizlenme ile yoksulluğun aşılması arasındaki irtibat günlük hayat tecrübesinde fark edilmesi mümkün olmayan bir durumdur. Bu itibarla Hz. Peygamber'in hadis-i şerifini veya âyet-i kerîmeyi ahlaki ve belki metafizik ilke şeklinde düşünmek gerekir. Bir âyet-i kerîmede "İstiğfar edin ki Allah size gökyüzünü yağmur yağdırmak üzere göndersin" denilir. Burada da istiğfar ile bereket ve yağmur talebi arasında ilişki kurulur. Bu meyanda Arapça'nın Hz. Peygamber ile birlikte yeni bir taharet, yeni bir haya, yeni bir cesaret ve yeni bir cömertlik tanımına kavuştuğunu hatırda tutarak böyle hadis-i şeriflere yaklaşmak gerekir. Bu yorumla birlikte temizlik, maddi temizlik sınırlarını aşarak manevi ve ahlaki kavram haline gelmiş, fiziksel bir eylemden ahlaki ve epistemelojik bir muhtevaya dönüşmüştür. Hz. Peygamber ise üst ilkeler ile aşağıdaki varlık durumları arasında vesile ilişkisi kurarak temizliği üst ilke, geçinmeyi ise sonuç saymış, dikkatimizi dikey bir bakış açısına çekmiştir.
O zaman buradan hareketle yoksulun mülkiyetle ilişkisini "yokluk" halinin ortaya çıkardığı sorunlar ve kirlenmeler cihetinden düşünmek gerekir. Zekât ibadeti zengin için olduğu kadar yoksul için de "mülkiyet kimindir ve zengin kimdir?" sorusuna yönelik bir cevaptır. İnsanı kirleten mülkiyetin sahibi hakkındaki yanlış düşünceler, bu düşüncelerin oluşturduğu hırs ve kibir; mülkiyetten yoksun olma durumunda ise haset, eziklik, kırılma, açgözlülük ve korkulardır. Her iki insanı da bu kirlenme sürecinden arındıracak olan şey, mülkiyetin sahibinin Tanrı olarak kabul edilmesidir. Mülkün sahibi Tanrı olduğuna göre zekât verirken zengin, alırken de yoksul bunu tasdik edecek, kibrin bütün türevleri temizlenmeye başlayacaktır.
Mülkiyet yoksunluğunun yol açtığı kirlenmeden zihni temizleyecek olan bu tasdik ve imanın eyleme eşlik etme derecesidir. Yoksa başka bir insandan yardım alarak geçimini temin etme hali zihni temizlemek yerine, korkularını tahrik edecek, hırsını artıracak, haset, eziklik ve minnet duygusuyla daha çok kirlenecektir. Hz. Peygamber'in "Yoksulluk neredeyse kâfirlik oldu" ve "Ne kötü döşektir" yoksulluk hadis-i şerifleri mülkiyetin yoksunluğunun yol açtığı kirlenmeyi tespit eden hadislerdir. Buna mukabil mülkiyetin kime ait olduğunu bilen insan için yoksulluk ile zenginlik ilkece eşit iki sınava dönüşerek dünyayı anlamanın yolu haline gelecek, her ikisi de Tanrı ile farklı ilişki tarzının ifadeleri olacaktır. Böyle bir arınma ve temizlenme halini beyan etmek üzere Hz. Peygamber "Yoksulluk (Allah'a muhtaç olmak) benim iftiharımdır" demiştir.
Ekrem Demirli